Sevgili okurlarım hepimizin bildiği gibi, Türkiye’de hangi olumlu iş yapıldıysa onların döneminde yapıldı!

Örneğin hastanelerimizde doktor yoktu, onlar sağladı.

Yoğun bakım odalarını onlar hizmete sundu.

Metrolar, hızlı trenler ve otoyollar onların buluşu...

Ambulansları da onlar hizmete soktu. Daha önce hastalar, hastanelere at arabasıyla taşınıyordu.

Ordumuzun perişan durumunu onlar düzeltti.

Sayın sayabildiğiniz kadar...

Her şeyi onlar yaptı.

Bizi ilkellikten kurtarıp çok şükür bugünkü refah düzeyimize kavuşturmayı da bu iktidar başardı.

Sen neymişsin be abi!

★★★

AKP milletvekili ve aynı zamanda partisinin Grup Başkanvekili olan Özlem Zengin, bizim bildiklerimize yeni bir ek yapıp belleklerimizin tazelenmesini sağladı.

Ona teşekkür etmek gerek!

Ne dedi Meclis’te..

“Bu ülkede Ak Parti gelene kadar kadın kelimesinin adı yokmuş Türkiye’de!..”

Vallahi maşallah yani...

Bilginin ve gerçekçiliğin bu kadarı her insana nasip olmaz!

★★★

İşin şakası bir yana...

Hele bu sözleri bir kadın milletvekilinin ağzından işitmek insanı şaşırtıyor.

Anlaşılıyor ki bu hanımefendi uzaydan gelmiş, Meclis sıralarına paraşütle indirilmiş...

Ülkesinin yakın tarihini bile bilmiyor. Hiçbir şeyin farkında değil.

★★★

Bunlar iktidar olana kadar Türkiye’de kadının adı yokmuş...

Canım benim!

Sen önce hiç değilse Cumhuriyet tarihini biraz olsun öğren de, böyle iddialı lafları ondan sonra söyle.

★★★

Gerçi senin kafa yapında olanlar iyi bilir ama söylemek işinize gelmez.

Kadının adı hepinizin övgüyle ve özlemle söz ettiğiniz o Osmanlı’nın döneminde yoktu.

Kadın ikinci sınıf vatandaş olarak görülür, miras hakkından bile yararlanması mümkün olmazdı.

Egemenlik sadece erkeklere ait bir kavramdı.

Müslüman kadın evinden dışarıya çıkamazdı.

Çıkarsa örtülü olmak zorunda idi.

Çalışma hakkı yoktu.

Kadın hiçbir sosyal ve ekonomik hakka sahip değildi.

Okullarda okuması, hele yüksek tahsil yapması, meslek sahibi olması asla mümkün değildi.

Kadınların okur yazarlık oranı sadece yüzde bir idi.

★★★

Ne zaman ki Osmanlı yıkıldı ve Cumhuriyet rejimi kuruldu, işte o zaman kadınlarımız “Adam yerine konulmaya” başlandı.

Sen bunları bilmez misin hanımefendi?

Bilmiyorsan ayıp, bilip de Meclis’te yalan söylemeye kalkışıyorsan daha da büyük ayıp.

★★★

Türk kadınına seçme seçilme hakkını taa 1930’lu yıllarda kim verdi?

Senin hemcinslerini Meclis’e kim soktu?

Türk kadını ülke tarihinde ilk kez olarak kim tarafından yüksek öğrenime kabul edildi?

Onlar avukat, hakim, savcı, subay, astsubay, polis, doktor, hemşire, mimar, mühendis, sporcu, yazar, sanatçı, öğretmen ve üniversite hocası olduklarında, iktidarda senin partin mi vardı?

Bakan oldular, vali oldular, hatta başbakan oldular.

Senin gibilerin örnek aldığı Osmanlı’da, ya da öteki İslam ülkelerinde var mıydı böyle şeyler?

★★★

Sevgili okurlarım, bunlar her zaman böyledir...

Kürsülere çıkıp ahkâm keserler ama kendi ülkelerini bile bilmezler, tanımazlar.

Türkiye’de olumlu ne iş yapıldıysa onlar yapmıştır!

Olumsuz şeyler derseniz, asla!..

