Ben 26 yıllık gazetecilik hayatımda bir kez kovuldum.

Aydın Doğan 2018 yılında bütün gazete ve televizyonlarını Demirören Ailesi’ne satmıştı.

Yeni yönetim, kendisine büyük avantajlar sunan hükümeti kayıtsız şartsız destekliyordu ve bizden de aynı tavrı bekliyordu. Birçok meslektaşım gibi ben de doku uyuşmazlığı yaşıyordum.

“Yollarımızı ayırıyoruz” cümlesini her an duyabileceğimi biliyordum.

Nihayetinde o zamanki Genel Yayın Yönetmeni Vahap (Munyar) Ağabey aradı ve söyledi. O da sadece bir aracıydı ve üzüntüsü her halinden anlaşılıyordu (bir süre sonra o da dayanamayıp ayrıldı).

★★★

Yeni patronajla, onların getirdiği yöneticilerle, onların yayın politikasıyla daha fazla gitmeyeceği belliydi. O koşullarda orada çalışmayı artık ben de istemiyordum ama yine de o sözü duymak üzücü, inciticiydi.

Ucunda işsizlik ve belirsizlik vardı. 22 yıl dile kolay. Radikal Gazetesi’nin kapısından muhabir olarak girdiğimde 24 yaşında bekar bir gençtim, Hürriyet Gazetesi’ne veda ettiğimde ise 17 yaşında çocuğu olan, yöneticilik de yapmış bir yazardım.

Birçok Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı gibi tek kuruş birikimim yoktu.

İlk düşündüğüm, tazminatımın mevcut borçlarımı kapatıp kapatmayacağı, kızımın üniversite yaşamını güvence altına alacak bir paranın kalıp kalmayacağıydı.

İki gün sonra, işsizliğin parasızlıktan, belirsizlikten daha ağır bir yanını keşfettim.

Her sabah 7’de kalkan, işkolik bir insanın yapacak hiçbir şeyinin olmaması, evden çıkmak için dahi bir bahaneye ihtiyaç duyması meğer ne ağır bir travmaymış.

Bin 560 liralık ilk işsizlik maaşımı aldığımda yaşadığım tarifsiz kederi size anlatamam.

★★★

Olay TV’nin son yayınını izlerken, aklıma işsiz kaldığım o gün geldi ve sadece oradaki meslektaşlarımı düşündüm.

Kimi uzun zamandır işsizdi, Olay TV yayına başlayınca iş bulmuştu.

Kimi şartlarını iyileştirebilmek için Olay TV’ye geçmişti.

Bazı arkadaşlarımız, Olay TV’deki yeni işi için şehir değiştirmişti.

O nedenle, o son yayın sadece bir ekranın karardığı an değildi.

O yayın aynı zamanda yaklaşık 180 kişinin, 180 ailenin işini, aşını yitirdiği bir yayındı.

180 kişi, o akşam ailelerine kendilerini bekleyen belirsizliği anlatmaya çalışacaktı. Bazıları, mevcut işini bırakıp gittiği için yakınlarının eleştirilerine maruz kalacaktı, “keşke” diyecekti.

Bazıları, işsizliği bitti sanırken 26 günde daha ilk maaşını almadan yeniden işsiz kalmanın dayanılmaz ağrısını hissedecekti.

Patron, “merak etmeyin yeni bir yol bulacağız” dese de tamamı, belirsizliğin karanlık koridorlarında kaybolmamak için insan üstü bir çaba sarf edecekti.

★★★

Olay TV’nin kapatılmasıyla ilgili “basın özgürlüğü ihlal edildi”, “hükümet baskı yaptı” gibi onlarca siyasi klişe kullanılabilir ama asıl söylenmesi gerekenlerden biri de “180 gazeteci işsiz kaldı” olmalıdır.

Evet, işin bir ayağı da 180 gazetecinin, 180 ailenin işinin, aşının elinden alınması, kul hakkının yenilmesidir.

Kadim Anadolu coğrafyasında çok kıymetlidir insanın işi, aşı. Kul hakkı yemek en büyük günahtır İslam dininde.

Mısraları, binlerce yıllık bir kültürden, efsanelerden, yaşanmışlıklardan süzülüp gelen Ahmed Arif, yeni doğan yeğenine yazdığı “Adiloş Bebe” şiirinde, aşa, ekmeğe göz koyanları yılana benzetir ve yeğenine “tanı bunları tanı da büyü” öğüdünü verir.

Ahmed Arif, aynı şiirinde bir başka öğüt daha verir:

“Bu, namustur/Künyemize kazınmış,
Bu da sabır,/ Ağulardan süzülmüş.
Sarıl bunlara/ Sarıl da büyü...”


Gerçeğin yanında durmak, işsizlikle, aşsızlıkla, adalet ve özgürlük için mücadele etmek, gazetecinin namusudur, künyesine kazınmıştır.

Ve her şeyin ilacı da sabırdır, zehirlerden süzülmüş.

Yapılması gereken bunlara sarılmaktır.

★★★

Hükümet basın özgürlüğü konusundaki olumsuz tavır ve uygulamalarıyla gurur duyuyor ve bu konudaki eleştirileri yakasına takılmış bir madalya gibi görüyor.

O yüzden yazıyı hükümete değil, bu sonucun diğer mimarı olan Cavit Çağlar’a bir çift söz ederek bitirmek isterim.

Bir haber kanalında gerçek anlamda gazetecilik yapıldığında, televizyonlar ve gazeteler iktidarın çizdiği çizginin dışına çıktığında, hükümetin sorun çıkaracağını bilmiyor muydunuz?

Bu kadar uzun siyasi geçmişinize, devletleri barıştıracak seviyedeki “önemli iş insanı” kimliğinize yakıştı mı bu şimdi. O 180 gazetecinin günahı neydi?

Madem demirden korkuyordunuz Sayın Çağlar, o zaman o trene neden bindiniz? Tekstil ve yerel medya neyinize yetmiyordu?