İnsanoğlu günümüzde bile pek çok teknolojik yeniliğe imza atarak ilerleme kaydetmiş olsa da hala çoğu alanda, rakamsal verilerin de gösterdiği üzere, cinsiyet eşitsizliği problemini aşamamıştır. Oysa (en azından hukuki olarak) ırk, etnik köken, sınıf ve cinsel yönelim açısından her birey eşittir; bu, en temel insan haklarının başında gelir. Cinsiyet eşitliğinin, toplumların farklı alanlarında yaratıcılığı ve üretkenliği de arttırdığı ve bu konuda büyük bir potansiyele sahip olduğu da geri plana atılmamalıdır.

Peki, bu probleme, mimarlığın merceğinden bakarsak ne görüyoruz? Öncelikle, mimarlığın, insanın en temel ihtiyaçlarından olan barınma ve bunun tasarımına odaklı bir disiplin, meslek ve pratik olduğunu ifade ederek başlamakta yarar var. Bu alanlarda misyonunu yerine getirirken, herhangi bir ırk, etnik köken, sınıf veya cinsel yönelim ayrımı yapma lüksü olmaması gerekir. Ancak, mimarlık hala dünya ölçeğinde bile, kendi içinde, neredeyse tutucu ve erkek egemen karakterini aşabilmiş değil.

TÜRK MİMARLARI CEPHESİNDE DURUM NE?

Tarihsel perspektiften baktığımızda, Türkiye Cumhuriyeti ve onun modernleşme projesinde, mimarlık en önemli enstrümanlardan biri.

Daha özeldeyse, kadın mimarların, laik sistemin önemli bileşenleri olarak, bu modernleşmeye katkıda bulunmak üzere desteklenmesi, Türkiye ve içinde bulunduğu Orta Doğu coğrafyası genelinde de dikkate değer bir tarihsel dönüşüm. 1934 Türkiye’si, ilk kadın mimarların (Leman Tomsu ve Münevver Belen) diplomalarını almaları ve mesleki pratiklerine başlamalarına tanıklık eder. Bu neslin ağırlıklı olarak kamu sektöründe yer almış veya mimar eşiyle ortak çalışmış olmasına karşılık, İkinci Dünya Savaşı sonrasında, Türkiye’nin gelişen yeni dünya düzenine paralel olarak geçirdiği dönüşümler ve özellikle ABD ile pek çok alandaki işbirliği neticesinde, “1930’ların Türk kadın mimar” profili de değişmeye başlar.

Erkek egemen bir meslek olarak görülen mimarlık alanında faaliyet gösteren Türk kadınlarının, 1940-50’lerin Türkiyesi’nde, henüz kendi modern söylemini inşa etme mücadelesi veren bir mimari eğitim sistemi ve mesleki ortamından sıyrılarak, Yeni Dünya’nın bu modernleşme sancılarından uzak, çoğulcu akademik ve mesleki ortamlarına kendilerini transferleri, sadece Türk ve hatta küresel bağlamda (feminist) mimarlık tarihi (ve tarih yazımı) açısından değil, bugün süren cinsiyet eşitliği tartışmaları bağlamından bakıldığında bile “oldukça dikkate değer bir adım”.

2014 yılı başından itibaren, konuyla ilgili olarak, MIT’de üzerinde çalıştığım araştırma problemime karşılık, hem Türkiye hem de ABD açısından önemli olduğu, ilgili mimarlık tarihçileri tarafından dile getirilen “bir bulgu”ya eriştim: Kuruluşu 1746 yılına uzanan Princeton Üniversitesi’nin, 1832 yılında başlayan mimarlık eğitiminden, diplomasını alan ilk kadın bir Türk olup, bu tarihi eşik ancak 1970 yılında gerçekleşebilmiş.

Hala mesleğinde aktif olan ve New York kentinde yasayan, 1945 doğumlu Aliye Pekin Çelik, Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nden 1967 yılında yüksek lisans derecesini almasını takiben, o yıllarda kadın mimarlık öğrencilerine kapıları kapalı olan Princeton Üniversitesi’nin Mimarlık Programı’na başvurmuş ve olumlu yanıt almış.

DÜŞÜK GELİRLİLERİN KONUT SORUNU

Mimar eşi Metin Çelik ile birlikte ABD’ye giden Aliye, bu programdan, 1970 yılında ilk kadın mimar olarak mezun olmuş. İlgili programda, mesleğine sosyal bir duyarlılıkla yaklaşarak, kentlere göç ve düşük gelirliler için konut sorununa eğilmiş ve yüksek lisans tezinde, Ankara örneğini inceleyerek, 1970 yılında Amerikan Mimarlar Birligi tarafından da ödüle layık görülmüş. Başka bir ifadeyle, “Old Boys School”un 1968 yılında ilk defa kapılarını kadın mimarlık öğrencilerine açmasının, ne kadar doğru bir karar olduğunu, ve ardından gelen nesil için nasıl bir rol model olacağını da aldığı bu ödülle henüz kariyerinin başında kanıtlamış.

Kazandığı bursa karşılık, Türkiye’ye geri dönen “Princeton Üniversitesi’nin ilk kadın mimarı”, 1981 yılına dek pek çok araştırmaya dayalı önemli pozisyonlar ve projelerde görev almış ve hatta doktora ve doçentliğini de alarak akademik faaliyetlerini, bir eş ve anne olarak sürdürmüş.

