ANALİZ

Tarafsızlık bitti sıra sorumsuzlukta


Cumhurbaşkanı Erdoğan AKP’ye geri döndü. Önceki gün üyelik imzasını atan Erdoğan 21 Mayıs’ta ise Genel Başkan olacak.
Yeni ucube anayasanın 2 yıl sonra yürürlüğe girecek olmasına rağmen “partili olma hakkı” Erdoğan’a şimdiden tanındı. Defalardır soruyorum, bunun hukuki gerekçesini söyleyebilen bir hukukçu hâlâ çıkmadı. Sonuçta “Burası Türkiye abicim alışın bunlara” mantığı yine galip geldi yani.
Cumhurbaşkanının partili olması sonucu anayasadaki “tarafsızlık” kavramı da fiilen ortadan kalkmış oldu. Tabii yemin metni anayasada aynen duruyor.
Cumhurbaşkanının artık tarafsız olmaması anayasada belirtilen “sorumsuzluk” kavramını da tartışma konusu yapacaktır ve yapmalıdır da.
Çünkü mevcut anayasaya göre Cumhurbaşkanlarına pek çok yetki verilmiş gibi gözükmesine rağmen, bu yetkilerden ötürü de sorumsuz tutulmuştur. Bu da anayasanın cumhurbaşkanını bir icra makamı olarak değil sembolik bir makam olarak gördüğünün kanıtıdır.
Evet Cumhurbaşkanı bakanlar kuruluna başkanlık yapar, bazı atamalar onun imzasıyla gerçekleşir ama bunların sorumluluğu yine anayasa gereği yürütme organına yani hükümete aittir.
Oysa şu anda artık tarafsızlık vasfı yok cumhurbaşkanının.
Tarafsız olmadığına göre sorumsuzluk vasfının da ortadan kaldırılması gerekir.
Çünkü cumhurbaşkanı artık sadece kendi görevini değil bir partinin genel başkanlığını da yapmak durumunda.
Genel başkanlık sorumlu bir makamdır. Genel Başkan yapılan işlerden atılan imzalardan sorumludur. Erdoğan bundan sonra bazı işlerini cumhurbaşkanı olarak yaparken, bazı işlerini ise genel başkan sıfatıyla yürütecektir.
Cumhurbaşkanlığı ile ilgili işlerinden ötürü “sorumlu tutulamayacak” Cumhurbaşkanının aynı sorumsuzluğu genel başkanlıkla ilgili yaptığı işlerden ötürü kullanabilmesi mümkün değildir.
Cumhurbaşkanının üye olduğu parti şu anda tek başına iktidardadır. Yürütmeyi bütünüyle elinde tutabilmektedir.
Eğer cumhurbaşkanının partisi iktidarda olmasa belki yapacağı işleri birbirinden ayırmak kolay olacaktır. Oysa partisi iktidarda olan bir cumhurbaşkanının atacağı her adım hem cumhurbaşkanı hem de parti başkanı şapkası altında değerlendirilebilir.
Bu durumda Erdoğan’ın parti genel başkanı olarak yapacağı işler nedeniyle yargı denetimine açık hale gelecektir.
İşte anayasa değişikliklerinin sadece ikisinin (partili olmak ve yargı üyelerini atamak) neden hemen yürürlüğe sokulduğunu böylece anlamış oluyoruz.

Bİ SORALIM BAKALIM

Erdoğan da Putin’e “Askerlerinizi vururuz” diyecek mi?


