MERAK ETTİĞİM ŞEYLER

Kazakistan’dan dönerken uçaktaki gazetecilere konuşmuş AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan. Rusya ile S-400 füzeleri ile ilgili anlaşmanın tamamlandığını anlattıktan sonra “Bildiğim kadarıyla kaporayı da vermişler” demiş.
Kapora? Füze alımında ne kaporası bu böyle acaba?
Açıp baktım kaporanın sözlük anlamına. Tam da bildiğim gibiymiş, farklı değil yani. Bir mal ve hizmeti almadan önce “alacağını garanti etmek için” önceden verilen bir miktar para anlamına geliyor.
Kapora genellikle “küçük işlerde” uygulanan bir yöntem. Birbirini tanımayan kişiler aralarında bir güven ortamı da olmadığı için işi sağlama bağlamak için bu yöntemi uygularlar.
Malı satan ve kaporayı alan kişi eğer malı teslim edemezse kaporayı iade eder. Yok alıcı almaktan cayarsa, kapora genellikle iade edilmez. Tabii önceden başka bir türlü bir anlaşma sağlamamışsa geçerlidir bu kurallar.
Ancak iki devlet arasında “kaporasını bile vermişler” söylemini ilk kez duyuyoruz. Devlette çalışmış birkaç tanıdığıma sordum. Devletlerarası ilişkilerde kaparo uygulaması olup olmadığını, “yok, ya da bizim dönemimizde hiç görmedik” dediler.
Devlet yönetimiyle bakkal yönetimini aynı zanneden bir zihniyet olunca belki de böyle oluyordur. Kendine biat etmiş ama anlama sorunu yaşayan geniş kitlelere “durumu anlatmak” için “onların anlayacağı” biçimde hitap ediliyordur belki de. “S-400’leri alma” işini “Kaporasını bile verdik” diye söyleyince kahvedeki adam bile işin ciddiyetini anlıyor diye düşünüyorlar demek ki.
Tabii deyin ki gerçekten kapora ödenmiş olsa; bu ne kadar tutmuştur acaba? Bu iktidar daha önceki ilişkilerinde de kapora yöntemini uyguladı mı acaba? Örneğin bir ara Amerika’ya nispet yapmak için “Çin’den füze alıyoruz” demişlerdi. O zaman da kapora ödenmiş miydi? Sonra Amerika biraz fazla kızınca Çin füzelerinden vazgeçmiştik. Eğer verdiysek kaporamızı geri alabilmiş miydik? Kolay değil, bu alımlar milyar dolarlarla ifade ediliyor. Kaporası da öyle birkaç milyon olacak değildir herhalde. S-400’ler için de herhalde sadece kapora için ödenen para en az birkaç yüz milyon dolardır. İnsan “kaporası ödendiğine göre füzeleri kesin alıyoruz” diye düşünebilir, ama ya aynı Çin füzelerinde olduğu gibi cayarsak ne olacak? Kapora yanacak mı yoksa akıllılık edip “füzeleri almaktan vazgeçersek kaparomuzu geri alırız” maddesini koydurmuşlar mıdır sözleşmeye?

ÖNERİ

Faizleri üç devlet bankası bir gecede indirebilir


AKP Genel Başkanı Erdoğan başı sıkıştıkça faizlerin yüksekliğinden şikayet ediyor. Faizlerin yüksek olmasının ekonomiyi daralttığını söylüyor ve parmağını sallayarak “Bankaları uyarıyorum, düşürün şu faizleri” diyor.
Kazakistan dönüşü yine benzer açıklamalar yaptı. İyi de her şeye hakim olan Erdoğan nasıl oluyor da bunca laf söyledikten sonra bankalara sözünü geçiremiyor? Bankalar kime güveniyor da koca Erdoğan’a böylesine kafa tutabiliyor?
Yabancı bankalar belki de “Türkiye düşmanı” oldukları için faizleri kasıtlı düşürmüyor olabilir. Sonuçta Erdoğan her fırsatta “başka ülkelerin derdi benim” diyor. Yabancı bankalar da Erdoğan’ı düşürmek için bu komplonun içinde olabilirler.
Peki devlet bankaları ne güne duruyor. Onların da arkasında “Türkiye düşmanı güçler” mi var? Erdoğan kamuoyunun önünde “söylediğini yaptıramayan lider” konumuna düşeceğine neden Vakıfbank, Halkbank ve Ziraat Bankası’na faizleri düşürme talimatı vermiyor? Bu üç banka faizleri düşürse diğer bankalar çaresiz kalacak ve rekabet edebilmek için faizleri düşürecektir.
NOT: “Böyle şey olur mu, ekonomi emirlerle yürümez” diyenleriniz olacaktır. Tamam da o söyledikleriniz demokratik hukuk devletlerinde geçerli değil mi. Bizim ülkemiz bakkal gibi yönetiliyor da.

