Sevgili okurlarım, kurulan tezgâhlar sonucunda komşumuz Suriye dibe vurdu, harabeye döndü ama halen ayakta. Yıkılmadı.
Suriye’nin başına gelenler, daha doğru bir deyişle başına getirilenler, inanılır gibi değildi.
Beşar Esad rejimini yıkmak için başlatılan iç savaş taa 2011 yılından beri sürüp gidiyor.
Size bu konuda bazı rakamlar vereyim de şaşırın.
- Ölen ve kaybolanların sayısı 480 bin.
- Suriye’den kaçanların sayısı 5 milyondan fazla. Bunların 3.5 milyonu bize geldi!
- Ülke içinde göçmen olup yer değiştirenlerin sayısı 6 milyon 600 bin kişi.
Bunlar resmi kayıtlara giren rakamlar. Bir de kayda girmeyenleri düşünün ve felaketin boyutunu lütfen unutmayın.

* * *

Ülkesinden kaçan 3 milyondan fazla Suriye vatandaşı Türkiye’ye sığındı. Aslında amaçları Batı ülkelerine göçüp orada uygar bir yaşam elde etmekti ama ne yazık ki başaramadılar.
Bir bölümü Akdeniz’in sularında boğularak can verdi.
Şu anda milyonlarca Suriyeli Türkiye’de yaşıyor ve açık konuşalım, başımıza dert olmuş durumdalar.
Bu insanlık faciaları sonrasında Beşar Esad rejimi yine de yıkılmadı.

* * *

Peki bizim iktidarımız bu rejimi niçin hedef almıştı?
Beşar bize 911 kilometrelik sınırımızdan terör mü ihraç ediyordu?.. Türkiye’den toprak mı istiyordu?.. Bize karşı şu veya bu biçimde düşmanlık mı sergiliyordu?..
Hayır!
Önceki yıllarda Beşar Esad’ın koltuğunda babası Hafız Esad oturuyordu... Ve işte o adam Apo’ya sahip çıkmış, onu Şam’da koruyup besliyor, PKK terörü ise Türkiye’yi mahvediyordu.
Hafız Türkiye’nin gerçek düşmanı idi çünkü örgütün başını Suriye’de barındırıyordu.

* * *

Türkiye Cumhuriyeti son aşamaya kadar sabretti... Ve 1998 yılı sonlarında bir gün Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Atilla Ateş Hatay’da Suriye sınırına gitti, sert bir konuşma yaptı, açıkça tehdit etti:
“Sabrımız tükenmiştir. Apo Suriye’de yaşamaya devam ettiği takdirde Türk Ordusu gerekeni yapacaktır.”
Hemen ardından merhum Cumhurbaşkanımız Süleyman Demirel Meclis kürsüsünden seslendi ve aynı şeyleri söyledi. İşin şakası yoktu, Suriye’ye gerçekten de girecektik.
Hafız Esad korkmuştu...
Apo’yu sınırdışı etmek zorunda kaldı.
Sonrasını biliyoruz, uzun bir süreçten sonra Kenya’da yakalandı ve İmralı’ya tıkıldı.

* * *

Hafız’ın ölümünden sonra devlet başkanı seçilen Beşar babasının yaptığı bu tarihi hatadan ders aldı, Türkiye ile yakın ve sıcak ilişkiler kurdu.
O kadar ki, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’la gerek Türkiye ve gerekse Suriye’de buluştular, dostluk mesajları verdiler. Bu buluşmalar aile boyu, eşleriyle birlikte oluyordu...
“Kardeşim Esad... Kardeşim Tayyip!..”
İki ülke arasında vizeler kaldırıldı, ticaret büyük artış gösterdi, 911 kilometrelik sınırımız bir dostluk ve kardeşlik sınırına dönüştü.
Herkes mutluydu!

* * *

Bu süreç ABD’den bizimkilere gelen kesin talimata kadar aynen devam etti. Günün birinde ABD bizimkilere bildirdi:
“Biz Esad’ı devirmeye karar verdik, haydi Türkiye iş başına!.. Dost ve müttefik olarak gereğini birlikte yapacağız!”
Bizimkiler kraldan çok kralcı çıktı ve iç savaşa destek verdi.
Böylece yeni sınır komşularımız oluştu!
Esad rejiminden ele geçirilen topraklara Türkiye’nin en büyük düşmanı olan terör örgütleri yerleşti...
PKK, IŞİD ve çeşitli İslamcı terör örgütleri...
Sınırlarımızda ve sınırımıza yakın bölgelerde artık bu örgütlerin paçavraları dalgalanıyordu.
Yıllar böyle geçti.

* * *

Bizim iktidar derseniz, büyük bir umutla bekliyordu!
“Esed rejimi bizim desteğimizle yıkılacak, Şam’da Emevi Camisi’nde hep beraber cuma namazı kılacağız!”
Bu arada hemen belirteyim, Esad’ın adını “Esed” yapmışlardı. Herhalde hakaret etmek ve küçük düşürmek için!.. Ancak bunun nedenini kendileri de bilmiyordu zira Osmanlıca sözlüğe baktığınızda “Esed”in karşısında “Hazreti Ali’yi” tanımlayan “Aslan” yazıyordu. (Şimdi jetonları herhalde düştü ki, yine Esad demeye başladılar!)
Bütün bunlar olurken, bunca kan akarken, milyonlarca insan acı çekerken bizimkiler nasihat aldılar, dünyaya küçük düştüler. Saygınlığımızı yitirdik, üstelik yeni düşmanlar kazandık.
Üzerimize milyarlarca dolarlık yeni parasal yük bindi.
Başta Sadrazam Davutoğlu Ahmet Paşa olmak üzere bu
süreci yönetenlerden, başımıza bu belayı açanlardan şimdi hiç ses çıkmıyor.

* * *

Sonunda döndük dolaştık, geldik birkaç gün önce Rusya’nın Soçi kentinde yapılan üçlü konferansa...
Karar açıklandı:
Suriye’nin parçalanmasına izin verilmeyecek, toprak bütünlüğü korunacaktır.
Abicim madem filmin en başına dönülecekti, durup dururken biz bu haltları niye yedik, başımıza bu belaları niye açtık!