Bir tablo hayal edin.

Sanat eseri.

Miras.

Size ait.

Tuvali, Türkiye coğrafyası.

Boyası, şehit kanı, alın teri.

Her sabah uyanıyorsunuz...

Gururla seyrediyorsunuz.

Ama, birileri her sabah sizden önce uyanıp, o tablonun başına geçiyor ve orasına burasına minik minik fırça darbeleri atıyor.

Her sabah bir minik fırça darbesi.

Tablo küçük küçük değişiyor.

Aniden değil, milim milim.

Alıştıra alıştıra.

Yedire yedire.

Aradan yıllar geçiyor...

Tablo, orijinal tablo olmaktan çıkmış!

Komple değişmiş.

Dedim ya, kanıksamışsınız...

Bakıyorsunuz bakıyorsunuz, tablo hâlâ aynı tablo zannediyorsunuz.

Peki ne yapılabilir?

Fark, nasıl fark edilebilir?

Orijinalin aslında ne kadar değiştiği, ne hale getirildiği, ilk bakışta nasıl anlaşılabilir?

Tek çare var...

Kıyas.

Çıplak gerçeği görebilmek için, tablonun ilk haliyle, son halini yan yana koymalısınız.



Mesela, Bülent Ecevit...

Akp’den önceki son başbakanımızdı.



Mustafa Kemal Atatürk ve İsmet İnönü’den sonra toprak kazandıran tek liderdi.

Bu dönemde ise, vatan toprağı terkedildi.



Kıbrıs fatihi’ydi.

Bu dönemde ise, Ege’deki adalarımıza Yunan askeri oturdu, gık bile çıkarılmadı, mangal yaparak alay ediyorlar, silah yığıyorlar.



ABD ambargosunu filan tınlamamıştı, Kıbrıs’a çıkarken ABD ordusuyla vuruşmayı göze almıştı.

Bu dönemde ise, aynı ABD kafamıza çuval geçirdi.



Amerikan vatandaşını milletvekili olarak Tbmm’ye sokmamıştı.

Bu dönemde ise, aynı Amerikan vatandaşını TC’nin büyükelçisi yaptılar.



Tüm zamanların en kibar başbakanıydı, herhangi bir yurttaşa hitap ederken “sayın”sız cümle kurmazdı, en sert rekabet yürüttüğü siyasi rakipleriyle bile nezaket sınırlarını aşmazdı.

Bu dönemde ise “ananı da al git, kelle, vampir, insan müsveddesi, ölü sevici, siyasi sapık, boyunları tasmalı, sürüngen, ayyaş” filan havalarda uçuşuyor.



Mütevazı bir insandı, gayet mütevazı bir makam aracı kullanırdı, aracın mutlaka yerli malı olmasına özen gösterirdi, kırmızı ışıkta asla geçmezdi, yedi defa suikaste uğramasına rağmen zırhlı araca binmedi.

Bu dönemde ise, habire makam uçakları alınıyor, makam araçlarına servet dökülüyor, limuzinler jipler gırla gidiyor, devleti yönetenler sokağa çıktığında trafik durduruluyor, binlerce polis seferber ediliyor.



Ömrü boyunca üç oda bir salon mütevazı evde oturdu.

Bu dönemde ise, bin küsur odalı saray yaptırılıyor, devleti yönetenler Dolmabahçe sarayına, Yıldız sarayına, Huber köşküne, Vahdettin köşküne sığmıyor, Okluk koyu’na Ahlat’a saraylar yaptırılıyor.



Mükemmel Türkçe konuşurdu.

Bu dönemde Türkçe’ye bile savaş açıldı, Arapça dayatılıyor.



Şairdi, sanatçı dostuydu.

Bu dönem, sanata “ucube” deniyor, hapis tehdidiyle mahkemelerde süründürülen sanatçılara “alçak zihniyet, imansızlar” deniyor.



“Elele büyüttük sevgiyi” diyordu bir şiirinde... “Birlikte öğrendik seninle, avcumuzda yüreği çarpan kuşa sevgiyi / elele duyduk kumsalda, denizin milyon yılda yonttuğu taşa sevgiyi / tırtılları tanıdık seninle baharda, tırtılken daha sevmeyi öğrendik / sevgiden üreyen kelebeği, toprağı evimiz gibi sevdik seninle, birlikte sevdik kuru toprakta, ev küren köstebeği / köstebeğinden toprağına taşına, tırtılından kelebeğine kuşuna, elele sevdik bu dünyayı, acısıyla sevinciyle sevdik, yazıyla kışıyla sevdik / köy-köy, ülke-ülke, gökler gibi sardı dünyayı, yağmur gibi sızdı dünyaya, dünya kadar oldu sevgimiz / elele büyütüp elele derdik, elele derip insana verdik, verdikçe çoğalan sevgimizi” diyordu.