Cumhurbaşkanı Erdoğan dün Rusya’daydı. Devlet Başkanı Putin’le görüştü.
Erdoğan daha sonra Çin’e gidecek. Muhtemelen Çin’den hiç dönmeden 16 Mayıs’ta Amerika’ya geçecek ve Başkan Trump’la bir araya gelecek.
Putin görüşmesi gerçekleşti ama Trump’la görüşmenin “tam teyidi” henüz yapılmadı. Sadece Ankara’dan yapılan açıklamalarda görüşme kesin gibi gösteriliyor.
Erdoğan bu görüşmede Trump’a PYD’ye karşı operasyon yaptığımız bölgelerdeki Amerikan askerlerinin ve bayraklarının fotoğraflarını göstereceğini ve “Bunlar nedir, bizden misin terör örgütünden misin?” diye soracağını söylüyor.
O fotoğraflar gizli değil. Yine o fotoğraflar Amerikan yönetiminden habersiz çekilmiş ve dağıtılmış değil. Ayrıca oradaki Amerikan askerleri de kendiliklerinden orada durmuyorlar, başkentten emir alıyorlar.
Bakalım Trump fotoğraflara bakınca ne diyecek?
Ancak tam bu sırada bir saray danışmanından çok tuhaf bir açıklama geldi. Başdanışman sıfatı taşıyan İlnur Çevik bir radyo programında “Bakarsınız Amerikalı askerlere de kazara füzeler isabet ediverir” dedi.
Yani İlnur Çevik PYD’ye kalkan olan Amerikalıların vurulabileceğini söylüyor.
İyi de bir tarafta Cumhurbaşkanı yaratılan bu fiili durumdan şikayet eder ve “Bunları Trump’a da gösterip” soracağım diye haklılığımızı anlatmaya çalışırken danışmanın “vururuz” demesi ne anlama geliyor.
Bu durumda Erdoğan Trump’ın karşısına “bir tehdit”le mi oturmuş olacak? Böyle bir diplomasi anlayışı olur mu? Düzeltilecek bir işin daha da sarpa sarması anlamına gelmez mi bu?

CANIMI SIKAN ŞEYLER

Parti içi mücadele ve eleştiri “kavga” olarak nitelenemez


Referandum sonucu (kabul etmek şu anda mümkün değil tabii) CHP’de ciddi bir iç kargaşaya neden oldu.
Bazı partililer hemen kurultaya gidilmesini isterken, bazıları genel başkanın istifasını istiyor, bazıları da özellikle parti yönetimini ağır dille eleştiriyor.
Bunlar son derece doğaldır. Sonuçta referandumda CHP ciddi bir başarı sağlamıştır ama hukuksuz da olsa açıklanan sonuç kimseyi tatmin ve mutlu etmediği gibi bugüne kadar yapılan hataların konuşulmasını da sağlamıştır.
Böyle bir ortamda CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun “Parti içi kavga istemiyorum” demesi normaldir ama ardından “Kavga edeni kapı önüne koyarım” sözü talihsizliktir.
Burası çok köklü ve güçlü bir siyasi parti. Elbette parti içi bazı tartışmalar olacaktır. Son yıllarda alınan ve başarısız olarak nitelenen bazı sonuçların eleştirilmesi, yeni çareler aranması hatta kimilerinin liderlik için kolları sıvaması normal olduğu kadar demokratik bir haktır da.
Bu eleştiriler zaman zaman sertleşebileceği gibi kavga görünümü bile verebilir.
Bir genel başkan parti içi disiplini ve demokratik ortamı sağlamak için birbirini eleştirenleri “üslup açısından” uyarmalıdır ama “kapı önüne koymakla” tehdit etmemelidir.

