Filistin Devlet Başkanı Mahmut Abbas’ın Türkiye’yi ziyaretinde Kaçak Saray’da değişik bir tablo ile ilk defa karşılaştık.
Kırmızı halılı merdivenlerde, eski Türk devletlerinin askeri elbiseleri giydirilmiş olan bıyıklı adamlar vardı... Başlarında miğferler, bedenlerinde zırhlar, bellerinde kılıçlar, filan...
C.Başkanı Tayyip Erdoğan da merdivende sivil kıyafetle onların arasındaydı... Ceket, kravat, pantolon, tarihi giysilerin arasında göze batıyordu!
Türk askerleri Tayyip Bey’in “merdiven süsü” olmuşlardı.

* * * *

Açıklamaya göre bunlar tarihteki 16 büyük Türk Devleti’ni temsil ediyorlardı.
16 devleti kurmuş ve batırmışız!
Evet, kurmak başarı ama... Ya batırmak?!
Türkiye Cumhuriyeti 17’nci büyük Türk Devleti.
İktidarın, insanları kutuplara ayırdığı, “Bizden olanlar” ve “Bizden olmayanlar” diye ülkeyi ikiye böldüğü ayrımcı yönetim tarzıyla, bu son Türk Devleti’ni de batırmayız inşallah!
Eğer böyle bir çöküş olursa bunun tarihi ve vicdani sorumlusu AKP iktidarı ve onun başındakiler olacak!

* * * *

Dünya tarihinde bir rekordur. 16 devlet kurmayı başarmışız. İyi güzel de...
Şimdi şu soru geliyor akla...
Türklerin kurduğu devletler neden yıkıldı?
Bir milleti ayakta tutan kurumlar vardır.
Aile, ordu, devlet yapısı, adalet sistemi, vatan kavramı ve din...
Bu kurumlar hırpalandığı zaman, o millet, o devlet, bir süreç içinde yıkılmaya mahkûm olur.
Tarihteki bütün Türk devletleri iç çekişmeler ve bölünmeler nedeniyle güçsüz düşmüş ve batmıştır.
Bugün içinde bulunduğumuz şartlar, tarihte yok olan o Türk devletlerinin yaşadığı şartlara çok benziyor.

* * * *

Günümüzün Türkiye’sinde, yıkılışı hızlandıracak çekişmeler, kavgalar büyüyor.
İktidar yangını söndürmeye çalışacağı yerde körüklüyor, hatta üzerine benzin döküyor.
Lâfa gelince tüm siyasiler “At Martin’i dağlar inlesin” misali atıp tutuyorlar. Tarihten hiç ders almamışlar.

* * * *

Günümüzde bir de Osmanlı sevdası başladı...
Osmanlılar, son dönemde bir matah olsalardı, koca imparatorluk batar mıydı?
Osmanlı’nın ilk 300 yıllık dönemi harikadır. Fethettik, zapt ettik, çağlar açtık... Tamam...
Ya sonra... Gerileme ve çöküş başladı ve ikinci 300 yılda eridik gittik! Yirminci yüzyılın başlarında Avrupa, Osmanlı Devleti ile “HASTA ADAM” diye alay eder oldu.
Bugün ülkeyi yönetenler tarihten hiç ders almıyorlar!

Fahri muhbirler!

Ülkemizde muhbirlik moda oldu ya...
Artık herkes birbirini gammazlıyor.
Devlet açıkça çanak tutuyor buna... Devlet dairelerinde, poliste, yargıda, siyasette muhbirlere ödüller vaat ediliyor.
Bir okurum mektup yazmış... Mahallelerindeki bir muhbir “Ben fahri trafik müfettişi oldum... Kafamı kızdıran herkese ceza yazarım ha!” diyormuş!

* * * *

Bu konuda okurlardan o kadar çok şikâyet geliyor ki...
“Evlerimize trafik cezaları geliyor. Olayın nerede, nasıl olduğunu hiç hatırlamıyoruz. Hatamız nedir? Ne zaman meydana gelmiştir? Belgesi, fotoğrafı var mıdır, belli değil... Makbuzda sadece “Filan yasaya göre 80 lira ceza” diye muğlak bir ifade var. Maksat ceza yazmak mıdır, yoksa suçu önlemek mi? İnsan hatasının ne olduğunu bilmezse, bu ceza ne işe yarar? Kişi eğer suç işlediyse ve bunun ne olduğunu bilmiyorsa, aynı suçu bir daha yapar. Bu haksızlık değil mi?” diyorlar.

* * * *

Bazı okurlar da “Ben fahri muhbire neden güveneyim? Keyfi ya da kişisel garezle hareket etmediği ne malûm?” diye yakınıyor.
Kısacası; evinize trafik cezası makbuzu geliyor, bilgi, belge, kanıt yok. Gerçek mi, değil mi, doğru mu, yanlış mı? belli değil. Fakat cezayı metazori ödeyeceksiniz!
Sıkıysa ödemeyin! Cezaya gecikme zamları biner, yanarsınız!
Burası Türkiye!

Te­bes­süm

“Zengin ve dul kadın”
Temel’e “Ula, hani sen bu yoksulluktan kurtulmak için güzel ve zengin bir dul kadınla evlenecektin, ne oldu?” diye sormuşlar...
Temel “Evet” demiş “Vazgeçmiş değilum, evleneceğum... Evleneceğum ama önce kocasının ölmesini bekleyrum... Adam bir türlü ölmüyo yav...”

Gü­nün Sö­zü

İneklerin ve öküzlerin dünyası, gözlerinin gördüğü yer kadardır.