Ramazan dolaysıyla doktorlarımız, gündüz 16 saat aç ve susuz kalıp, gece sabaha kadar gıda almanın bünyeye ne kadar yararlı olduğunu anlatır oldular. Aynı esnada dolar fiyatı da hızla arttı. Pek tabii bu iki olay arasında hiçbir “sebep-sonuç” ilintisi yok.

İktisatçılar peş peşe gelen olaylar arasında nedensellik bağı olup olmadığını istatistikle anlar. Aynı şey tıpta da geçerlidir. Gazetelerde yer alan sağlık için “ne yemeli, ne yememeli” öğütlerinin kaynağı da istatistiksel bilgilerdir. Mesela ebegümecinin, mayasıla iyi gelip gelmediği şöyle anlaşılır. On bin mayasıllı hastanın yarısına, kendilerine söylemeden on yıl süreyle her gün ebegümeci yedirilir; yarısına da hiç ebegümeci verilmez. Bu, ne yediğini bilmeyen on bin hastayı, hangi hastanın ne yediğini bilmeyen hekimler on yıl süreyle izler. Yenen ebegümeci miktarı ve mayasılın klinik seyri kayda geçirilir. Bulgular, araştırmacı hekimlerce istatistiksel analize tabi tutulur. Böylece ebegümecinin mayasıla faydası olup olmadığı anlaşılır.

FAİZ SEBEP,  ENFLASYON SONUÇTUR

Haddimizi bilelim, işimize bakalım. Cumhurbaşkanı Erdoğan, iktisatçıların enflasyonu düşürmek için, faizleri artırmak gerekir tezine karşı çıkıyor. “Hayır! Faiz sebep, enflasyon sonuçtur” diyor. Erdoğan sanıldığı kadar haksız değildir. Yüksek faiz, “hem stok hem de vadeli satış” finansmanını pahalandırdığı için enflasyonu artırır. Ancak iktisatçıların tezi bu değildir. Faizi yükseltmek, enflasyon tehlikesi belirince alınması tavsiye edilen bir önlemdir. Enflasyon düşükken, faiz de düşük tutulur zaten.

Gelelim bizim iktisatçıların yanıldığı hususa. “Ulusal paranın (TL) faizini yükselterek, enflasyonu düşürme mekanizması” Türkiye gibi çift paralı ekonomilerde, tek paralı ekonomilerde çalıştığı gibi çalışmaz.

FAİZ, ENFLASYONU NASIL DÜŞÜRÜR?

Tek paralı ekonomilerde yüksek faiz, yatırımların finansman maliyetini yükseltir. Düşük getirili yatırımları kârsız, yani yapılamaz hale getirir. Yatırımlar azalınca, tüketim de yavaşlar. Toplam talep düşer. Yeterli talep olmayınca ücretlere ve fiyatlara zam yapmak zorlaşır ve enflasyon düşer. Buna “ekonomiyi soğutmak” da denir.

Türkiye benzeri “çift paralı” ekonomilerde, yatırımların yapılabilirlik hesapları dolarla yapılır. Dolarlı borcun finansman maliyeti “kur farkı+dolar faizi” dir. TL’ye yüksek faiz vermek, ülkeye sıcak döviz girişini hızlandırır. Döviz fiyatı artmaz, döviz faizi de düşük olduğu için bol kepçe dövizli borç alınıp yatırım yapılır.

Çift paralı ülkelerde enflasyonu yükselten “ana sebep” toplam talep değil, döviz fiyatıdır. Buna “devalüasyon-enflasyon” geçişi denir. Türkiye’de TL faizini artırmanın gerekçesi, talebi kısmak değil, sıcak para çekerek dolar fiyatını baskılamaktır. Dolar fiyatı durunca enflasyon da düşer. Ama ekonomi soğumaz, aksine ısınır. (Burası anlaşıldı mı?) Fiyat istikrarı sağlanırken, büyüyen cari açık ve dış borç stoku yüzünden finansal istikrar bozulur. Döviz açığı, sıcak para yollayanları tedirgin eder, döviz akımı yavaşlar. Azalan döviz arzı yüzünden ulusal para değer kaybetmeye başlar. Kapıdan kovulmuş devalüasyon, bacadan girer. Aynen bugünlerde olduğu gibi.

Son söz: Yüksek faiz, doları önce düşürür, sonra yükseltir.

sozcu-banner-1