Fatih külliyesi...
İstanbul Fatih’te Fevzi Paşa Caddesi üzerindedir. Büyük devrimci Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethinden sonra İstanbul’da inşa edilen ilk külliye idi.
Külliye yıllardır Nakşibendilerin kontrolündedir. Ekmeleddin İhsanoğlu'nun baba dostlarının-öğrencilerinin ders verdiği bir yerdir. Ama konumuz başka...


Yıl 1993...
Hacettepe Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Fahri Unan, ''Fatih Külliyesi Medreseleri'' ile ilgili doktorluk tezini; görüşlerini almak üzere İslam Tarih, Sanat ve Kültür Araştırma Merkezi (IRCICA) başkanı Prof. Dr. Ekmeleddin İhsanoğlu’na gönderdi. Ekmel Bey, tez ile ilgili tek kelime etmedi; ne eleştirdi ne de övdü.
Prof. Unan bu teziyle doktor ve ardından doçent, profesör oldu. Fakat akademik dünyanın merdivenlerini çıkmak pek öyle kolay olmadı.


Yıl 1996...
Ekmel Bey, “Fatih Külliyesi Medreseleri Ne Değildi! Tarih Yazıcılığı Bakımından Tenkit ve Değerlendirme Denemesi'' başlıklı uzun bir makale kaleme aldı... Sunuşunu Recep Tayyip Erdoğan'ın yazdığı, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür İşleri Daire Başkanlığı yayınlarında (Sayı 17, s.105-136), ''İstanbul Armağanı/Fetih ve Fatih'' konu başlıklı dergide yayınladı.
Fahri Unan, dergiyi okuyunca küçük bir şoke geçirdi. Çünkü Ekmel Bey'in makalesi, üç yıl önce yazdığı tezinin aynısıydı! Dayanamadı...
Türkiye Günlüğü Mart-Nisan 1996 tarihli dergiye, Ekmel Bey'in intihalini/ yani tezinden aldığı alıntıları ve fikirlerini kaynak göstermeden kendi görüşüymüş gibi yazmasını eleştirdi. Bilim dünyasına şikayet etti. ''Tezimizin Sayın İhsanoğlu’na böyle bir ilham kaynağı teşkil etmesi bizi elbette sadece memnun eder. Ancak, bizim çalışmamız vesilesiyle kaleme alınmış olan bir yazının, bir taraftan taşıdığı başlıkla fazla bir ilgisinin bulunmaması, diğer taraftan ciddi yanlışlarla, peşin hükümlerle ve tenakuzlarla dolu olması ve nihayet henüz yayımlanmamış bulunan çalışmamızda ileri sürülen bazı düşüncelerin açıkça kaynak gösterilmeden aktarılması, bizi bu yazıyı yazmaya sevk etti...''


Osmanlıca'ya hakim değil

Prof. Dr. Unan'a göre, Ekmel Bey'in makalesi doçentlik tezinin özetiydi. Ekmel Bey ''bilimsel makalesini'' tezinde yer alan o ana kadar Fatih külliyesiyle ilgili çalışmalarda başvurulan kaynakların dışında, hiçbir yeni veri ve argümana dayandırılmamıştı. “Sayın İhsanoğlu, konu üzerinde çalışan her araştırmacının şu veya bu şekilde gözden geçirdiği kaynakların ihtiva ettikleri verileri, orijinal sayılabilecek değerlendirmelere tabi tutmadığı gibi, kaleme aldığı söz konusu yazısında, üzerinde durduğu konular hakkında şimdiye kadar bilinenlerden çok farklı bir şey de söylememektedir.''
Öyle ki... Prof. Unan'ın tez kapsamında yaptığı hataları bizzat Ekmel Bey de yapmıştı!
Keza... Ekmel Bey sadece doçentlik tezinden değil başka yazarlardan da intihal yapmıştı. “İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi, Halis Efendi kitapları arasında siyaset kısmında 206 numarayla kayıtlı olduğu belirtilen ve ilk defa Şerafettin Yaltkaya tarafından neşredilen'' metin buna örnekti. Ekmel Bey, ''Yaltkaya’nın metnini aktarırken metnin aslına sadık kalmamakta, metin üzerinde kendisine göre düzeltmelerde bulunmaktadır.''
İntihal var, ama tahrif de var!..
Ekmel Bey makalesinde Osmanlıca'ya da hakim olmadığı için hatalar da yapmıştı. “Eski Türkçe'nin yapısının tam olarak farkına varamadığı için, metinde doğru olarak okunan kelimeleri, tashih edildiği zannıyla'' bozmuştu.
Akademik detaylara girmeyeyim; ilgilenenler dergiye bakabilir.

