Murat Karabulut.
Hemşerim.
İlk defa 2004 senesinde haber yapmıştım onu... İzmir’de yevmiyeyle takside çalışıyordu. Akşama kadar direksiyon salla, üç kuruş para... E haliyle, geçim sıkıntısı çekiyor, evde hır çıkıyordu. Bi sabah, bıçak kemiğe dayandı, yenge bavulu topladı, dört yaşındaki kızlarını alıp, babaevine Foça’ya kaçtı. Murat da peşinden tabii... Kayınpederin kapısına dayandı, kızın sende kalsın, kızımı bana ver dedi. Kayınpeder bi saniye bekle dedi, içeri girdi, torunu getireceğine, tüfeği getirdi! Murat namluyu görünce topukladı ama, kayınpeder tetiğe bastı, gravvv, tam kafaya denk getirdi iyi mi, ense köküne 40 saçma isabet etti. Murat yüzükoyun yere yapıştı, komşular yetişti, dooğru hastaneye götürdüler, bir ay bitkisel hayatta kaldı, anca üç ay sonra gözünü açabildi. Kefeni yırtmıştı ama... Beyninde hasar oluşmuştu. “Gülme hastalığı”na yakalanmıştı.

*

Öldürmeyen Allah...
Güldürmüştü!

*

(Rahmetli Kemal Sunal’ın 1990 senesinde vizyona giren “Gülen Adam” filmi vardı. Yoksulluk, haksızlık, kepazelik, başına her ne gelirse gelsin, gülüyordu. İşte o film, Murat’ın bünyesinde gerçek olmuştu.)

*

Konuşulan her mevzuya katıla katıla gülüyordu, müşteriyle muhabbet ederken kahkaha atmaktan taksi kullanamıyordu. İşsiz kaldı. Bu vaziyette iş bulması imkansızdı. Manisa’nın Taşdibi köyüne, babaocağına sığındı. Arada kahveye çıkıyor, sohbet etmeye çalışıyordu. Ancak... “Tarlama icra geldi, traktörüme haciz geldi” filan gibi, en tatsız mevzular anlatılırken krize giriyor, yerlere yatıyor, durumu kavrayamayan köylülerden tekme tokat dayak yiyordu.

*

Güya özürlü maaşı bağlandı, üç ayda bir 650 lira... İlk maaşını çekmeye gittiğinde, kasıklarına ağrılar saplandı, gülmekten az daha bayılıyordu. Hergün iki defa hap içmek zorundaydı, içmezse, sabaha kadar gül gül uyuyamıyordu.

*

2008 senesinde Murat’ı bir defa daha haber yaptım. O gene gülüyor, bizler yazıişlerinde gözyaşlarımızı tutamıyorduk. Hayattaki tek dayanağını, babasını kaybetmişti. Cenaze namazında kendine hakim olamıyordu, kıkırdamaya başladı. İnsanın bu trajik çaresizliği yazarken bile ağlayası geliyor... Ne yapsam diye düşündü, elleriyle yüzünü kapattı, musallaya koştu, babasını kucaklar gibi tabuta sarıldı. Görenler, hıçkıra hıçkıra sarsıldığını zannediyordu.

*

Ve, Tayyip Erdoğan’ı şehit tabutunun başında “ne mutlu size” derken görünce... Murat geldi aklıma.

*

Normalde “beynimizden vurulmuşa” dönmemiz gerekirken, hâlâ yalaka yalaka sırıtmaya devam ediyorsak... Ne mutlu bize hakikaten!