Sen ve senin gibiler bu ülkeye uzaydan mı indiniz!

Nasıl oluyor da gerçekleri böylesine çarpıtmayı içinize sindirmeniz mümkün oluyor!

★★★

Şimdi senin gibilere gerçeği bir kez daha anımsatayım:

Kadının varlığı Cumhuriyet döneminde gerçekleşti.

Sen ve senin gibiler eğer bugün Meclis kürsülerinde konuşma hakkına bile sahipse, bunu sadece ve sadece iki şeye borçlusunuz.

Cumhuriyet rejimi ve Mustafa Kemal Atatürk.

Yatın kalkın, onlara dua edin.

Sonra istediğiniz gibi nutuk atmaya devam etmeyi sürdürün ama bu gerçekleri de kafanızın bir tarafında tutmayı sakın unutmayın!


Bedriye Hanım


Epey önceydi, gelen posta tomarından Bedriye Balkan imzalı bir mektup çıktı. Titrek bir el yazısıyla yazılmıştı...

“Pek muhterem Emin Beyefendi oğlum. Evvela içimden gelen bir coşkuyla size ‘Oğlum’ diye hitap etme cesaretinde bulunduğum için beni affediniz. Hakikaten hayatımda sizin gibi bir oğlum olmasını çok isterdim.

Şimdi müsaade ederseniz, siz varsınız. Seksen iki yaşında bir Türk ninesinin haleti ruhiyesini (ruh halini. EÇ) şimdiki gençlerin anlaması bilmem mümkün müdür?

Çetin bir hayat mücadelesinden sonra inzivaya çekilmiş durumdayım. Bastonla ancak ev içinde gezebiliyorum. Aylardan beri yazılarınızı ve bulabildiğim bütün eserlerinizi okuyarak memleketimizin içinde bulunduğu badireyi aklımın erdiği kadar anlıyor ve üzülüyorum.

Buna rağmen hakkın ve hakikatin yanında olarak hiçbir şeyden çekinmeden yazıp vatandaşları aydınlatan seçkin vatan evlatlarının varlığıyla vatanımız için teselli buluyorum.

Resimlerinizi mert bir Türk evladına duyulan bir coşkuyla bağrıma basıyorum... Bedriye Balkan.”

★★★

Çok duygulanmıştım. Bu yaşlı hanıma telefon açtım, teşekkür ettim.

Çok sevindi... Ve dostluğumuz böyle başladı. Kendisinde olmayan kitaplarımı imzalayıp gönderdim. Bir başka mektubunda şöyle diyordu:

“Sizi şahsen hiç tanımadığım halde diyebilirim ki, şimdiye kadar tanıdığım insanlara duymadığım sevgi, saygı ve yakınlığı duyuyorum. Yazılarınızla, bana bu düşkün ve zahmetli halimde yaşama gücü veriyorsunuz. Ve size bütün derdimi döküyorum. Belki de benim için ‘Ne garip insan’ dersiniz.

Ben orta yaşlarıma kadar insanları melek, cihanı cennet zannederdim.

Allah’ın kaderine inanırım, dinimi ve vatanımı çok severim.

Kitaplarınızın üzerindeki resimlerinizi okşuyorum.

Allah sizi bütün kötülüklerden korusun. Bilmiyorum, canınızı sıkıyorsam lütfen yaşlılığıma bağışlayın...”

★★★

Bazen ben onu arıyorum, bazen de o beni. Dostluğumuz giderek artıyor. Bir başka mektubundan:

“Artık ellerim hiç yazamıyor. En büyük arzum ölmeden evvel vatanımızın bunlardan kurtulduğunu görmek. Fakat öyle anlıyorum ki bu neticeyi göremeyeceğim.”

Bedriye Hanım bana dinî bayramlarda İstanbul’dan çikolata, bir kez de kravat, iki elbiselik kumaş ve ayrıca bazıları eski yazılı kitaplar gönderiyor. Eski yazılı olanları Millî Kütüphane’ye veriyorum.

★★★

Hep ölümü beklediğini söylüyor. Arayıp moral veriyorum: “Hayır, bakın sesiniz ne güzel geliyor.”

Onu güçlendirmeye, yaşama arzusu vermeye çalışıyorum.

