Cumhurbaşkanı Erdoğan, kadın işçilerle konuşurken “Türkiye’de nüfus ve aile planlaması adı altında doğum kontrolleri yapıldı. Niye biliyor musunuz? Bu milletin neslini, kurutmak için... Nüfusumuzu yaşlı hale getirip azaltmak için nüfus artışımız ne yazık ki şu anda 2’nin altında veya iki. Artırmamız gerekiyor” dedi.
Yani, her kadının en az üç çocuk yapması lâzım. Daha doğrusu Allah ne verdiyse... İyi de... Onlara kim bakacak?
Erdoğan keşke “Nüfusumuzu artırmalıyız” yerine “Eğitimli nüfusumuzu artırmalıyız” deseydi...

* * *

Olaya gerçekçi bakmak lâzım:
İnsanlar o çocukları sokağa salıp, iyi yetiştiremedikten, okutup, ülkeye yararlı insanlar haline getiremedikten sonra kuru kalabalıkların ne önemi var?
Kalabalık nüfustan çok daha önemli olan okumuş, tahsil görmüş, iyi yetişmiş insanların çok olduğu nüfustur.
Eğitim görmüş bir insan, eğitimsiz beş insana bedeldir.
Dünyayı yöneten kuru kalabalıklar değil, eğitimli insanlardır.

* * *

Önce ülkemizdeki eğitim ve öğretim sistemini ıslah etmemiz gerekiyor. Oysa, tam tersine, medrese eğitimine doğru bir kayış var.
Medreselerde matematik, fizik, kimya gibi fen dersleri okutulmaz, insanlar yalnız dini eğitim görüp, öbür dünyaya hazırlanırdı.
Eğer medrese eğitimi bir matah olsaydı, koca Osmanlı İmparatorluğu, cehalet yüzünden içi çürümüş kof bir ağaç gibi devrilip yok olmazdı!

* * *

Bir çok kesimde kadınlarımız hâlâ “çocuk doğurma makineleri gibi” görülüyor, “Siz sadece doğurun, yeter!” deniliyor.
Kadınların iyi eğitim görmeleri, çalışmaları, para kazanmaları, kariyer sahibi olmaları, kendi ayakları üzerinde durmaları istenmiyor.
“Evlenmeye ve çocuk doğurmaya” programlanmış robotlar sanki...
Kadına yönelik şiddet ve cinayetler artıyor, taciz ve tecavüzler tırmanıyor.
Kadınları eğitimsiz olan ve mutsuz bir hayat süren ülkelerin gelişmeleri, çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmaları kesinlikle mümkün değildir.
Sözün özü: Çok çocuk doğurmaktan önce eğitim şart!

Baykal’dan gelen telefon


Deniz Baykal dün Paris’ten telefonla aradı. Neden?
Değerli meslektaşımız Kurtul Altuğ’u toprağa verdiğimiz gün, onun yakın arkadaşı olan Deniz Baykal’ın cenaze törenine gelmediğini yazmış ve “Herhalde geçerli bir mazereti vardır” demiştim.
Deniz Baykal, geçerli mazeretini anlattı.
Kendisi, halen Paris’te bulunuyor. Avrupa Parlamentosu’nun toplantısı için cumartesi günü Türkiye’den Fransa’ya uçmuş.
Telefonda şöyle dedi:
“Rahmi Bey... Kurtul Altuğ benim çok sevdiğim bir arkadaşımdı... Türkiye’de olsam, iki elim kanda olsa cenaze törenine mutlaka gelirdim. Üzücü haberi alınca eşine telefon ettim, ulaşamayınca mesaj bıraktım. Ayrıca bir arkadaşımı cenaze törenine yollayıp, taziyelerimi bildirdim. Çok iyi bir gazeteci ve çok değerli bir dosttu. Nur içinde yatsın.”

“Ege, Yunan denizi değil”


Yunan Başbakanı Çipras İzmir’de bizim Başbakan Davutoğlu ile buluştu.
Dostluk güzel şey ama ülkeler birbirlerinin haklarını da yememeli!
İki Başbakan neler konuştu?
Ege’deki Yunan adalarına sığınan Suriyeli kaçak göçmenler sorununu, onların iadesini, vesaire...
Peki, ya Ege’de işgal edilen Türk adaları?
Elin oğlu, Türk topraklarını göz göre göre gasp ediyor, bizim Başbakan sessiz kalıyor.
Sormak lâzım!
Kuzum Başbakan... Eğer ülkemizin sınırlarını korumayacaksan, o makamda ne işin var?

* * *

Başbakan Davutoğlu’nun sessiz kaldığı konuyu Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek sordu.
İzmir’de bir basın toplantısı düzenleyen Perinçek, Ege’deki Türk adalarının işgaline karşı çıktı, Türkiye ile Yunanistan arasında sağlam ve kalıcı dostluk için Ege Denizi’nde Türkiye’ye ait olan 152 ada ve adacığın işgaline son verilmesini istedi.
Yunan Başbakanı Çipras’a “İzmir’e hoş geldiniz” diyen Perinçek “Ege bir Yunan denizi değildir. Ege, bir Türk-Yunan denizidir. Yunanistan, işgal ettiği Türk topraklarındaki Yunan bayrağını indirmeli, askerlerini ve vatandaşlarını derhal geri çekmelidir.” dedi.
Başbakan Davutoğlu’nun bu konudaki suskunluğu ise, hayret verici bir şekilde devam ediyor!

Gü­nün Sö­zü


Doğru kullanılmayan bir kalem, hedefini şaşıran bir ok da olabilir!