Roman olur: Rusya ile dostluk düşmanlığa dönüştürüldü. İsrail ile düşmanlık sözüm ona aniden dostluğa dönüştü. Fırsatçı esnaf politikası: Bak Rusya ile bozuştuk ama İsrail ile barıştık demeye getirdi.
Oysa tablo açık:
Gelen vuruyor.
Giden vuruyor.
Türkiye “kırmızı bilardo topu” gibi gelenin de vurduğu, gidenin de vurduğu ülke haline geldi.
Getirildi.
Oynayanlar bilir:
Bilardo oyununda iki rakip oyuncunun ikisi de “kırmızı topa vurarak” başlar. Oyunun kuralı: Kırmızı topa vuracaksın. O gidecek diğer topa, o top da öbür topa vuracak. Vuruş hızını ustalıkla ayarlayacaksın ki, son top gidip hedefteki deliğe girsin.
ABD bir yandan vuruyor.
Rusya öbür yandan.
Vuruş hızını iyi ayarlıyorlar.
Türkiye serseme döndü.

* * *

Gerçeği kimse saptırmasın.
Türkiye’yi yönetenler, ABD’ye yaranmak, onun gözüne girmek için Musul’a Türk askeri ve Türk tankları gönderdi. ABD’liler ise “çık Musul’dan, orada Türkiye’nin ne işi var” dediler. Türk askeri ve tankları Musul’dan çekildi. Aynen “Süleyman Şah Türbesi” olayında yaşanan kaçışa benzedi. Süleyman Şah Türbesi’nin bulunduğu yer Türk toprağıdır, oraya uzanan eli kırarız diye iç kamuoyuna “şişinme şovları” yapmışlardı. Türbedeki boş sandukayı alıp o toprağı terk ettiler.
Sen Türkiye’sin.
Yurtta sulh.
Cihanda sulh.
Demişsin.
Orası Irak.
Irak’ da ne işin var?
Orada kardeşim, akrabam var diye gidiyorsan, sana birileri “çık” dediği için değil, senin stratejin öyle gerektirdiği için çıkarsın.
Musul’a niçin gittin?
Gittin diyelim, ABD “çık buradan” dediği zaman hemen “emredersiniz vaziyeti” alıyor, ülkeyi “kırımızı bilardo topuna” niçin çeviriyorsun?
Rusya ile papaz oluyorsun.
Ruslara dönüp “senin uçağın olduğunu bilseydik, farklı davranırdık” diyerek aslında özür diliyorsun. Ancak içeriye seçmenine dönüp, “bir daha yaparsa uçağını bir daha düşürürüm” diyor “aslında özür” dilemiyorsun.
Hem özür diliyor.
Hem özür dilemiyor.
Sonuçta Türkiye yitiriyor.
ABD’den azar.
Rusya’dan küfür.
Kırmızı bilardo topu olduk.
Türkiye’yi serseme döndürdüler.

Kuşadası’nda Vehbi Dayı!


Hakkından fazla hak istemeyen bir adamdı. Sessiz sakin dururdu. Büyükle büyük olur, çocukla çocuk kalırdı. Kuşadası Hanım Camii’nde ikindi namazı sonrası musalla taşından omuzlara alındı. Cenaze arabasına koymadılar. Omuzlar üstünde mezarına kadar taşıdılar. Kuşadası’nın eski caddesinde son yolculuğunda; caddenin iki yakasından her önünden geçtiği dükkanın sahibi, çalışanı, müşterisi, genç yaşlı, herkes koşuştular. Omuz verdiler. Rahmet dilediler. Dürüst insandı dediler. Sadece alın teri üzerinden hesap yapardı dediler. Gönülleri büyüleyen sessiz, sakin bir duruşu vardı dediler. Ölçülüydü dediler. Kafkasya göçmeni, Ahıska Türklerinden Vehbi Kaçmaz, Kuşadası’na eşi ve çocuklarıyla gelmiş, yerleşmiş, bu eşi bulunmaz doğayı, denizi, ağacı, yeşili ve buraya ülkenin her köşesinden kopup gelmiş insanların tamamını çok sevmişti. Ne zaman “nasılsın” diye sorsam “askerden yeni geldim, sapasağlamım” derdi. 86 yıl yaşadı. Vicdanının gösterdiği yolda yürüyen adamdı. O benim Vehbi Dayım’ dı.