“Yok Emin Bey evladım, her geçen gün kötüleşiyorum.”

Bir süre sonra aradığımda telefona çıkan bir hanım durumunun pek iyi olmadığını, içeride serum takılı olarak yattığını, konuşamadığını söyledi.

Birkaç gün daha geçti. Israrla arıyorum.

Telefon çalıyor ama açılmıyor. Her seferinde böyle. Kendisini nereden ve nasıl bulacağım? Acaba öldü mü, hastaneye mi kaldırıldı, yoksa telefonu mu bozuk?

★★★

Sonra aklıma geldi. Bedriye Hanım bazı hayır kurumlarına bağış yaptığını söylemişti. Bunlar arasında Türk Eğitim Vakfı da vardı. Bu kuruluşun başındaki rahmetli gazeteci abimiz Doğan Kasaroğlu’nu arayıp durumu anlattım. Adresi verdim.

Doğan Abi oraya adam gönderip beni aradı:

“Maalesef vefat etmiş.”

Gözlerim doldu, ruhuna fatiha okudum. Nur içinde yatsın.

VE  GAZETECİ ABLAMIZ!

İş için İstanbul’dayım. Taksim’de The Marmara Oteli’nde kalıyorum. Bir akşam otele gelip odama çıktım.

Elbise dolabını bir açtım ki, içinde üç adet kadın paltosu duruyor. Hiç unutmam biri kırmızı ve yakası kürklü.

“Ulan” dedim, “Bunlar benim odayı herhalde yanlışlıkla bir kadına verdiler.”

Fakat benim eşyalarım da yerinde duruyor.

Çekmecelere, banyoya, yatakların altına falan iyice baktım, başka yabancı eşya yok. Allah Allah!

★★★

Resepsiyonu aradım:

“Kardeşim benim odada üç adet kadın paltosu var. Bir yanlışlık mı oldu, odayı başkasına mı verdiniz, nedir?”

Bir yanlışlık yok. Oda benim!

Bir otel görevlisi gönderip paltoları aldırdılar. Resepsiyona sık sık soruyorum, paltoların sahibi ortada yok!

Günlerden bir gün odama gönderilmiş el yazılı bir not buldum:

“Eminciğim, otelin kuru temizleyicisine veresin diye sana paltolarımı bırakmıştım. İnşallah aklına gelmiştir de vermişsindir. Sen onları resepsiyona bırak, ben sonra aldırırım. Zahmetlerin için teşekkürler.”

★★★

Notun altında bayan gazetecinin ismi var.

Meslekte ablamız!

Hemen aşağı indim, resepsiyon görevlilerine durumu anlattım. Onlar da güldüler, paltoları getirmeye gittiler.

Fakat o da ne, paltolardan biri yok! İki palto geldi, üçüncüsü kayıp. Al başına belayı.

Bir yandan bu gazeteci ablamıza içimden saydırıyorum, bir yandan da oteli seferber ediyorum. Neyse ki kayıp palto ertesi gün bulundu.

Ben de onları oda hesabıma yazılmak üzere temizleyiciye verdim.

★★★

Gazeteci ablamız bunu niçin yapmıştı?..

Ben otelde kalıyorum. Paramı gazete veriyor. Onunla ilk gün otelin lobisinde karşılaşmış, epeyce de laflamıştık.

Beleş ya, laflarken güzelce karnını da doyurmuştu.

Paltoları otelin lüks temizleyicisine beni kullanarak gönderiyor ki hesap benim odama, yani gazeteye yazılsın. Onun paltoları da bedava tarafından temizlenmiş olsun!

Fakat bunu yaparken bana bir not bile yazmamış, beni günlerce uğraştırıp bilmece çözdürmüştü.

Sonra meraklanıp araştırdım. Gazeteci ablamız varlıklı bir insan. Bunu acaba niye yaptı?

İyi tanıyan herkes aynı şeyi söyledi:

“Ooooo, onun cebinde akrep vardır.”

★★★

Bu yazıda sizlere iki kadından söz ettim. Aradaki farkı mutlaka görmüşsünüzdür.

Hem Bedriye Hanım, hem de gazeteci ablamız, onlar artık bu dünyadan göçtü gitti.

Allah ikisine de rahmet eylesin.