Tüm öngörüleri doğru çıkan emekli Büyükelçi Şükrü Elekdağ’dan Suriye krizi konusunda çarpıcı açıklamalar...

sukru-elekdag-ugurdundar

Sevgili okurlarım,

ABD Başkanı Trump’ın Ulusal Güvenlik Danışmanı Bolton, Ankara’yı ziyareti öncesinde İsrail’e gitmiş ve oradan ABD’nin PYD/YPG’nin korunmasına yönelik bir anlaşma olmadan Suriye’den çekilmeyeceğini açıklamıştı. Bununla da yetinmeyip, ABD’nin onay vermeden Türkiye’nin Suriye’ye askeri müdahalede bulunamayacağı yolunda münasebetsiz mesajlar vermiş ve bu nedenle Ankara’ya gelişinde, Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından kabul edilmemişti. Cumhurbaşkanı aynı gün, operasyon konusunda ABD’nin onayına ihtiyaç duymadığımızı ve çok yakında Suriye topraklarındaki terör gruplarını etkisiz hale getirmek için harekete geçeceğimizi de açıklamıştı.  Ankara’nın bu tutumuna Trump, tehdit içerikli bir tweetle tepki vermiş; “Eğer Türkiye Kürtleri vurursa, Türkiye’yi ekonomik yönden mahvederiz. 20 millik (32 km.) ‘Güvenli  Bölge’ kuracağız. Kürtlerin de Türkiye’yi provoke etmesini istemiyorum” demişti. “Güvenli Bölge” konusu Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 23 Ocak’taki Moskova ziyaretinde Putin’le yaptığı görüşmelerde öne çıkan başlıklardan biri oldu. Keza durumun kötüye gittiği İdlib de bu görüşmede ele alındı.

Tüm öngörüleri doğru çıkan bilge diplomat, emekli Büyükelçi Şükrü Elekdağ ile bugünkü söyleşimizde, bu önemli meseleleri konuşacağız.

★★★

UĞUR DÜNDAR (U.D.): Moskova’da yapılan ortak basın toplantısında Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Güvenli Bölge” konusunda Rusya ile bir “sıkıntı” olmadığını söyledi. Bu konuda Putin’le bir mutabakat sağlandı mı?

PUTİN GÜVENLİ BÖLGE OLUŞTURULMASINA KARŞI

ŞÜKRÜ ELEKDAĞ (Ş.E.): Hayır bir mutabakat yok. Tam tersine, görüş ayrılığı var!.. Cumhurbaşkanı Erdoğan, bir soru üzerine Suriye’nin kuzeyinde “Güvenli Bölge” oluşturulmasına taraftar olduğunu ve ABD’nin bu konudaki yaklaşımından da memnuniyet duyduğunu açıkladı. Bu konuyla ilgili olarak Rusya ile bir sıkıntının olmadığını da kaydetti. Bu ifadelerden, Rusya ile “Güvenli Bölge” önerisi konusunda bir mutabakat olmasa dahi, Rusya’nın bu öneriye karşı çıkmadığı gibi bir anlam oluşuyor. Oysa bu doğru değil!.. Çünkü Putin, “Güvenli Bölge” konusunda hiçbir destekleyici söz sarf etmedi. Ayrıca Birleşmiş Milletler’in “Güvenli Bölge” oluşturulması hususunda bir kararı olmadığını ve Suriye hükümetinin de bu yolda bir talepte bulunmadığını belirterek, bu önerinin meşruiyetten yoksun olduğunu vurguladı.

(U.D.): Yani Putin, güvenli bölge önerisine kapıyı tamamen kapattı mı?

(Ş.E.): Evet, bu kesin!.. Putin, basın toplantısında Suriye ile Türkiye Cumhuriyeti arasında 1998 tarihli terörle mücadele konusunda imzalanmış bir sözleşme olduğunu ve bu sözleşme hükümlerinin Türkiye’nin güvenlik endişelerini gidermeye yeterli olduğunu açıkladı. Bu suretle PYD/YPG’nin yarattığı güvenlik sorununun ABD ile değil, Şam yönetimi ile görüşerek halledilebileceğini işaret etti.

(U.D.): Putin’in yaklaşımını nasıl değerlendiriyorsunuz?

