Selim Acar...

“Bir anda kolumu kaldıramadım, vurulduğumu anladım, kurşun göğüs kafesimin altına girmişti, zor nefes alıyordum, ölümü beklemem gerekiyor galiba diye düşündüm, birinin ‘Selim öldü’ dediğini duydum, ‘ben ölmedim’ diyemedim, sesim çıkmıyordu, meğer vücuduma üç kurşun girmiş, uzuv kaybım var, iç organlarım parçalanmış, askerden sonra dört yıl serseri mayın gibi kendimi aradım, neredeyim, neler oluyor diye günlerimi geçirdim, tek tek şehit arkadaşlarımın mezarlarına gittim, oraya mı aitim, buraya mı aitim, algılayamıyorum, bazen kendimi tuvalet kağıdı gibi hissediyorum, kendi vatanımızı savunduk ama, sanki paçavrayız.”



Erhan Atik...

“İnsanların duyarsız olması beni çok üzüyor. Kimi insanlar ‘bana ne, benim için mi vuruldun’ diyor. Bu cümle beni bitiriyor.”



Erol Aydın...

“Davul zurnayla gittim, koltuk değneğiyle döndüm, bazı insanlar ‘devletten maaş alıyorsun, daha ne istiyorsun?’ diyorlar.”



Erol Ayhan...

“Karaciğer, bağırsak, böbrek, kalp, ortopedi, beyin, sinir cerrahisi, üç ay içinde 41 ameliyat oldum, bacağımı diz üstünden kestiler, yıllar geçti, hâlâ vücudumdan şarapnel parçaları çıkıyor, biz gazileri biz gazilerden başka kimsenin anlamadığını gördüm.”



Reşat Bakır...

“Sinir uçlarım çok hassastı, protez taktığımda çok canım yanıyordu, sürekli evdeydim, dışarı çıkamıyordum, ama çocuklar anlamıyor ki... Oğlum yanıma geldi, ısrar etti, birlikte parka gittik, banka oturdum, salıncağa binmek istiyor, kaydıraktan kaymak istiyor, onunla birlikte oynamamı istiyor, bakıyor, etrafındaki babaların hepsi çocuklarını kucaklarına alıyor, oğlum da aynısını istiyor, hadi gayret edeyim dedim, kaldırmak istedim, ikimiz birlikte düştük.”



Mehmet Çamkerten...

“Vuruldum, sırtüstü yerdeyim, o anda sol yanıma el bombası düştü, kalkmak istedim, kalkamadım, şehadet getirdim, el bombası patlamadı... Şimdi televizyonda seyrediyoruz, bir belediye otobüs şoförü iki kolu bir bacağı olmayan gaziye ‘şerefsiz’ diye bağırabiliyor, 16 arkadaşım boşuna şehit olmuş, boşuna gazi olmuşuz.”



Rafet Değerli...

“Korucuların köyünü bastılar, oraya gittiğimde şoke oldum, sobanın kuzinesinden altı aylık bebeği çıkardım... Köyden ayrıldık, 10 dakika gitmeden mayına bastım, sol ayağım, ayak bileğim, parmaklarım, tarak kemiğim, hepsi gitti, dizime kadar yanıktı. 2000’li yıllara kadar gazinin anlamı vardı, nereye gidersek, devlet kurumlarında müdür bile kapıda karşılardı, güleryüzle buyur ederdi, gazinin şu an anlamı da yok, değeri de yok.”



Metin Erdem...

“Şarapnel geldi, gözüm aktı, babam şehit oldum diye sela verdirmiş köyde, mezarımı kazdırmış, bugün bile hâlâ kafamı hissetmiyorum, sonra gidip Abdullah Öcalan’la müzakere yaptılar!”



Fazlı Ersan...

“Çatışmaya girdik, elim koptu, şuurumu kaybettim, bir ara bulutların arasında gidiyordum, herhalde şehit olduk gidiyoruz dedim... Türk-Kürt çatışması diyorlar, benim hanımım Kürt, ne çatışması? Bir ortama girdiğimizde gaziyiz diyoruz, vebalı gibi bakıyorlar. Artık polis bile gaziye saygı göstermiyor.”



Zekeriya Gökyar...

“Belim kırıldı, felç oldum, 19 yıldır yatağa bağımlı yaşıyorum, şu kadarını söyleyeyim, hakkımı helal etmiyorum.”



Kadir Garip...

