Dünya genelinde milyonlarca insan koronavirüsden kaçamadı, onbinlerce insan ise yaşamını yitirdi. Salgın etkisini biraz azaltsa da devam ediyor ve ne kadar edeceği bilinmiyor.

Geçmişte, salgına neden olan virüslerin laboratuvarda biyolojik silah olarak üretildiği iddiası, yıllar süren büyük istihbarat operasyonlarıyla ortaya atılırdı.

Mesela, AIDS hastalığına neden olan virüsün (HIV) ABD’nin Maryland eyaletindeki biyolojik silah merkezi Fort Detrick’te üretildiği iddia edilmişti. 1992’de “Infektion” kod isimli bir operasyonla, bu iddianın SSCB gizli servisi KGB tarafından ortaya atıldığı ve 6 yıllık bir dezenformasyon kampanyasıyla dünyaya yayıldığı tespit edilmişti.

KGB, ilk haberi 1983’te Hindistan’da perde gerisinde kalarak çıkardığı Patriot Gazetesi’nde yayınlatmıştı. Bir süre sonra bütün Hindistan medyası iddiayı sahiplenmişti. Bir süre sonra aynı bloktaki Bulgar gizli servisi ile Doğu Almanya gizli servisi Stasi’nin devreye girmiş ve iddiayı resmi belgelere yansıtmıştı. 1989’a gelindiğinde dünya medyasında HIV’in ABD’de biyolojik silah olarak üretildiğine inanılıyordu.

Bu iddianın doğru olmadığını anlatmak için yıllarca büyük bütçeler ayıran, istihbarat kuruluşlarını dahi devreye sokan ABD’nin bugünkü başkanı Donald Trump, Korona’nın laboratuvar virüsü olduğu iddiasını yaymak için istihbarat operasyonlarına, bilgi ve belgelere dahi ihtiyaç duymadı. Doğrudan, “Covid 19 Çin’de laboratuvarda üretildi” deyiverdi. Biliyorum, bu iddianın bütün dünyada ve Türkiye’de alıcısı çok.

Ancak işin uzmanları, virologlar, mikrobiyoloji ve enfeksiyon uzmanları bu iddiaya inanmak yerine hep doğa anaya, virüslerin doğadaki dönüşüm yeteneklerine, virüs çeşitliliğine dikkat çekiyorlar. Gezegenimizde bugüne dek 5 binden fazla çeşit virüs görüldüğünü biliyor muydunuz?

En büyük biyolojik laboratuvar olan doğanın böyle bir gücü varken, dünyayı sarsan ve üstelik bütün ülkeleri çaresiz bırakan virüsleri küçük laboratuvarların eseri gibi göstermek bana pek mantıklı gelmiyor doğrusu.

Peki doğa bunu neden yapıyor?

Elbette kendisini, dengesini korumak için.

Şu sıkıcı, kısıtlamalı sosyal izolasyon günlerini yaşarken en çok doğanın kıymetini anladım. “En büyük temennin ne” diye soranlara “İnsanlığın doğanın kıymetini anlaması, doğaya zarar vermeyi sonlandırması” yanıtını veriyorum.

Peki umutlu muyum?

Hayır, ne yazık ki değilim!

Neden mi?

Şu korona günlerinde dahi son verilmeyen doğa katliamları ya da katliam hazırlıkları nedeniyle! Örnek mi istiyorsunuz. Bir çırpıda birkaç tanesini yazayım:

- Muğla’da Datça Yarımadası’nda Alavara Koyu diye bir yer var. Bugüne dek SİT alanı diye korundu. Ancak biz Korona illetiyle mücadele ederken birileri boş durmadı ve Alavara Koyu’nun SİT derecesini düşürdü. Yakında turizmciler ve madenciler o muhteşem güzelliklere üşüşecek. Ne doğal çeşitlilik kalacak, ne tarihi miras.

- Fethiye’de bulunan Ölüdeniz ile Kayaköy’ü hepiniz bilirsiniz. Hem tarihi, hem coğrafyasıyla bulunmaz hazinelerdir. Biz Korona illetiyle meşgulken ne yaptılar biliyor musunuz? Jeotermal sondaj kuyusu açılsın diye ruhsat verdiler. Sondaj kuyularının ikisi Ölüdeniz Plajı Lagünü’nde, biri Kayaköy’deki Soğuksu Plajı’nda, biri Delikliburun/Gemiler Sahili’nde olacak. Tamamı arkeolojik ve tarihi sit alanı içinde.

- Bir başka örnek “Türkiye’nin Maldivleri” diye ünlenen Salda Gölü. Sadece muhteşem beyaz sahilleri ve 184 metreyi bulan masmavi derinliğiyle değil, 20’si endemik 301 bitki 114 omurgalı canlı ve 69 kuş türüyle tam bir cennet. Yemediler içmediler o muhteşem güzelliğin yanına bir “millet bahçesi” yapmak için seferber oldular. O güzelim sahillerin betonla plastikle buluşması an meselesi. Çünkü tam 140 bin metrekare inşaat yapılacak.

- Ordu’nun Perşembe ilçesindeki Yason Burnu’na yolunuz düşmüştür. Yürüyerek dolaşabileceğiniz bir yer. Oraya da yol yapmak için kolları sıvadılar. O güzelim alana yüzlerce araç sokunca ellerine ne geçecek? Anlaşılır gibi değil.

Daha neler neler? Uzungöl’ün son halini biliyorsunuz. Rize’nin dereleri, yaylaları ne hale geldi biliyorsunuz. Kazdağları’ndaki altın madeninin eseri ortada ve biz hala doğanın kalbine beton ve asfalttan yapılmış hançerleri sokmaya çalışıyoruz.

Sorumluyu değil çözümü laboratuvarlarda arayalım ve unutmayalım:

Biz doğaya bu kadar hoyratça saldırdıkça doğa ananın yeni misillemelerine de hazır olmalıyız.