Ergenekon davasının bugünkü duruşmasında açık kimliğiyle ifade vermek isteyen Deniz kod adlı gizli tanık Şemdin Sakık çıktı. 1993 yılında 33 erin şehit edilmesi olayı ve birçok saldırıdan sorumlu tutulan Sakık'în ne ifade vereceği merak konusu.

İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi'de görülen 65'i tutuklu 274 sanıklı Ergenekon Davası'nın 255. duruşması başladı. Silivri Ceza İnfaz Kurumları Yerleşkesi'nin yanında bulunan büyük salonda yapılan duruşmada CHP İzmir Milletvekili Mustafa Balbay, Gazeteci Tuncay Özkan ve eski Özel Harekat Dairesi Başkanvekili İbrahim Şahin de aralarında bulunduğu 33 tutuklu sanık hazır bulundu. Genelkurmay eski Başkanı emekli Orgeneral İlker Başbuğ, CHP Zonguldak Milletvekili Mehmet Haberal'ın da aralarında bulunduğu 32 tutuklu sanık duruşmaya katılmadı. Mahkeme Başkanı Hasan Hüseyin Özese Gizli Tanık Deniz'in dinleneceğini açıkladı.

Sakık'ın dinlenmesine devam ediyor

Gizli Tanık Deniz'in sesi ve görüntüsü bozularak duruşma salonunda bulunan ekranlara yansıtıldı. Gizli Tanık Deniz, açık kimliğiyle ifade vermek istediğini ve orijinal görüntüsünün duruşma salonuna yansıtılmasını talep etti. Mahkeme duruşmaya kısa bir ara verdi. Aranın ardından kararını açıklayan Mahkeme heyeti, Gizli Tanık Deniz'in talebini oybirliğiyle kabul ettiğini açıkladı. Gizli Tanık Odası'nda ifade veren Gizli Tanık Deniz'in, Şemdin Sakık olduğu anlaşıldı. Duruşma Şemdin Sakık'ın tanık olarak dinlenmesi ile devam ediyor.

Hükümetten ilk açıklama
Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ, Şemdin Sakık'ın gizli tanık olmasıyla ilgili "yasalar çerçevesinde sanıklıksa diyecek bir şey yok" diye yorum yaptı.

2 bin PKK'lının infazını anlatmıştı
PKK'nın bir dönem 2 numaralı ismi olan Şemdin Sakık, geçtiğimiz Şubat ayında Diyarbakır Adliyesi'ne getirilerek Özel Yetkili Cumhuriyet Savcısı Osman Coşkun'a ifade vermişti. Suriye'deki Bekaa kampında, 2 bin PKK'lının, Öcalan'ın emriyle 'ajan oldukları', 'başarısız eylem yaptıkları' 'Öcalan'a saygısızlık ettikleri' gibi nedenlerle infaz edildiğini 4 saatlik ifadesinde anlatan Sakık, bu ifadesinde Öcalan'ın "örgüt idare etmek kolay değil" diyerek uyuşturucu ticaretini serbest bıraktığını söylemişti.

Sakık'ın ifade başladı

İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen Ergenekon Davası'nda Gizli Tanık Deniz kimliğini açıkladı. Bu gizli tanığın Şemdin Sakık olduğu ortaya çıktı. Orijinal sesi ve görüntüsü duruşma salonunda bulunan ekranlara yansıtılan Şemdin Sakık, mahkeme Başkanı Hasan Hüseyin Özese'nin sorularını yanıtladı. Mahkeme Başkanı Hasan Hüseyin Özese, "Yalçın Küçük ve Doğu Perinçek hakkında beyanlarda bulunmuşsnuz. PKK içinde yıllarca bulunduğunuz söylemişsiniz. PKK ne zaman, nasıl kuruldu, dosyamız sanıklarıyla ilgisi bulunan var mı, PKK'ye nasıl girdiğiniz anlatır mısınız?" diye sordu.