“Reklam panolarına ‘referandumda evet demek, şehit ailelerine ve gazilere pozitif ayrımcılık demektir’ diye yazmışlardı, tam tersine, durumumuz daha da kötüleşti. Sokakta gördüğüm çocuklar bana afacan afacan baktığında, lanet okuyorum bu hayata... Bana ‘baba’ diyecek bir çocuk sesi duymak istiyorum. Kullanamadığım bacaklarıma inat, koşup zıplayan bir evlat istiyorum, çok mu?”



Emrah Güneri...

“Patlamayla havaya uçtum, elime şarapnel isabet etmişti, acıdığını hissettim, eldivenimi çıkarırken bir asker botu gördüm, tanıdık geldi, ayaklarıma baktım, kan fışkırıyordu. Ayağım kesildi. İnsanlar bizi gazi olarak görmüyor, sadece engelli olarak görüyor.”



Yunus Kara...

“Sol ayağım kömür olmuş, sağ ayağım diz üstünden kopmuş, üstümde sadece boş palaska kalmıştı. Şimdi haklarımız öylesine kısıtlı ki, istediğimiz protezi bile alamıyoruz, ayağımın canlısını verdim, sahtesini alamıyorum!”



Ömür Karaman...

“20 yaşımda askere gittim, 37 yaşındayım, 17 senedir tedavi görüyorum, 20 defa ameliyat oldum, yüzde 93 engelliyim, hiç sosyal hayatım olmadı, evliliği düşünmeye vaktim bile olamadı, bütün ömrüm, gençliğim hastanede geçti, milletin onurunu, namusunu korurken bu hale geldik, şimdi çevremde bazıları ‘Ömür’ün psikolojisi bozuk’ diyorlar, ben de ‘Allah kimseye benim yaşadıklarımı yaşatmasın da, varsın beni anlamasınlar’ diyorum.”



Selami Karanfil...

“Gazi olarak onurlu şekilde yaşayamıyoruz, milli bayramlarda bayrak asacak cesaretim bile kalmadı, Mustafa Kemal Atatürk’ün olmadığı yol, karanlıktır. Türkiye maalesef yoldan çıktı.”



Hüseyin Kocalar...

“Ayağıma baktım, yok. İnşallah rüyadır diye dua ediyordum ama, rüya değildi. Hükümet bize iyi gözle bakmıyor. Biz ne yaptık vatanımızı korumaktan başka?”



Sabahattin Külah...

“Benim ayağımı alan adamlar şu an Meclis’te!”



Bektaş Oruç...

“Şehit için isyan etmiyorsun, gazi için isyan etmiyorsun, ‘bu çocuk 20 yaşında kör olmuş, kolu bacağı kopmuş’ demiyorsun, ne yapayım böyle halkı, ne yapayım böyle devleti!”



Kadir Özbayar...

“Kafamdam vuruldum, gazi sayılmıyorum, gazi olabilmek için illa kaçakçı mı olmak lazım?”



Cengiz Özerden...

“Belediye otobüsüne bir kere bindim, otobüs şoförü ‘geç geç bedavacı’ dedi, bir daha belediye otobüsüne binmedim.”



Hüseyin Sevik...

“Kimseye muhtaç değilken, kucakta taşınmaya başladım, biraz sesimiz çıksa, ‘sana iş veriyoruz, maaş veriyoruz, daha ne istiyorsun?’ diyorlar, bu saatten sonra bana dünyayı verseniz ne olur.”



Ömer Sevinç...

“51 ameliyat geçirdim, 14 yıldır hastanede yaşıyorum, ne zaman çıkacağım belli değil, bir gözümü, iki bacağımı kaybettim, şimdi bize ‘gazilik sektör oldu’ diyorlar! Hesabını biz soramıyoruz ama, yüce Allah soracaktır.”



Cemil Şenoğlu...

“Artık yarım insanım, hükümet bizden çok teröristleri önemsiyor.”



Ersin Taştan...

“Adamlar gözümüzün içine baka baka ‘ben Pkk’lıyım’ diyor, biz ‘gaziyim’ demeye utanıyoruz.”



Engin Tunç...

“Bu ülkede gaziler lehine çıkartılan yasa var mı? Ben hiç duymadım.”



Hüseyin Turan...

