Bu seneki Oscar ödüllerinin en büyük favorilerinden biri olan ‘Diriliş’, büyük olasılıkla Leonardo Di Caprio’ya da yıllardır beklediği ödülü getirecek...

Aslında ‘Diriliş’ enikonu bir savaş filmi. 19. yüzyılın ‘yeni kara’sında, Amerika’da gerçekten yaşandığı bilinen bir hikayenin biraz daha süslenerek uyarlanmış hali. Aynı hikâye 1971 yılında başrolünde Richard Harris’in olduğu ‘Man in the Wilderness’ adlı bir filme daha kaynaklık etmişti. Kürk avcılarına sert doğa koşullarında, kızılderili bölgelerinin dışında kalmaları için kılavuzluk eden Hugh Glass’ın hikayesi bu. Oğluyla birlikte ekibe yol gösteren tecrübeli iz sürücü, beklenmedik bir kızılderili saldırısından birkaç kişiyi son anda kurtarır. Ancak sonrasında tek başına keşif yaparken bir ayının saldırısına uğrar ve ölümcül yaralar alır. Diğerleri onu bir süre taşımaya çalışsalar da sonunda dayanamazlar. Liderleri Yüzbaşı Henry, onu oğlu ve iki adamıyla geride bırakmak zorunda kalır. Henry adamlarından John Fitzgerald’a, Glass ölene kadar başında durmalarını, öldükten sonra da onu uygun bir şekilde defnedip yola devam etmelerini söyler. Ancak başından beri Glass’la anlaşamayan Fitzgerald, bu anlaşmayı bozar. Diğer adamı da kandırarak baba-oğulu ölüme terkeder. Ama Glass ölmemiştir ve adeta yeniden doğarak Fitzgerald’ın peşine düşer...


KLASİK iNTİKAM HİKAYESİ


‘Diriliş’in hikayesi aslında klasik bir intikam hikayesi. Beyazlar önce kürkleri için hayvanları öldürüyorlar. Sonra kızılderililer kürk avcılarını öldürüp, kürklere el koyuyorlar. Sonra anlıyoruz ki başka beyazlar yerlilerin her şeylerine el koymakla kalmayıp reisin kızını da kaçırmışlar. Hikayenin devamında hayvanlar insanları öldürmekte, beyazlar beyazları hatta hayvanlar da diğer hayvanları... Bu çetin savaşa doğanın sert koşulları da katılır. Ağaçlar ve gökyüzü bu kıran kırana geçen savaşın sessiz tanıklarıdır. Dünyanın şiddeti dünyanın yaşıyla aynıdır...


Soğuğu hissedeceksiniz...


Glass’ın insanüstü bir çabayla verdiği yaşam mücadelesi çarpıcı sahnelerin ortaya çıkmasına neden oluyor. Soğuğu oturduğumuz yerden bu kadar hissettiğimiz film sayısı azdır.  Leonardo DiCaprio’nun bir ayı tarafından harcandığı sahne de inandırıcılığından dolayı zor izleniyor. DiCaprio’nun nefes nefese ve belli ki ‘çok üşüydüğü’ bu performans nihayet Oscar’ı da hak ediyor. Tom Hardy’nin (Mad Max) kendisinden beklenenin ne eksik ne fazlasını verdiği kötü adam performansı da etkileyici tabi ama yine de Oscar adaylığı getirmeli miydi tartışılır...


Ah gençlik!


Bir önceki filmi, Oscar’lı ‘Muhteşem Güzellik’ ile ülkemizde de çok sevilen İtalyan yönetmen Paolo Sorrentino’nun yeni filmi ‘Gençlik’ son derece zarif ve duygusal. Üstelik yönetmenin seyirciye en yakın duran filmlerinden de biri. İsviçre Alpleri’nde lüks bir otelde dinlenen iki yaşlı arkadaş, besteci/maestro Fred (Michael Caine) ve vasiyet filmim dediği son şaheserini çekmeye hazırlanan yönetmen Mick’in (Harvey Keitel) peşine takılan kamera, iki adamın yaşam, arkadaşlık, kadınlar ve ölüm üzerine düşüncelerini, pişmanlıklarını, kırgınlıklarını paylaşmaları üzerine kurulu. Çok genç seyirciler için çok anlamlı olmayabilir ama, giderek yaş aldığını anbean hisseden olgun seyircilerin duygulanarak izleyecekleri bir film bu. Zamanın acımasızlığına, dışımızın yaşlanıp içimizin genç kalmasına, hayatın nasıl yaşanması gerektiği hakkındaki bilgisizliğimize ve adına ‘gençlik’ dediğimiz hayatımızın en güzel ama en az bilinçle yaşadığımız çağına yakılmış bir ağıt... İnsanı kendi hayatına dair düşünmeye yönelten o sihirli, feylesof filmlerden biri ‘Gençlik’. Şahane görüntülerle de süslü bu filmi meraklıları hiç kaçırmasınlar...


Yetmiyor maalesef..


Show TV’de yayınlanan BKM yapımı ‘Güldür Güldür Show’, herbiri farklı nitelikleriyle öne çıkan yetenekli oyuncu kadrosu, bazen çok çok iyi skeçlere imza atan yazar kadrosuyla Türk televizyonlarının son yıllardaki en nitelikli iki komedi şovundan biridir (diğeri de ‘Arkadaşım Hoşgeldin’dir bence.) Bu ekibin iki önemli fireyle (Çağlar Çorumlu ve Aylin Kontente) kamera karşısına geçtiği filmleri Yılmaz Erdoğan’ın hikayesine sahip. Ancak senaryo maalesef en başarılı ‘Güldür Güldür’ skeçlerinin bile hayli altında. Ölmek üzere olan büyüklerinin etrafında miras kavgası yaşayan çocuklar, gelinler ve torunlar hikayesi zaten çok fazla bir açılıma sahip değil ama en azından daha komik durumlar ve espriler yaratılabilirdi bu kadar iyi oyuncuya... Bakalım ‘Güldür Güldür’ seyircisi ne düşünecek?