Öcalan ve Perinçek görüşmesi

1979 yılında PKK'ya sempati duyduğunu, 12 Eylül darbesinden sonra kendi başına dağa çıkmak zorunda kaldığını anlatan Sakık, "Yurt dışına çıkmam nedeniyle PKK'ya bizzat katıldım. 1978'deki kuruluşunu, sonradan aldığım eğitim neticesinde öğrendim. O sürece ilişkin bildiklerim PKK'nın bize öğrettikleriyle sınırlıdır. Doğruluğu konusunda kuşkularım vardır. Hem Abdulah Öcalan kendisi ifade etmiştir. Ancak yapılanları, gelişmeleri değerlendirdiğimde, Öcalan'ın kullandığı ifadeler, sarf ettiği sözler değerlendirildiğinde özgücüne dayanmadığını, gerçek bir Kürt hareketi olarak ortaya çıkmadığını örgütten ayrıldıktan yıllar sonra daha iyi anladım" diye konuştu. "Bekaa Vadisi'nde tanık olduklarımdan sonraki süreçte yaşananların bazı konuların aydınlatılmasında mahkemeye yarayabileceğini umuyorum" diyen Sakık, Doğu Perinçek'in PKK ile daha doğrusu Abdullah Öcalan ile olan ilişkilerinden sonra, Perinçek'in çekilmesi üzerine Yalçın Küçük ile ilişkilerinin geliştirildiğini belirtti. Sakık, "Perinçek, 'Gazeteci kimliği ile geldim' dedi. Perinçek'in Bekaa'yı ziyaretinde ortaya çıkanlar dikkat çekiciydi. İnsanlarla tokalaşmayı bile otoritesine bir leke olarak gören Öcalan'ın Doğu Perinçek ile öpüşmesi, günlerce baş başa bir odada görüşmesi, sonra onu kitaplaştırıp, yayınlaması gibi bir çalışma oldu. Barış elçisi olarak, kardeşlik elçisi olarak geldiğini söyledi. O güne kadar pos bıyığı, sesi, ifadeleriyle köylü görümünü ile tanınıyor olmasına rağmen Doğu Periçek ile yayınlanan fotoğrafları sayesinde, elinde çiçek, yüzünde gülücük hoş bir önder kişilik olarak kamuoyuna yansıtıldı. Öcalan, bir lider imajıyla sunularak kabul ettirilmeye çalışıldı" dedi.

"Beni öldürmek istediler"

Örgütten ayrılmak istediğini, ayrılmanın da ya öldürülme ya da kaçmakla olduğunu belirten Sakık, "Beni öldürmek istediler. Ben kaçıp cezaevine girdim. Ben bir tane bile örgütçü yakalatmadım. Dava sanıklarından Yalçın Küçük bana 'kahraman' diyordu, şimdi ise 'hain' diyor. Bir insan 2 gün önce kahraman, sonra nasıl hain olur. Bu insanın yaptığı birşey olmalı. O zaman, silahlı mücadeleyi üst noktaya götürtmekti. Silahlı mücadelenin devam etmesini istediği için Abdullah Öcalan'a her zaman 'Kardeşim' dedi. Bu yaklaşım hala da devam ediyor" diye konuştu.

"Açlık grevlerinin ölüm grevlerine dönüşebileceğini söyledim"

Sakık, "Açlık grevlerinin ölüm grevlerine dönüşebileceğini söyledim. PKK şiddetinin bir boyutunu da böyle algılamamız gerekiyor. Elbette inkar edilen hakların bunda rolü var. Ben çıkışıyla ilgili değil, gelişimiyle ilgiliyim. Bu günlere getirilmesinde dış güçlerin, Amerika, komşu ülkeler hep vardı. Bunların rolü kadar solcu geçinen, liberal solcu etiketi takanlar, altanlar buna girer. Bunların hepsinin bir biçimde bu şiddetin sürmesinde katkısı vardır. Bunlar benim yorumun değildir" dedi.

Bahtiyar Aydın'ın ölümüne ilişkin konuştu

Sakık, Tuğgeneral Bahtiyar Aydın'ın ölümüne ilişkin de şunları söyledi:

"1993 yılında Mumcu cinayetiyle başlayan Bahtiyar Aydın cinayetiyle son bulan, 1994'e de yansıyan cinayetleri ve Türkiye'de yönetim değiştiğini dile getirmiştim. Bu cinayetlerin bir sahibi olması gerekir. Bahtiyar Aydın cinayetini örgütün üzerine attılar. Lice'de helikopterden iner inmez vuruldu. O zaman Lice yakınlarındaydım. Etrafımız kuşatılmıştı. Adeta bitiş seviyesindeydik. Telsizler vardı. Askerini telsizleri de vardı. Birbirimizi dinler ona göre hareketlerimizi planlardık. Bir anda telsizden paşa vuruldu diye bir anons geçti. Telsizden Lice'deki dağlık grubu aradım. Yapmadıklarını söylediler. Askerin telsizine girerek bizim ilgimizin olmadığını söyledim. 'Bir tuğgenerali vursak bunu dünyaya yayınlarız. Örgütün burada herhangi bir rolü yoktur,' dedim. Bu olay üzerine operasyonu sona erdirdiler. Bunun sayesinde ben o zaman kurtuldum. Olay üzerime yıkıldı. Direkt olarak ben sorumlu tutuldum. Bu olay aydınlatılmadı. Birileri cinayet işliyor, birileri de azabını yaşıyor. Paşayı devletin içinde bir ekip vurdu. Şüphem yok. Paşayı devlet vurdu. Hatta duyduğuma göre vuran asker de öldürüldü. Lice'de çatışma süsü verdiler. Derin devlet vardır. kimi Ergenekon, kimi derin devlet dedi. Bence ayrımı yok. Öteden beri sol çevereler bütün hayellerinin ordu üzerinde kuruyorlar."

Sanıklar tepki gösterdi

Tutuklu sanık Aydınlık Gazetesi yazarı Hikmet Çiçek de söz almadan "Propaganda yapıyor" diye bağırdı. Mahkeme Başkanı Hasan Hüseyin Özese, "Dışarı çıkarmak zorunda kalacağım" diyerek Çiçek'i uyardı. Zekeriya Öztürk de tanık Sakık'ın anlattıklarına tepki göstermesi üzerine duruşma salonundan çıkarıldı. Duruşmaya öğle arası verildi.

BİNGÖL OLAYI ÜZERİME ATILDI
Bingöl'de 1993 yılındaki 33 askerin öldürülmesine ilişkin, "33 asker şehit edildi, direkt üzerime atıldı. Olayı benim üzerime yığdılar. Devlet benim o dönemde Kulp kıraslında olduğumu biliyordu. Ruh halimi bile biliyordu. Benim hakkımda, istihbarat almış, 'Yeşil ile ilgisi var' dediler. O dönem örgüt tek taraflı ateşkes ilan etmişti. Devlet de bu ateşkesi bozmak için her gün operasyon yapıyordu. Örgüt lideri, 'Herkes birbirini korumak için misilleme yapabilir' diye talimat verdi. Öyle karakol basmak, büyük eylem yapmak imkanı yoktu. Kimlik sorma, yol kesme, mayın döşeme gibi eylemler yapıyorduk. Büyük silahlarımız yoktu. Küçük silahlarımız vardı. Askere yol kesme yapıldı. Götürelim mi , vuralım mı tartışması yapıldı. Güvenlik kuvvetleri olay yerine gidince 2'si öldürülüyor. Ayak üstü karar veriliyor. Kimi öldürülüyor kimini de yanlarında götürüyorlar. Bu olayın tetikçisi PKK'dır. Ancak örgüt liderinin eylem yapın talimatına karşın bu askerler tedbirsiz yola çıkarılmıştır. Neden tedbir alınmadı. Bu planlanmış birşeydir. Ben bu olayda insani olarak sorumluluk kabul ediyorum. Hergün telsizleri dinleyen, nerede ne kadar kişi olduğumuzu bilen, 200 kişi olduğumuzu bilen güvenlik güçleri, bu taburu çıkarırıken, eylem yapılacağını bildiği halde neden tedbir almadılar" diye konuştu.

"DEVLETİN EN KİLİT NOKTALARINDAKİ İNSANLAR GÖTÜRÜLDÜ"
Sakık, bu sürecin bir planlama olduğunu ifade ederek, "Öncesinde Özal, onun öncesinde Cem Ersever, onun öncesinde Eşref Bitlis gitmiştir. Kilit noktaları tutanlar tasfiye edildi. Güçlü bir savaş için bu bahaneyi yaratmaları gerekiyordu. Tek başına 33 asker olsaydı. Kazadır, derdik. Kana susamış timin işidir, derdik. Ama bu zincirin halkasıydı. Savaş talimatı da aynı yıla denk geldi. 1993'te gerçek anlamıyla 12 Eylül'den daha kanlı daha köklü, daha korkunç bir darbe oldu. Sayı olarak, nitelik olarak da daha kanlıdır. Devletin en kilit noktalarındaki insanlar götürüldü" dedi.