Bu dönemde ise “kindar nesil” deniyor.



Çiftçi dostuydu, “Karaoğlan” lakabını bizzat çiftçi bir kadınımız takmıştı, haşhaş üretimi dahil, yabancıların Türk tarımına müdahale etmesine asla izin vermemişti.

Bu dönemde, samanı bile ithal eder hale geldik.



“Toprak işleyenin, su kullananın” diyordu.

Bu dönemde ise, topraklarımız yabancılara satıldı, “babalar gibi satarız” deniyor, “ülkemi pazarlamakla mükellefim” deniyor.



Maden işçileri başta olmak üzere, neredeyse tüm işçi hakları Ecevit döneminde kazanıldı.

Bu dönemde ise, maden işçileri köle haline getirildi, tarihin en büyük maden katliamı yaşandı, namuslu sendikalara savaş açıldı, işsizlik rekor seviyeye ulaştı.



CHP’yi kapatan darbeciler tarafından siyasetten yasaklanmıştı.

Bu dönem siyaset yapanların yasağını CHP kaldırdı.



Terörle mücadele etmişti.

Bu dönemde, terörle müzakere edildi.



Abdullah Öcalan’ı yakalayıp, hapse tıkmıştı.

Bu dönemde, Abdullah Öcalan’la pazarlık masasına oturuldu, Abdullah Öcalan’ın mektubuyla vatandaştan oy istendi, Pkk tanık yapıldı, Tsk sanık yapıldı, genelkurmay başkanı “terörist” ilan edildi.



Bülent Ecevit’in anne tarafından büyük dedesi Hacı Emin Paşa, Mekke’de 17 yıl şeyhülislam olarak görev yapmıştı, kutsal toprakları korumakla görevli olan Medine şeyhülharemi’ydi, vakıflar, medreseler kurdu, Hazreti Muhammed’in kabrinin de içinde bulunduğu Mescid’i Nebevi’nin 110 bin metrekaresinin tapusu, ona aitti. Kendisi rahmetli olunca, bu devasa mirası evlatlarına, torunlarına geçti. Bugünkü emlak değeri ne ediyor biliyor musunuz... 1 milyar 700 milyon dolar ediyor!

Hacı Emin Paşa’nın 70 mirasçısı bulunuyordu, bunlardan biri de Bülent Ecevit’ti.

Davalar açıldı, 2005 yılında sonuçlandı, Suudi Arabistan devleti istimlak bedeli olarak 340 milyon dolar ödemeyi kabul etti.

Dünyanın en namuslu siyasetçilerinden biri olan Bülent Ecevit, bu muhteşem mirastan kendisine düşen payı almadı, Atatürk tarafından kurulan Diyanet İşleri Başkanlığı’na bağışladı!

Evet, yanlış okumadınız... Servet değerindeki dede mirasını “Türk hacıların yararına kullanılması için, Türk hacılara ücretsiz konaklama yeri yapılması için” Diyanet’e bağışladı.

Bu dönemin diyanet’ini ise, 10 Kasım’da Atatürk’e bir fatiha okumayı bile çok gören, 19 Mayıs’ı 23 Nisan’ı 30 Ağustos’u 29 Ekim’i 9 Eylül’ü yok sayan diyanet’i anlatmama gerek var mı?



Suudi kralı mahkeme kararına rağmen, Bülent Ecevit’in Diyanet’e bağışladığı istimlak bedelini henüz ödemedi.

Bu dönemde ise, aynı Suudi kralına “Türkiye Cumhuriyeti Devlet Şeref Madalyası” takdim edildi, yetmedi, İstanbul Boğazı’ndaki 57 bin metrekarelik arazisine ayrıcalıklı imar izni verildi.



Ve bugün, 28 Mayıs.

Bülent Ecevit’in doğumgünü.



Akp’den önceki son başbakanımızı rahmetle anarken “tablo”yu kıyaslayalım istedim.



18 yılda neredeeeen nereye.



Her sabah uyanıp gururla bakıyoruz ama, şehit kanıyla, alın teriyle çizilmiş orijinal tablomuz mudur bugünkü tablo?