BUNU YAZMAK GEREK

Parti başkanı Erdoğan’ın dokunulmazlığı yok


Cumhurbaşkanları sembolik görev sayıldığı için çok geniş bir hukuki koruma kalkanı arkasındadır. Halen yürürlükteki anayasaya göre Cumhurbaşkanları görevlerinden ötürü sorumsuzdur. Yargılanamazlar. Cumhurbaşkanı için sadece “vatana ihanet” suçlaması yöneltilebilir ve bir soruşturmaya döndürülebilmesi için Meclis’te 5’te 4 çoğunluk bulunması gerekir.
Buna karşı cumhurbaşkanlarının milletvekilleri gibi dokunulmazlıkları yoktur. Çünkü zaten geniş bir koruma kalkanı arkasında olan cumhurbaşkanı için ayrıca bir dokunulmazlığa gerek duymamıştır.
Oysa bu anayasanın tarafsızlık maddesi artık uygulanmıyor. Cumhurbaşkanı artık sadece cumhurbaşkanı olarak değil parti genel başkanı olarak da görev yapacak.
Bir cumhurbaşkanına görevlerinden ötürü dava açamazsınız ama bir parti genel başkanı için durum değişir.
Bu durumda parti genel başkanı olarak suç işlemesi halinde dokunulmazlık zırhı olmadığı için cumhurbaşkanı artık yargılamaya açık hale gelmiştir.
Erdoğan parti genel başkanı sıfatıyla suç işlerse savcılar harekete geçebilir, vatandaş suç duyurusunda bulunabilir, hakkında dava açılabilir, hatta mahkûm da edilebilir.
Tabii “böyle cesur savcı ve hakimler var mı” diye sorabilirsiniz. Ben de gülerim.

DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER

Baykal’ın haklı olduğu nokta


Baykal’ın “Yeni bir durumla karşı karşıyayız, kendimizi 2019’a hazırlamalıyız” sözleri parti içinde değişik tepki ve eleştirilere neden oldu.
En çok eleştiri “Baykal nasıl olur da referandum sonuçlarını kabullenip teslim olur” sorusuyla yapılıyor.
Hukuki süreç devam ederken iktidarın “dayatmacı” ve “işine gelirse” tavrına karşı elbette mücadele sürecektir.
Ancak Baykal’ın dikkat çektiği noktayı da ihmal edemeyiz.
Evet, referandum konusunda hukuki sürecin sonuna kadar mücadele edilmeli, ama bir sonuç alınamayacağı konusu da ihmal edilmeden hazırlıklar da yapılmalıdır.
Ülkede demokrasi, hukuk ve insan hakları fiilen askıya alındığından, hukuk süreci bizzat yüksek yargı tarafından tıkanırken bütün gücü sadece bu alana kaydırmak patinaj da yaptırabilir.
Bence, Baykal keşke çok haklı olarak dikkat çektiği bu noktayı kamuoyu önünde değil de parti içindeki basına kapalı toplantıda söylemiş olsaydı önce.

YENİ ÖĞRENDİM

Mahkeme Zarrab’ın hükümetle ilişkisini dolaylı yoldan iddia etti


Pazartesi günü yazdığım yazıda Zarrab’ı yargılayan mahkemenin, Zarrab’la Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti arasında ilişki kuracağını öğrendiğimi belirtmiştim.
Amerika’daki gazeteci dostum “Bu ilişkinin resmen açıklanması halinde Erdoğan-Trump görüşmesinin de tehlikeye gireceği söyleniyor” demişti.
Duruşma bizim saatimizle önceki gece yapıldı. Mahkemede Zarrab’ın hükümetle ilişkili olduğunu açıkça dile getirilmedi ama dolaylı yoldan bu ima yapıldı.
Ayrıntılarını haber sayfalarımızda okumuş olmalısınız. Savcılık Zarrab’a 20’yi aşkın soru sordu. Bu soruların hepsi Zarrab’ın avukatları ile ilgiliydi. Savcı Zarrab’ın avukatlarının aynı zamanda Türk hükümetinin de avukatı olduğunu Zarrab’a hatırlatarak “Avukatlarınız Türk hükümetini korumak için sizin savunmanızı zayıflatabilir bunun farkındasınız değil mi?” diye sordular.
Soruların hepsinde bu hatırlatma yapıldı ve Zarrab’a “tarafsız bir avukat tutma hakkınız var” dendi.
Zarrab bunları anladığını ve başka avukat istemediğini söyledi.
Bu durumda ilerleyen duruşmalarda Zarrab’ın hakkındaki suçlamalara konu olan bir dizi eylemi Türk hükümetinin bilgisi ve hatta izni ve talimatı doğrultusunda yaptığı ileri sürülebilir ki bu Türkiye için son derece sıkıntılı bir durum yaratacaktır.