1981 yılında Birleşmiş Milletler’den aldığı teklifle, profesyonel kariyerinde uluslararası sulara yeniden açılan Aliye, ilgili kurumun bünyesinde, önce 6 yıl Nairobi’de, sonrasındaysa 2005 yılında emekli olana dek, New York kentindeki merkezde, pek çok görevi, uluslararası kurumlardan aldığı ödüllerle sürdürmüş. 1996 yılında İstanbul’da gerçekleşen Habitat II-İnsan Yerleşmeleri üzerine Birleşmiş Milletler Konferansı’na ilk ve ana ivmeyi veren isim olarak, 2008’de, New York kentinde, mimar meslektaşlarıyla birlikte, Sürdürülebilir Kentleşme İçin Konsorsiyum’un da (Ing. the Consortium for Sustainable Urbanization) kuruculuğunu üstlenmiş. Özetle, bu ilk kadın mimar, Princeton Üniversitesi’nde üzerine çalıştığı göç ve kentleşme sorunlarının hala kararlılıkla izini sürmekte ve aktif şekilde mesleki pratiğini uluslararası ortamda sürdürmekte.

Aliye Pekin Çelik ile ilgili görsel sonucu
foto: Architexx.org

MİMARLIK METİNLERİNDE İSMİ YOK

MIT Rektörü Prof. Dr. Rafael Reif ile Dr. Meral Ekincioğlu’nun 23 Mart 2016 tarihli akademik görüşmesinden.

“Bir mimarlık tarihi metninde, bu dönüm noktasına dair neden bir bilgiye erişemiyoruz?” 10 Mart 2016 günü, MIT’de yaptığım sunumda bu soruları sorduğumda, bu kurumdan iki mimarlık tarihçisinin sessiz tebessümleri benim için oldukça anlamlıydı. Tıpkı, “Aliye” üzerine görüşmek istediğimde, Professor Robert Geddes’in “anında” yanıt vererek, beni Princeton’a davet etmesi gibi: Nitekim, Geddes, Princeton Üniversitesi, Mimarlık Okulu’na, ilk dekan olarak akademik liderliği üstlendiğinde, Aliye’nin Türkiye’den Princeton’a kabul edilmesinde öncü isim ve daha sonrasında da onunla ortak çalışmalara imza atmış.

Gerek MIT rektörü ile olan görüşmem, gerekse doktora tez araştırmalarıma 2006’da ilk başladığım yer olan Harvard Üniversitesi’nin 28. ve “ilk kadın rektörü” Prof. Dr. Drew Faust’un ofisiyle olan iletişimim neticesinde, “bundan sonraki çalışmalarım hakkında kendilerini bilgilendirmeye devam etmemi” istemeleri, benim için ayrıca çok mutluluk verici: Bu, aynı zamanda, laik ilkeler üzerine inşa edilmiş olan Türkiye Cumhuriyeti’nin kadına verdiği önemin dünyada ne gibi açılımlara yol açabileceğini ve bu konudaki (kadın ve cinsiyet politikaları) bilimsel çalışmaların desteklenmesinin de önemini göstermekte diye düşünmek mümkün.

BELGESELİ VAR

Herkese Bilim Teknoloji okurlarını, gönüllü bir proje olarak, Türk-Amerikan TV’den yapımcı Hürriyet Aydın Ok ve ekibi ile birlikte, Ocak 2016’da, “Aliye” üzerine hazırladığımız kısa bir belgesel çalışması ve röportaj ile başbaşa bırakmak istiyorum .

Bu projemizde, Aliye’nin “kendi cümleleriyle aktardığı kariyerindeki önemli dönüm noktalarına dair yorumlarına”, Bach yorumuyla, Türkiye’nin dünyaya kazandırdığı “kadın virtüözümüz” Gülsin Onay, müziğiyle eşlik etti. Bu Türk kadın mimarının özverili başarılarını ulusal ve uluslararası ortama anlatabilmek için, projeyi İngilizce gerçekleştirdik. Bu gönüllü proje, cinsiyet politikalarının tarihi, bugünü ve hatta geleceği için yeni bilimsel araştırma projeleri ve genel okura/izleyene erişebilen çalışmalara yol açabilirse, bundan çok mutlu olacağım.

Kaynak: Dr.Meral Ekincioğlu (www.herkesebilimteknoloji.com)

[old_news_related_template title="Gotik mimarinin başyapıtı Reims Katedrali" desc="Fransa'nın Reims şehrindeki katedral UNESCO Dünya Mirası listesinde bulunuyor. " image="https://sozcuo01.sozcucdn.com/wp-content/uploads/2017/07/k1-15.jpg" link="https://www.sozcu.com.tr/hayatim/seyahat/gotik-mimarinin-basyapiti-reims-katedrali/"]

[old_news_related_template title="Mimar Sinan'dan ustalarına ölümsüz ders | Mimar Sinan Kimdir?" desc="Osmanlı Devleti'nin 48 yıl boyunca baş mimarlığını yapan Mimar Sinan ölüm yıl dönümünde çeşitli etkinliklerle yurtta anılıyor." image="https://sozcuo01.sozcucdn.com/wp-content/uploads/2017/07/mimarsinan880.jpg" link="https://www.sozcu.com.tr/hayatim/kultur-sanat-haberleri/mimar-sinandan-ustalarina-olumsuz-ders/"]