Fabrikalarımızı, koylarımızı, limanlarımızı, cumhuriyetimizi, varlıklarımızı, Ata miraslarını, şehirlerin siluetini, yeşil alanları, Ant’ımızı, marşlarımızı, ulusal duygularımızı, çocuklarımızın geleceğini, çağdaşlığımızı...

Saymakla bitmez...

Kimisini geri alabiliriz belki, kimisi geri gelmez...



Ve inancımızı çaldılar...



Daha ilkokulun üçüncü sınıfında,  Emine nenem bana ilk duaları öğretmişti, bir çift mavi çorap almıştı doğru okuduğumda...

Ayağımda mavi çoraplar, Osman amcam elimden tutmuş, Bozova’da cuma namazına götürmüştü beni...

Sonra...

Sonra küçük aklım erdikçe ve din adı altında sahtekârın yaptıklarını gördükçe, o ilk duygularım uçup gitmeye başlamıştı..

Yüreğimdeki huzur beni terk etmişti...

Tertemiz bir ibadethanede, bilge yüzlü, dünyanın kirinden uzak, bize okulda öğretilenleri reddetmeyen... Bana sevgiyi-şefkati-barışı-merhameti ve iyi insan olmayı anlatan bir din adamını tanımayı çok isterdim...

Ama olmadı...

Hele büyüdükçe din örtüsünün altına gizlenenleri gördükçe mavi çoraplarımı düşündüm...



Din sömürücüleri, benim gibi mutlu başlayan saf insanları yanlarına almışlar, cemaatler, tarikatlar, hatta siyasi partiler kurmuşlar, onları da kendilerine benzetmişlerdi...

Benim gibiler dışarda kalmıştı...

Onlarla birlikte olmamak için... Onlarla hiçbir şeyi paylaşmamak için... Öyle uzakta ve kızgın...

Belki bu yazıyı okuyunca çoğunuz “Beni anlatıyor” diyeceksiniz... Çünkü o sadece ben değilim...

Sizsiniz de...

Şu son 18 yılda ise haçlı ordularının yapamadığını yaptılar, din adına işlenen rantlar, talanlar, yurtlardaki rezaletler, cumhuriyete saldırılar, hukuk cinayetleri, çağdışılık, inançlı yüreklerde isyana dönüştü...



Bir gece karanlığında, gözlerimi kapatıp, mavi çoraplarımla koşup huzur bulabileceğim tek yeri elimizden aldılar...

Çok şeyimiz gitmişti...

Ama en çok inancımızı çaldılar...