PUTİN’İN YAKLAŞIMI DOĞRU VE GERÇEKÇİ

(Ş.E.): Şu nedenlerle doğru ve gerçekçi buluyorum: 1) Halen ABD’nin himayesinde ve PYD/YPG’nin kontrolünde olan toprakların esas sahibi Suriye’dir. ABD Suriye’den çekilince bu topraklar Suriye’ye devredilmelidir.
2) ABD’nin giderayak bu topraklar üzerinde tasarrufta bulunarak bir güvenli bölge kurma hakkı yoktur. Birleşmiş Milletler kararına dayanmayan böyle bir girişim gayrimeşrudur. 3) ABD, eğittiği ve donattığı PYD/YPG’nin Suriye’nin kuzeyinde bir federe devlet (bilahare bağımsızlığa yönelecek) kurmasını istiyor. Suriye devleti federatif yapıya karşı olduğunu açıklamıştır. Savaştan zaferle çıkacağı artık belli olan toprak bütünlüğe sahip bir Suriye yönetimi, ülkenin üniter devlet yapısının korunması ve merkezi hükümetin komutasında tek bir orduya sahip olunması hususlarında ağırlığını koyacak güce sahip olacaktır. 4) Dolayısıyla Türkiye’yi tehdit edecek terör hareketleri Suriye’nin sorumluluğunda olacaktır. 5) 1998 Adana Mutabakatı, Suriye ile Türkiye’nin PKK ve ona bağlı tüm terör örgütlerine karşı etkin ve kapsamlı ortak mücadele etmelerini öngörüyor. 6) Türkiye’nin Şam yönetimiyle ilişki kurmak suretiyle Adana Mutabakatı’na işlerlik kazandırması, güney sınırlarından kaynaklanan tehditle mücadelede etkin bir enstrüman oluşturacaktır. Yani, Türkiye için en güven verici oluşum,  sınırlarında  Suriye askerinin bulunacağı bir oluşumdur...

ADANA MUTABAKATI TÜRKİYE’YE GÜÇ KATAR

(U.D.): Adana Mutabakatı Türkiye’ye ne gibi güvenlik önlemleri sağlıyor?

(Ş.E.): 1998 Mutabakatı bilahare genişletildi ve “Terör Örgütlerine Karşı Ortak İşbirliği Anlaşması” ismiyle  26 Nisan 2011’de yürürlüğe girdi. Anlaşmaya göre; Suriye yönetimi, ülke topraklarında PKK ve uzantılarının faaliyet göstermelerine, eğitim ve barınma amaçlı kamp ve diğer tesisler oluşturmasına ve ticari faaliyetlerine izin vermeyecektir. Bu önlemlerin etkili bir şekilde uygulanması için iki ülkenin üst düzey yetkilileri arasında doğrudan telefon hattı tesis edilecek, taraflar diplomatik temsilciliklerine ikişer özel temsilci atayacaklardır. Anlaşma, gerektiğinde ortak operasyon gerçekleştirme imkânlarının araştırılmasını da öngörmektedir. Keza Anlaşma uyarınca, terörist grupların üyeleri ve işbirlikçileri tutuklanacak ve tutuklanan kişiler talep eden tarafın vatandaşıysa o tarafa teslim edilecektir...

CUMHURBAŞKANI’NIN SÖZLERİ ÇOK İSABETLİ 

(U.D.): Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Kara Harp Okulu’ndaki konuşmasında “Adana Mutabakatı’nın üzerinde ısrarla durulması gerektiği” hakkındaki sözlerini nasıl yorumluyorsunuz?

(Ş.E.): İsabetli bir değerlendirme olarak görüyorum. Tabii Adana Mutabakatı’nın uygulanabilmesi, ABD’nin Suriye’den tamamen çekilmesiyle mümkün olacak. Bunun da ne zaman gerçekleşeceği henüz belli değil.  Yarı çekilme durumlarıyla da karşılaşabiliriz. Mesela ABD, Suriye’den tüm personelini çeker, fakat hava sahası kontrolünü elden bırakmayacağını ilan ederek Irak’taki kuvvetleriyle Suriye’ye “gir-vur-çık” tarzı operasyonlar yapmayı planlayabilir. Bu durumda bölge üzerinde tam egemenliğe sahip olmayacak bir Şam yönetiminin Adana Mutabakatı’ndan doğan yükümlülüklerini yerine getirmesi mümkün olamaz.

(U.D.): Cumhurbaşkanı Moskova’daki basın toplantısında ABD ile “Güvenli  Bölge” oluşturma amaçlı çalışmaların sürdürüleceğini söyledi. Bu konuda olumlu bir gelişme bekliyor musunuz?

TÜRKİYE VE ABD’NİN BEKLENTİLERİ ZIT

(Ş.E.): Hayır beklemiyorum!..  Zira, Türkiye ile ABD’nin “Güvenli  Bölge”den bekledikleri taban tabana zıt şeyler. Trump yönetimi “Güvenli Bölge”yi, PYD/YPG’yi Türkiye’nin saldırısından korumak ve ona kazandırmış olduğu vurucu gücün muhafazasını sağlamak amacıyla oluşturmak istiyor. ABD, iyi silahlanmış bir PYD/PKK’ya barış masasında bir yer sağlayabileceğini ve Suriye’nin kuzeyinde federe devlet statüsü kazandırabileceğini tasavvur ediyor. ABD’nin amacı bu oldukça -ki bu değişeceğe benzemiyor- Washington ile “Güvenli Bölge” konusunu müzakere etmenin hiçbir anlamı yok!.. Ayrıca, Ankara’nın “Güvenli Bölge”ye Birleşmiş Milletler (BM) meşruiyeti kazandırması, yani oradaki varlığını bir uluslararası garantiyle hukukileştirmesi gerekiyor. Bugünün şartlarında BM Güvenlik Konseyi nezdinde bu amaçla yapılacak bir girişimim olumlu sonuç vermesi mümkün görünmüyor.