Ekmel Bey'in kibirli dili


Ekmel Bey; Türkiye Günlüğü (41), Temmuz-Ağustos sayısında “Edeb Ya-Hu!.. Tenkid, Had ve Alay'' başlıklı karşı yazısını; İmam-ı Azam'ın sözüyle başlayıp Hz. Muhammed'in hadisleriyle sürdürerek, Prof. Unan’a sert yanıt verdi. “Münazara adabını bilmeyen ve bugün Batı'da çıkan ilmi neşriyatta bulunan tenkitlerden haberdar olmayanlar, önlerinde tenkit babında herhalde her gün gazete ve televizyonlarda gördükleri siyasi tartışmaların dışında örnek bulamadan ve bunu kabul ederek veya şuur altlarına yerleştiği için onun tesiri altında kalarak hareket etmeye başlıyorlar.''


Ekmel Bey'e kibar adam diyorlar!
''Hiç gereği yokken yazar, makalemizin şahsına yönelik olduğunu ve yapmış olduğu doktora çalışmasının açıkça kaynak gösterilmeden aktarıldığını zannetmekte ve okuyunca biraz da tezimizden mülhem olarak söz konusu yazıyı kaleme aldığı’mız intibağını vererek başlayan, tenkit yazısı boyunca bu suçlamasını artan bir şekilde devam ettirmekte ve -burada münazara adabına sadık kalarak temas etmeyeceğimiz- alaycı ifadeler kullanarak okuyucuyu yanlış bir tesir altında bırakmaktadır'' dedi.


Ardından... Prof. Unan’ın aksine tezindeki bilgilerden yararlandığını ve bunu makalesinin başında belirttiğini yazdı. Ama böyle bir referans olmadığı bizzat Prof. Unan tarafından dile getirildi.


Ekmel Beyin ''kibirli dili'' şaşırtıcıydı:
“Akademik teammülleri dışlayan hem Doğu hem Batı adabını hiç sayan, ayrıca onun akademik formasyonu konusunda bizi şüpheye sevk eden kısmı geçelim ve kontrolsüz hislerle meşbu, haddini aşan isabetsiz ifadeler içinde ele aldığı...''


Ağır sözlerden sonra mızrak döndü Prof. Unan’ın tam kalbine saplandı: “Bu cevap yazısında söylemek istediğimiz son söz, daha önce sevdiğimiz, çalışkanlığını ve edebini takdir ettiğimiz genç meslektaşımızın hangi sebep veya müsebbipten dolayı ise düştüğü bu infial halinden kurtulup her zaman ilimle iştigal edenlerin haline tekrar bürünmesidir. Hiç kimse hatadan masun değildir. Hatadan rucu’ etmek de faziletlerin büyüğüdür.''
Ekmel Beyin Türkçesi de hayli sorunlu gözükmüyor mu?
Ve... Ekmel Bey ''haddinizi bilin'' diye bitirdi yazısı...
Bu arada... İntihal, ''kamu görevinden çıkarma cezası''nı gerektiren hükümler içerisindedir!


Sonuç?
Ya göründüğü gibi ol, ya da olduğun gibi görün!..



Adı, Ali Ulvi Kurucu...
3 Mart 1922'de Konya'da doğdu. Konya'da ''İslami uyanışın'' öncüsü olan Hacı Veyis Efendi'nin torunu; İbrahim-Sare çiftinin oğluydu. Konya'da aile adına külliye vardır.

Aile 1939'da Medine'ye göç etti. Ali Ulvi Kurucu Kahire'ye geçerek El-Ezher'de tahsil hayatını sürdürürken, Ekmeleddin İhsanoğlu'nun babası İhsan Efendi ile tanıştı... M. Ertuğrul Düzdağ, Ali Ulvi Kurucu ile yaptığı nehir söyleşisini üç cilt halinde, ''Üstad Ali Ulvi Kurucu Hatıralar'' kitabında topladı. Kitabı okuyunca, Ekmel Bey'in babasının düşünsel dünyasını öğreniyorsunuz. Hiç yorum yapmadan sizi Ali Ulvi Kurucu ile baş başa bırakmak istiyorum.


TANIŞMA:
Kahire'ye gelişimin ilk günüydü. Arkadaşlar, 'İhsan Efendi'ye derse gideceğiz, seni de götürelim' dediler. Hep birlikte Sultan Mahmud Tekkesi'ne gittik. İhsan Efendi medrese olarak kullanılan bu eski tekkenin müderrisi idi...