"PİYON OLARAK KULLANILDIĞIM İÇİN UTANÇ DUYUYORUM"
Sakık, "2 yıl önce Kürt açılımı ortaya attılar. İnsanlar da umutlanmıştı. ABD, Zübeyir Aydar, Murat Karayılan, Rıza Altun bunları uyuşturucu kaçakçısı olarak listeye aldı. Bu da demek oluruyor ki siz hangi İskandinav ülkesine giterseniz gidin tutuklanacasınız. Siz silah bırakırsanız sizi yargılarım demektir bu. Onlar da mecburen silaha yeniden sarıldılar. Çünkü ABD'nin düşmanı olanın yaşayacak yeri yok. Kürtlerin bazı hakları vardı. Bu hakları saygı gösterilmelidir. Ama mücadelemiz sırasında bazı güçler tarafından piyon olarak kullanıldığım için utanç duyuyuorum" dedi.

"ÖRGÜTTEN 1. KOMUTAN OLARAK AYRILDIM"
Sakık, "18 yıl boyunca PKK'da kaldım. Hamal olarak girdiğim örgütten 1. Komutan olarak ayrıldım. Örgüt liderine en yakın olması gereken isimlerden birtanesiydim. Ancak benim Abdullah Öcalan ile bütün konuşmalarımı toplarsanız Yalçık Küçük'ün bir kere konuşması kadar olmaz. Zaman açısından söylüyorum. Bunun saklanacak bir yanı yoktur. Artık 'Gazece' sıfatıyla görüştüm, 'ikna etmek' için oraya gittim, ifadeleri kimseyi inandırmıyor" diye konuştu. Mahkeme Başkanı Hasan Hüseyin Özese, " Küçük ile Abdullah Öcalan biraya geldiklerine ne görüşüyorlardı" diye sordu. Şemdin Sakık "Görüşmeleri başbaşa ise bizleri yanlarına almazlardı. Tahminin baş başa iken Yalçın Küçük, Türkiye ve Avrupadaki gelişmeler hakkında Abdullah Öcalan'ı bilgilendiriyordu. Yalçın Küçük Avrupa'da örgüt faaliyetinin içindeydi. Öcalan'a istihbarat getiriyordu" dedi.

"YALÇIN KÜÇÜK ÖRGÜT İÇİN ALLAH'IN BİR LÜTFU"
İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek'in, Abdullah Öcalan'ı ziyaretinden sonra örgüt militanı sayısında patlama olduğunu söyleyen Sakık, Doğu Perinçek'in çekilmesinden sonra yerini Yalçın Küçük'ün doldurduğunu belirtti. Sakık, "Doğu Perinçek'in Abdullah Öcalan ile ilişkisi ne ise Yalçın Küçük'ün ilişkisi daha fazlaydı. Bize silahlı eğitim veriyordu. İkinci başkanımız mı, diye düşünüyorduk. 'Rüzgara tutunmuş adam' başlıklı bir makale yazmıştı. Bu yazı, örgütün güçlendirilmesini ve savaşın kızışmasını isteyen bir yapıdaydı. Abdullah Öcalan bize Yalçın Küçük'ün Türkler için bir şans, örgüt için Allah'ın lütfu olduğunu söylerdi" dedi. O dönemde Abdullah Öcalan'ın silahlı mücadelenin bir çıkmaza girdiğini söylediğini belilrten Sakık, bu nedenle ayrı düştüklerini ve örgütten kaçtığını söyledi. Sakık, "Aslında 1993 yılında en büyük darbe oldu. Bu ülke bir değişime uğradı" dedi. Sakık, PKK'nın, silah olarak kullanıldığını belirterek, PKK'nın gerektiğinde Türklere, gerektiğinde ise devlet içindeki dinamiklere yöneltildiğini ifade etti.