(U.D.): ABD’nin güvenli bölge önerisinden Türkiye’nin yararına bir şey çıkmaz diyorsunuz... Şimdi, İdlib’deki  duruma gelelim.

(Ş.E.): AKP yönetiminin Rusya ile yaptığı Soçi Anlaşması, İdlib’in çevresinde bir tampon bölge kurulmasını, Türk birliklerinin de terör örgütlerini buradan çıkarmasını, ağır silahlarını teslim almasını ve iki önemli otoyolu açmasını öngörüyordu. Ancak Türkiye, El Kaide’nin bir kolu niteliğindeki eski adıyla El Nusra, şimdi ise adı Heyet Tahir el Şam (HTŞ) olan örgüt unsurlarının tampon bölgeden çekilmesini ve silahlarını teslim etmesini sağlayamadı. Keza yıl sonuna kadar açılması gereken iki otoyolu da açamadı. AKP yönetimi İdlib’deki bu yükümlülüğü kabul ederken, HTŞ’yi içeriden çözerek dağıtmayı, direnenlerin de Ankara’nın Ulusal Kurtuluş Cephesi (UKC) adı altında topladığı (ÖSO da bu cepheye dahil) İslamcı örgütler tarafından tasfiye edileceğini umut ediyordu. Ancak Türkiye’nin hesapları tutmadı. HTŞ, UKC’nin bileşeni olan Nurettin Zengi Hareketi’ne saldırarak onu büyük bir yenilgiye uğrattı ve Afrin’e sürdü. Silah ve cephanelerine ele koydu. HTŞ, arkadan yine UKC grubundan Ahrar Şam ve ortaklarını da tasfiye etti. Bu feci hezimet sonucunda UKC’nin kontrol ettiği bütün bölgelerin çoğu elinden çıktı ve İdlib’in yüzde 80’inin yönetimi HTŞ’nin sivil işler yapılanması olan Kurtuluş Hükümeti’nin eline geçti. 40 bin silahlı askeri olmakla övünen UKC’nin bu acınacak duruma düşmesinin nedeni, binlerce militanının, cephede savaşan arkadaşlarının yardımına gitmeyi reddetmeleridir. Bunun nedeni de cihatçılara karşı değil,  Suriye ordusuna karşı savaşmak istemeleri!.. HTŞ’nin bu hamleyi yapmasının arkasında ABD, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin yardım ve teşviklerinin olduğu tahmin ediliyor!..

(U.D.): Putin basın toplantısında “Türk meslektaşlarımın mutabakat şartlarını yerine getirmek için çabalarını görüyoruz. Önemli olan terörle mücadelenin gevşek tutulmamasıdır. Bu nedenle tehdidi bertaraf etmek için ortak çaba gösterilmeli” dedi.

TÜRKİYE’NİN SINIRDA YAPMASI GEREKENLER 

(Ş.E.): Bu ifadelerde Türkiye’ye üstü kapalı serzeniş var. “Ortak çaba”dan da ne denmek istendiği belli değil. Geçen yıl Rusya ve Suriye’nin İdlib’e operasyon planları ve bunun yaratabileceği göç dalgası “Soçi Mutabakatı” ile önlenmişti. İdlib’de yaşanan ağır hezimetten sonra, Türkiye’nin “Soçi Mutabakatı” ile üstlendiği yükümlülükleri yerine getirebilmesi için, HTŞ ile kıran kırana bir çatışmaya girişilerek alt edilmesi zorunlu. Önceki performansı nedeniyle UKC’den böyle bir savaşta etkili olmasını beklemek pek mümkün görünmüyor. Bu nedenle bu görevin Mehmetçiğe verilmesini öngören bir karar son derece hatalı olur ve bunun sonucunda Türkiye’nin Suriye batağına daha fazla gömülmesine yol açılır. Bu şartlarda, Rusya ve Suriye’nin operasyon planlarını uygulamalarına karşı çıkılmamalıdır. Bu durumda Türkiye’nin yapması gereken, İdlib’den göç dalgasının yöneleceği sınır boyumuzda 20 kilometrelik bir tampon bölge ilan etmesi, burada dalgayı önleyecek etkin engeller kurması ve 12 gözlem noktasını da bu engellerin arkasına çekmesidir.