BUNU YAZMAK GEREK

Elbette Türkiye’ye düşmanlık da içeriği sayenizde


Ekonomi eski Bakanı Zafer Çağlayan için Amerikan Federal Mahkeme’sinin tutuklama kararı alması Türkiye’de de derin tepki gördü. Gerçi eğer bir hafta sonra Erdoğan’ın Amerika seyahati olmasa belki üstü kapatılacaktı bu haberin ama ne yaparsınız ki bu durumda herkes çaresiz.
Birkaç gündür TV ekranlarındaki tartışmaları izliyorum, bazı köşe yazarlarını okuyorum. Hepsinde aynı hava hakim; “Amerika Türkiye’ye şantaj yapmak için bu operasyonu başlattı.”
Sonra başlıyor tahminler;
S 400’leri alıyor olmasaydık bunu yaparlar mıydı? Kürtlerin bağımsızlık referandumuna karşı çıkınca böyle oluyormuş. Suriye’de kendi varlığımızı hissettirince Amerika rahatsız oldu. Var da var yani.
Ancak bir gerçeği ıskalamamak gerek. Elbette Amerika başından beri bu davayı salt hukuk ve adalet aşkıyla yürütmüyor. Türkiye ile bir hesap görmek istediği de belli. Buna karşı şunu da görmezden gelemeyiz; içerik yanlış değil ki. İran’la yasadışı ticaret ve para alışverişi yapıldı mı? Evet. Bu ticaretten kayıt dışı gelir sağlandı mı? Evet. Bu kayıt dışı gelirin nasıl paylaştırıldığı biliniyor mu? Hayır ama tahminler var. Bu paylaşılan paranın bir bölümünün kimilerinin cebine gittiği doğru mu? Evet.
Yani eğer Amerika Türkiye’ye yönelik bir şantaj operasyonu yapıyorsa, kullanacağı bütün malzemeyi veren biziz.

ŞAŞIRDIM

Bakar mısınız bu ne tevazu böyle


Uçakta gazetecilerden biri Kazakistan dönüşü “eline verilen” sorulardan birini soruyor AKP Genel Başkanı’na. “180 günlük programdan söz etmiyorsunuz. Bir aksama mı var?” Erdoğan da cevaplıyor. “Bir aksama yok. Arkadaşlarımdan rapor istedim. Hazırlık yapıyorlar, bana takdim edecekler.”
Dikkatimizi çekti mi bilmiyorum. Erdoğan kendisine “takdim edileceğini” söylüyor.
Bu tür saygı hitapları astın üstüne söylediği sözlerdir. Ast üstüne “arz ederim” der, “sunarım” der veya “takdim ediyorum” der.
Bu kelimeleri üst kullanmaz. O direk “rapor hazırlıyorlar, bana verecekler” der. Örneğin bir üst kendinden söz ederken “sayın” demez. Ciddi bir devlet adamından “Geçenlerde bir bakanım sayın cumhurbaşkanım tüm tedbirlerimizi aldık dedi” diye başlayan bir cümle duyamazsınız yani.
Bunlar basit görgü kurallarıdır. Tabii bu kurallar makamla, mevkiyle, çok parayla, yabancı kumaştan elbiseyle edinilmiyor.

ÇOK GÜLDÜM

Ve kavga böyle başladı


7-8 fıkradan oluşan “Ve kavga böyle başladı” serimizin son fıkrasını da bugün paylaşıyorum;
Cumartesi sabahı, sakin- sakin giyindim, kahvaltımı ettim, köpeği kapıp sessizce garaja geçtim. Kayığı arabanın üzerine atıp, şelaleye doğru yola çıktıydım ki, baktım fırtına çıktı-çıkacak. Garaja geri döndüm, radyoyu açtım, hava durumu, havanın gün boyu böyle gideceğini söylüyor. Eve geri döndüm, yavaşça soyunup, yatağa süzüldüm. Uyumakta olan karımın vücuduna arkadan sarılıp, arzu dolu, kulağına fısıldadım, “Dışarıda hava berbat.” 10 yıllık sevgili karım mırıldandı “Salak kocam bu havada balığa gitti, inanabiliyor musun?” Ve kavga böyle başladı.