ŞAPKA TEPKİSİ: Her zaman Osmanlı sarığı ve Osmanlı cübbesi giyen Hocaefendi, medresede beyaz entari ve takke ile oturuyordu... Aramızda Türkiye'de Diyanet'te vazife alan Hamdi Kasaboğlu da vardı. Bir gün şakaya vurdurarak şöyle dedi: 'İnşallah memlekete döndüğümde, öyle, 'şu haramdır, bu helaldir diye milleti perişan eden hocalardan olmayacağım. Bu hocalar milleti perişan ettiler. Millet ne yapacağını şaşırdı. Bilhassa 'şapka haramdır' diyenlere karşı, 'bakın millet, ben iki şapka birden giyiyorum' diyeceğim. İhsan Efendi o zamana kadar kendinde görmediğimiz kadar kızarak, sözünü kesti. 'Sus ulan, dangalak, sahtekar' diye bağırdı. 'Şakanın da bir haddi, bir sınırı, bir ölçüsü vardır. Bu şaka değil. Burada sana ağabey nazarıyla bakan çocuklar, genç talebeler var. İki şapkayı giyip de, memlekete ne kazandıracaksın? Türkiye'deki alimler, Müslüman millet seni tasvip edip alkışlayacaklar mı sanıyorsun? Senin yüzüne tükürecekler. Yahu sen memleketi ne sanıyorsun. Bu millet dua almış büyük millettir; onun imanı böyle herzeleleri kabul etmez. Millet başına geçenlerin hıyanetleri yüzünden şimdi şaşkın ve üzgündür. Bu günler geçecek. Millet uzun harplerden, kıtlıklardan çıktı. Biraz kendini toplasın bak neler olur. Bu millet yerden kalkacak ve eski şanlı günlerine dönecektir.'...

İNKILAP:İhsan Efendi, Mehmet Akif (Ersoy) ile birlikte yaptıklarını da anlatmıştı: 'Memleket yangın içinde. Her gün bir inkılap, her gün bir inkılap. değişmeyen bir şey kalmamış. Memleket kimlerin elinde? Kimler hain olmuş, kimler vatansever? Bunların Akif Bey'e nasıl tesir ettiğini bir düşünmeli...

MASONLUK:
İhsan Efendi, Yeni Osmanlılar ve Jön Türkler diye faaliyet gösteren kimselerin Masonluk teşkilatına üye olduklarını söyledi: 'Birinci Cihan Harbi'nden sonra, bütün bu felaketleri, dönen dolapları gördükten sonra, halen bu Masonluktan medet ummak, onlara katılmak büyük bir günahtır. Öyle ki bu günahın tövbesi olmaz, derim'

TOPBAŞLAR: İhsan Efendi Topbaş ailesine çok muhabbet besler, onlara dua ederdi. 'Ahmed Hamdi Topbaş ve ailesi, oğulları Nuri, Hulusi, Muammer, Musa ve Abidin Beyler dua almış bir ailedir.' 1944 yılında olacak. Nuri ve Hulusi Beyler hacca geldiler. Dönüşte Kahire'ye uğrayıp İhsan Efendi'yle görüştüler.

BEKTAŞİ TEKKESİ:Kahire'nin Kal'a adındaki tepesinde Bektaşi tekkesi vardı. Kahire'de yerleşmiş Türk bir tanıdığın validesi vefat etmişti. Tekkeyi münasip görmüşler. Pilav pişirmişler. Hatim indirildi. Yemekler yendi. Namaz kılınacak. Tekkenin şeyhi olan Sırrı Baba ile vekili Derviş Bayram ortadan sır oldular. Namazdan sonra meydana çıktılar. Ertesi gün İhsan Hocama, - Efendim biz dün bir alemdeydik, dedim. - Ne alemiymiş hayırdır inşallah? - Filanın validesi vefat etmiş; ruhuna bir hatim okuduk Bektaşi Tekkesi'nde. - Namazı ne yaptınız ya? - Kıldık efendim. - Sırrı Baba, Derviş Bayram da iştirak ettiler mi? - Göremedim efendim.
Bunun üzerine İhsan Efendi şunları söyledi: 'Evlat işte devletin büyük dertlerinden birisi de bu dert idi; maalesef insanın nefsi onu kötülüklere teşvik eder. İnsanın ayağı bir kaydı mı, bu sefer laubaliliklerine, dini kayıtsızlıklarına bir de tarikat kılıfı giydirir. Artık haram helal tanımaz. Allah muhafaza etsin. Bu sapıklıktır.

SEÇİM:Bir gün İhsan Efendi'yle dersten sonra çay yaptık. Çay içerken Konya hakkında sorular sordu. Mevzu (Serbest Fırka genel başkanı) Fethi Bey (Okyar) hadisesine geldi. 'Kazanma ihtimali var mıydı?' Evet efendim, kazanıyordu ama seçim yapılmadı' dedim. Pederimle dedemin konuşmasını unutmam. 'Fethi Bey yerine Hanedan-ı Al-i Osman'dan birisi olsaydı neler olurdu?' Babamın sözlerini nakledince İhsan Efendi şöyle dedi: 'Osmanoğullarının böyle yurt dışına sürülüp perişan edilmesi de şeytani bir planla yapılmıştır... Osmanoğulları'ndan, ehl-i salip haçlılar, Avrupa intikamını bu şekilde aldı... İşin fenası Avrupa bu intikamı, memleket istiklaline kavuştu diye bayramlar yapılırken aldı. Hakimiyet kayıtsız şartsız Türkündür dendi. Ama zavallı Türk, hanedanına bile sahip çıkamadı... Ali Ulvi Kurucu 1946 yılında Kahire'den Medine'ye döndü. Ve burada 3 Şubat 2002'de vefat etti. 1987-1990 yılları arasında Zaman gazetesinde köşe yazarlığı yaptı...