“Mayına bastım, ayağımı gördüm, avazım çıktığı kadar bağırdım, kabullenemiyordum, o an ölmek istedim, böyle yaşayamam diye düşündüm, GATA’ya getirildim, bir gün tuvalete gittim, elimi yüzümü yıkamak istedim, aynaya baktım, korkudan bağırdım, meğer yüzüm, saçlarım, kaşlarım yanmış, farkında değildim. Bugün Türkiye’ye bakıyorum, meğer kaybettiklerimizin hiçbir değeri yokmuş.”



Yavuz Yücel...

“Vatanseverlik mi azaldı, toplum mu çıkarcı oldu, bilemiyorum.”



Halil Mısırlı...

“Millet bizi unutmasın, hayattan başka bir şey istemiyorum.”



Değerli arkadaşım Koray Gürbüz tarafından kaleme alınan “Unutmayın” isimli kitaptan satırlar bunlar.



Okurken darmadağın olduğunuzdan eminim ama, gerçekler böyle.



Koray astsubaydı.

Bir değil, iki kere gazi.

1991’de Şırnak Gabar’da vuruldu, henüz 18 yaşındaydı, dört ameliyat oldu, geri döndü.

1996’da Siirt Karadağlar’da pusuya düştüler, 18 şehit verdik, Koray’ı öldü diye çatışma bölgesinde bıraktılar, ölmedi.

Bir böbreği yok, dalağı yok, safrakesesi yok, bağırsaklarının bir bölümü yok, karaciğerinin yarısı alındı, bacaklarında ve kollarında parçalı kırıklar vardı, altı ay komada kaldı, 23 defa ameliyat oldu, sol bacağı iki santim kısa kaldı, sol tarafı boydan boya hissetmiyor, sol kolunu kullanamıyor.

Çünkü...

14 kurşun ve şarapnel girip, çıkmıştı!



Türkiye rekoru, gazi Hacı Altıner’e aitti, 1951’de Kore’de vücuduna 14 kurşun yemiş, ölmemişti. Koray bu rekoru egale etti.



Yılmaz Yiğit mesela, değerli adaşım...

Adı gibi yılmaz, soyadı gibi yiğit.

2007 yılıydı.

Şırnak’taydı.

“Üs bölgesini aldık, terörist grupla teması bekliyorduk ki, bulunduğumuz bölge havaya uçtu, önceden patlayıcıyla tuzaklamışlar, 21 kişiydik, 21’imiz de serilmişti, vücuduma elektrik verilmiş gibi hissettim, sol koluma baktım, sol kolum yok, bacağıma sanki kaynar su dökülmüştü, baktım, bacağım yok, doğrulmaya çalıştım, ayakucumda çukur var, baktım, bacağımın parçaları duruyor çukurda, kelime-i şehadet getirdim, çatışma devam ediyordu, tüfeğim dedim, tüfeğim nerde, sağ kolum erimiş plastik gibi damlıyordu yere.”



O an fark etmemişti Yılmazım...

Sol gözü de gitmişti.



Ya da mesela... “Yarın bizi yazmayı unutmuyorsun değil mi ağabey?” diye ısrarla telefon eden, değerli kardeşim İzzet Ertunç.



1996’da Batman’da mayına bastı.

İki bacağını da kaybetti.



Geçen yıl Anıtkabir’e geldi.

Tekerlekli sandalyesiyle merdivenleri aşabilmesi mümkün değildi.

Varlığıyla onur duyduğumuz deniz kurmay albay Ali Türkşen oradaydı.

İzzet’i sırtına aldı, Atatürk’ün mozolesine çıkardı.



Kahramanın sırtında kahraman...

En büyük kahramanımızı selamladılar.



Bugün 19 Eylül.

Gaziler Günü.

Mustafa Kemal’e TBMM tarafından “gazi” unvanının verildiği gün.



Bizler sadece, Mustafa Kemal’in askerleriyiz.

Onlar “gazi” Mustafa Kemal’in askerleri.



Vatan denilen kavram...

Şehitlerimizle birlikte, bu insanlarımızdır.



Belediyelerdeki, ihalelerdeki hırsızlıklardan komisyon istemiyorlar.

Alt tarafı senede bir gün, hatırlarının sorulmasını istiyorlar, hepsi bu.



Sayın açılımcı hükümetimizden, lütfedip biraz da gazi açılımı yapmasını rica ediyoruz!



Oğulları pkk’ya katılan annelere gösterilen sımsıcak ilginin, hiç olmazsa birazcığının, gazilerimize, annelerine, eşlerine, evlatlarına gösterilmesini rica ediyoruz!