GAFFAR OKKAN SUİKASTİ
Diyarbakır Emniyet Müdürü Gaffar Okkan'ın suikastine ilişkin açıklamalarda da bulunan Sakık, "Ergenekon Davasıyla ne kadar ilgilidir bilmiyorum. Bu ölçüde faili meçhul olarak kalan, gizlenen olayların hepsi birbirine bağlıdır. Bir gücün işidir" diye konuştu. Yeni yakalandığında Diyarbakır valisi ve emniyet müdürünün kendilerine bir konferans verdiklerini anlatan Sakık, "Emniyet müdürü Gaffar Okkan ile 5 dakika görüştüm. Eşya ve yiyecek gibi sorunlarımı anlattım. Okkan "Ülkeye zarar verdin, hizmet de etmelisin" dedi. Saygı duyduğum insanın ölümü gerçekleşti" diye konuştu.

"HER FAİLİ MEÇHUL CİNAYET YÜZDE YÜZ DEVLET DESTEKLİDİR"
Sakık, "1994'de Tunceli'deyken 2 orman işçisi gençleden birini yanıma aldım. Aramızda baba-oğul ilişkisi oluştu. 1998 yılında örgütten ayrıldım. Bu oğlum dediğim kişide 1 yıl sonra Diyarbakır'da yakalanıp itirafçı oldu. Başvurdum beni görüştürdüler. Zaman zaman göreve çıkıyordu. Dicle'de bir yüzbaşının yanında kalıyordu. Gaffar Okkan şehit düşünce ona sordum. Okkan'a yapılan eylem, dünyanın hiç bir yerinde bu kadar yağdan kıl çekercesine, hedefi yüzde yüz vuran eylem görülmemiştir. Eğer bunlar Lübnan'da eğitilen Hizbullah olsa bomba kullanırlar' dedim. İran'daki Hizbullah olsa hiç bir zaman sonuca gitmezler, dedim. Bu kesinlike Hizbullah işi değil, dedim. Cezaevinde yan koğuşumda Hizbullah lideri kalırdı. Havalandırmadan konuşurduk. 'Bilmiyoruz' diyorlardı. Bunlar bunun çeyreğini bile yapamazlar. PKK'nın bile bu kadar başarılı bir eylemi olmamıştır. Her faili meçhul cinayet yüz de yüz devlet desteklidir. Gaffar Okkan'a, askeri, siyasi, istihbarat açısından bakarsanız kesinlikle Hizbullah işi değildir. Bu bölgede bütün silahlar karışıktır. PKK silahları ordunun elindedir. Silahlardan çıkan mermiye bakarsanız tetikçisini bilmek mümkün değildir" dedi. Duruşma Sakık'ın dinlenmesi ile devam ediyor.

Şemdin Sakık kimdir?

Şemdin Sakık (d. 1959, Yörecik, Muş), "Parmaksız Zeki" kod adlı eski PKK militanı.

PKK'ya katılış nedenlerini "aile baskısı, ağalığa isyan ve devlet baskısı" olarak sıralayan Sakık, örgütün dağ kadrosunda 18 yıl kaldı. 15 Mart 1998'de örgütten ayrılıp KDP peşmergelerine sığındı. 13 Nisan 1998'de Kuzey Irak'ın Duhok kentinde düzenlenen bir askeri operasyonda kardeşi Arif Sakık ile birlikte yakalanarak Türkiye'ye getirildi. Operasyonda "Yeşil" kod adlı Mahmut Yıldırım'ın kullanıldığı yıllar sonra Millî İstihbarat Teşkilatı tarafından doğrulanmıştır.

Sakık, Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesinde "devletin hakimiyeti altında bulunan topraklardan bir kısmını devlet idaresinden ayırmaya yönelik eylemler yapmak" suçundan yargılandı ve idam cezasına çarptırıldı. Cezası daha sonra ömür boyu hapse çevrildi. 28 Şubat andıcını zorla imzalaması için Astsubay Ali Kaya tarafıdan ağzına tabanca namlusunun sokulduğunu dile getirmiştir. Astsubay Kaya, daha sonra Şemdinli olayından mahkûm olmuştur.

Diyarbakır E Tipi Cezaevi'nde kalan Sakık'ın, Pişmanlık Yasası ve Topluma Kazandırma Yasası'ndan yararlanmak için yaptığı başvurular mahkeme tarafından reddedildi. 2010'da bir suikast girişimine hedef olmuştur.