“Koronavirüse karşı yerli ve milli ilaç geliştirdik”, “Türkiye koronavirüse karşı kendi ilacını üretti”, “Yerli Covıd-19 İlacımız Favicovir ve Kinovir milletimize hayırlı olsun”, “Bakan Varank: Corona için ilaç ürettik”, “Korona Virüse Karşı Yerli İlaç Üretildi (Favicovir)”, “Türkiye Kovid-19 ilacını üretti”, “Koronavirüs ilacının ilk fotoğrafı!”

“Türkiye Yine Bir Başarıya İmza Attı! Koronavirüse Karşı İlaç Buldu...”, “Türkiye başardı! Koronaya karşı yerli ve milli ilaç üretildi”...

Bunlar, dünkü haberlerden derlediğim başlıklar. İnsan okuyunca uluslararası uzay üssüne mekik göndermiş kadar mutlu oluyor, gurur duyuyor.

Sağlık emekçilerimiz zaten efsane bir mücadele örneği göstermiş, dünyaya örnek olmuştu.

İlaç sanayimiz de koronavirüsün neden olduğu hastalıkla mücadelede kritik rol oynayan bir ilacın eşdeğerini yerli olanaklarla üreterek önemli bir fark yaratmış oldu ve alkışı hak etti. Haklarını teslim etmeliyiz ama önemli bir şerhi de koymalıyız.

Yüzde yüz yerli ve milli diyorsanız, ilacın etken maddesinin de yüzde yüz yerli ve milli olması gerekmez mi?

Oysa Favicovir isimli ilacın etken maddesi, Japonlar’ın 2014’te antiviral olarak piyasaya sürdüğü “Avigan” isimli ilacın etken maddesi olan Favipiravirdir. Bugüne dek birçok ülkeden birçok şirket, Avigan’ın eşdeğerini sentezleyip başka isimlerle piyasaya sürmüştü zaten.

Bir ilacın eşdeğerini üretebilmek elbette başarıdır. Ancak bunu yeni bir ilaç icat etmiş gibi yansıtmak, bu vesileyle siyasi propaganda malzemesi yapmak, en azından binlerce ilacın eşdeğerini üretebilen ilaç sektörümüze ve bilim adamlarımıza haksızlıktır.

Kimya okurken laboratuvardaki ilk günümüzde bize salisilik asit sentezini öğretmişlerdi. Favicovir adlı ilaç kamuoyuna açıklanırken izlenen yöntem, kullanılan dil, bizim o gün laboratuvardan çıkıp “yaşasın aspirin ürettim” diye kutlama yapmamıza benzemiyor mu?

Hakimler gazetecilik filmleri izlesin


Gazeteci Müyesser Yıldız, “kaçma ya da delilleri karartma” ihtimali yüzünden bir kez daha tutuklu yargılanacak. Başlangıçta Müyesser Abla’nın casuslukla suçlandığı söyleniyordu. Ancak yargı içtihatlarında “casusluk” suçunun oluşabilmesi için Türkiye dışında bir ülke adına casusluk yaptığının somut olarak ortaya konulması gerekiyor ve öyle anlaşılıyor ki buna dair somut bir bulgu da iddia da yok. Geriye kalıyor “sırların ifşası” suçlaması.

Meslektaşımızın avukatı Erhan Tokatlı, “Karar ‘Kim bu Hafter ile görüşen Türk komutanlar’ ve ‘Libya’ya hangi komutan gitti, yerine kim geldi’ başlıklı iki haber nedeniyle aldığı” dediğine göre bu iki haber üzerinden “sırları ifşa” suçu yöneltiliyor olabilir.

“Hafter ile görüşen Türk Komutanlar” yazısı tamamen açık kaynaklardan elde edilen bilgiler üzerine kurulmuş bir analiz ve eleştiri yazısı. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın, Milli Savunma Bakanı Hulisi Akar’ın, Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti Başkanı Fayiz Es Sarac’ın açıklamalarının yanı sıra Yunan Dışişleri Bakanı Nikos Dendias’ın To Vima gazetesinde yayınlanan iddiaları var. Bir de Emekli Korgeneral İsmail Hakkı Pekin ile Emekli Tuğgeneral Adnan Tanrıverdi’nin farklı yayın organlarında yer alan sözleri.

İkinci yazıda ise yine Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Libya’ya bir Korgeneral gönderileceğine dair açıklamalarına atıfta bulunularak, Libya’da görevlendirilen 2. Başkan Korgeneral Metin Gürak ve yerine geçici olarak getirilen Korgeneral Selçuk Bayraktaroğlu hakkında açık kaynaklardan olduğu anlaşılan bilgiler paylaşılıyordu.

Ne yazık ki yargı mensupları son günlerde “neyin haber olup olmadığına” dair hükümler kurarak, “gazetecilik” tanımı yapıyorlar. Üstelik, gazeteciliğin evrensel tanımını, Anayasamıza göre bağlayıcı olan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ndeki “düşünce özgürlüğü” çerçevesini ve hatta son yargı paketinde TBMM’de kabul edilen düzenlemeyi pek önemsemiyorlar. Kendilerinden The Post ve Başkanın Bütün Adamları gibi filmleri ya da Newsroom gibi dizileri izleyip, dünyanın geri kalanında gazetecilik nasıl yapılıyor, devlet sırrı ile gazetecilik ilişkisi nasıl şekilleniyor sorularına yanıt aramalarını rica ediyorum. Aksi halde onların çizdiği sınırlar kalıcı hale gelirse bütün gazetecilerin tası tarağı toplayıp başka işler bakması gerekebilir!