Yalan söylerken bu işi iyi bileceksin...
- Aynı yalanı ısrarla söyleyeceksin...
- Bağırarak söyleyeceksin...
- Yalanları peş peşe söyleyeceksin, ki dinleyen doğru olup olmadığını düşünmeye vakit bulamadan, öbürü gelsin...
- Yalanını yakalayana “Yalancı” diyeceksin...



Eskiden yalan söylemek daha kolaydı...
Söylerken Google’ı hiç unutmayacaksın...
“Sultan Abdülhamit Han, atına atlayıp Viyana seferine çıktığında...” diye sofrada biraz üfür istersen... Ufaklık masanın altına indirdiği cebe bakıp “Padişah Abdülhamit hiçbir zaman sefere çıkmamış amca...” der...
Cep telefonları, arama motorları, bilgisayarlarda anında ulaşılan bilgiler, arşivler yalancıların işini zorlaştırdı...
Olsun...
Sen de yalanlarını tüm bunlardan haberi olmayan cahillere söyleyeceksin...
Mesela “George Washington da üçüncü hava alanını istemediği için, PKK ile birlikte bize karşı” de...
George Washington’u yuhalamazlarsa namerdim...



Ben yalan söylediğim zaman dudaklarım uzar...
Dudaklarımı tutamam...
Kimisi dizlerini tutamaz, birbirine vurur... Kimisi kulaklarını tutamaz, kızarır... Kimisi gözlerini tutamaz, anladılar mı diye tek tek bakar...
Her yerin tutuyorsa, yüzün de kızarmıyorsa söyle...



Bu anayasa referandumu mesela, tümüyle yalan üzerinedir...
Önce adı yalan:
“Rejim değişikliği değil, sistem değişikliği” dediler, Fransızca rejim, sistemin öbür adı...
Amacı yalan:
Hepimiz biliyoruz ki bu “Cumhurbaşkanlığı” değil, meselesi...
Her madde yalan:
Maddelerin kamuoyunun önünde tartışılmasına izin vermediler, çünkü her birinde gözükenden farklı bir amaç gizli...



Bu bakımdan referandum kürsülerinde en çok kullanılan sözcük:
“Yalan...”
Neticede “Yalan söyleyen istifa etsin”e geldi dayandı mesele, iyi mi?..



Ben size söyleyeyim:
Japon İmparatoru yalan söylüyor...



Bu yalanlara da “hayır” de...