15 Temmuz darbe girişimi sonrasında şunu gördük:
“Değerli yalnızlık” hakikaten Türkiye’yi yalnız ülke yapmış.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve AKP, darbe girişiminden sonra yüksek sesle Batı’yı “sessiz kalmakla” suçluyor. Hatta daha ileri de gidilip, “ABD, darbeye destek verdi” çıkışları bile yapıldı.
“Dost ve müttefik” Batı’nın, gerçekten darbe girişimi sonrasındaki sessizliği dikkat çekici.
Peki ya, Erdoğan’ın ve AKP’lilerin “kardeşim” dedikleri?
Türkiye kamuoyuna yansımadı ama Arap basını bu konuda kaynıyor.
Darbeyi önceden haber alıp Erdoğan’a bildirmemiş “Arap kardeşler” mi ararsınız, bizzat FETÖ lideri Gülen ile ABD’de irtibata geçen “Arap can dostlar” mı ararsınız?
Hepsi var.
En vurucu haber, Katar Savunma Bakanı Halid Bin Muhammed El Attiya’nın resmi -ve onaylı-Twitter hesabından darbenin hemen sonrasında paylaştığı bir tweet... Katarlı bakan, tweet’inde Erdoğan ve AKP’nin sürekli “kardeşim” dediği Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin, darbe girişimini önceden haber aldıklarını ancak Ankara’ya bilgi vermediklerini yazdı.
Katar Savunma Bakanlığı’ndan, 15 Temmuz darbecileri yakalandıktan sonra yapılan yazılı bir açıklamada, “tweet sahte” denildi. Ancak bu “sahte tweet’in”, nasıl oldu da Katar Savunma Bakanı’nın resmi -ve onaylı- Twitter adresinden atılmış olduğuna ilişkin detay verilmedi.
Bu tweet skandalının ardından bu kez darbe girişimine bizzat destek veren “Arap kardeşlere” ilişkin haberler ortaya döküldü.
Middle East Eye -İngiltere merkezli ama eski El Cezire yöneticilerinden birinin genel yayın yönetmeni olduğu haber sitesi- 15 Temmuz öncesinde Filistinli Muhammed Dahlan’ın bizzat Gülen’le temasa geçtiğini, hatta darbecilere para taşınması işini organize ettiğini yazdı.
Muhammed Dahlan, El Fetih içinden çıkan ancak daha sonra “İsrail’le işbirliği yaptığı hatta İsrail casusu olduğu” iddialarıyla dışlanan, son derece karanlık bir isim. Ortadoğu coğrafyasında, başta İsrail olmak üzere, Mısır, Suudi Arabistan ve Ürdün tarafından da zaman zaman “karanlık işler” için kullanıldığı iddia edilmişti.
İşte bu karanlık ismin, Türkiye’deki darbe girişimine de karıştığı iddiaları ortaya çıkmaya başladı.
Yani biz Batı’ya dönüp, darbecilere sessiz kalınması konusundaki şüpheleri, öfkeyi dile getirirken, Doğu’da, Arap coğrafyasında da birşeyler oluyor.
Tüm bunlara, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin 15 Temmuz’da hainler işbaşındayken saatlerce hiç seslerini çıkarmamalarını, darbe girişimini Suudilerin tam 15 saat, Birleşik Arap Emirlikleri’nin ise 16 saat sonra kınadığını da ekleyin.
Türkiye’nin Batı kadar, “Arap kardeşleri” ile de ilişkilerini gözden geçirmeye ihtiyacı var.

Hamaseti bırakıp, hukuku işletme zamanı

15 Temmuz’da FETÖ’cü hainlerin darbe yapmaya kalkması, Türkiye için bir milat...
Artık “hamaseti” bırakıp, “hukuku işletmenin” zamanı...
Türkiye, son dönemde özellikle yandaş medya kullanılarak yapılan propagandadan çok çekti.
Gezi olayları sırasında ağaçla röportaj yapan, Amerikalı televizyoncularla “çakma röportajlar” yayınlayan...
Söylenmemiş sözleri yapılan röportajlara ekleyip, ana dili İngilizce olanların ağzından “milk-port” gibi olmayan deyimler ekleyen...
“Üç saatte Şam”, “Kokteyl terör örgütü”, “Üst akıl” çıkışlarıyla manşetler atıp, içi boş komplo teorileri yazan...
Olmayan suikast girişimlerini, olmayan Kabataş saldırılarını uyduran gazeteler, Türkiye’ye yurtdışında müthiş zarar verdi.
Gerçekle yalan o kadar karıştı ki, 15 Temmuz darbe girişimi gibi, insanların canlarından olduğu, son derece somut olayları bile dışarıya anlatamaz olduk.
Hamaset, belki Türkiye’de oy artırmaya yaradı. Ancak Türkiye’yi dünya üzerinde hiç olmadığı kadar yalnızlaştırdı.
Bunun ilk sonuçlarını FETÖ konusunda, hakkımız olanı da alamamak olarak görüyoruz.
ABD, Fethullah Gülen’i iade etmemek için daha şimdiden bin dereden su getirmeye başladı.
Başta Almanya, Batı ülkeleri örgüt bağlantılı okul ve kuruluşları kapatmak için “delil gönderin” deyip duruyor.
Dünyada işler “hamasetle” yürümüyor. Yandaş manşetlerle iş yürümüyor. “Yalancı çoban” misali, haklıyken haksız duruma düştük.
Bundan çıkmanın tek yolu ise hukuku çalıştırıp, gerçek deliller, somut dosyalarla dünyanın karşısına çıkmak...
Aksi halde...
Biz söyler, yine biz dinleriz...

Ankara Fısıltısı

Darbenin siyasi ayağı...


Ankara’da sadece bu konuşuluyor.
15 Temmuz sonrasında darbenin TSK’daki uzantıları büyük ölçüde ortaya çıktı. Tüm devlet kurumlarında çok ciddi temizlik yapıldı.
Peki ya siyaset?
Yıllar içinde devlet bürokrasisinde bu kadar güçlenen, kendi şirketleri, sivil toplum kuruluşları, medyası olan bir örgütün siyasi ayağının olmadığını düşünmek mümkün değil.
15 Temmuz başarılı olsaydı, darbecilerin bürokrasiye yapacağı atamalara ilişkin listeler havalarda uçuştu. Ancak darbe sonrası planladıkları “hükümette” kimlerin olacağı hiç ortaya çıkmadı.
Ancak birilerinden şüphelenildiğine ilişkin ilk üstü kapalı mesajlar da gelmeye başladı.
Başbakan Yardımcısı Nurettin Canikli, “Darbenin bir numarası bir sivil olabilir” dedi.
Bir diğer Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş, “Darbenin sivil ve siyaset ayağı da vardır, olmaması mümkün mü?” açıklaması yaptı.
İçişleri Bakanı Efkan Ala, “Bu darbe girişiminin siyasi ayağı kesine yakın bir ihtimalle vardır” diye konuştu.
Bu kadar mesaja rağmen, hiçbir isim zikredilmedi.
“Kim olabilir” diye sorduğumuzda ise kulislerde sadece şu cümlecik yankılandı:
“Daha önce sessiz sedasız dururken, şimdi demokrasi nöbetlerinde mikrofon kapma yarışına girenlere bakmakta fayda var.”