Missisipili eski bir kölenin oğlu Frederick Bruce Thomas’ı tanır mısınız? Ben tanımıyordum, öğrendim. Irkçılık belasından kaçarak 1899’da Avrupa üzerinden Rusya’ya kaçıyor. Devrim olunca 1919’da soluğu İstanbul’da alıyor... Rusya’daki deneyimleriyle Taksim’de, 1921’de Maksim’i açıyor, 1927’ye kadar Maksim ona, o Maksim’e can veriyor. Bir döneme damga vuran, assolistler yaratan, kimilerini de yutan gazino, yoluna böyle başlıyor...

Fahrettin Aslan’ı duymuşsunuzdur... “Gazinocular Kralı”... Çocuk yaşlarda Erzurum’dan İstanbul’a geliyor. Baltalimanı Kemik Hastanesi sırasında Miami-Belvü gazinosunu açıyor ve... 1958’de Zeki Müren sahne alıyor Miami-Belvü’de... O tarihte Maksim’in esas sahibi Emin Yeyman. O dönemin işletmecileri çok ciddi insanlar. Yeyman, Belvü’yü ve Fahrettin Aslan’ı merak ediyor... “Kim bu 25 yaşındaki adam... Zeki Müren gibi sanatçıyı ne olduğu belli olmayan sapı silik bir yerde sahneye çıkartıyor” diye düşünüyor. Kalkıp bir gece geliyorlar Belvü’ye. Gece bitiyor Emin Yeyman’ın dikkatini, Fahrettin Aslan’ın cabbarlığı ve iş bitiriciliği çekiyor ve “Sen gençsin gel Maksim’e ortak yapayım” diyor.

Şükrü Balcı’nın listesi


Hafta sonu Fahrettin Aslan’ın oğlu Sacit Aslan’ın “Bir Masada İki Kral Olmaz/Kırmızı Kedi Yayınevi” kitabını okudum. 180 sayfada, iş, sanat, siyaset, kabadayı dünyasındaki aktörlerine ve ‘sır’ ilişkilere tanık oldum. (1960-2000 yılları) 1. MİT Raporu’nda (1984) ismi geçen ve dönemin İstanbul Emniyet Müdürü Şükrü Balcı adına ‘para topladığı” iddiasıyla 11 ay hapis yatan Fahrettin Aslan’ın, polis, asker, mafya, sanat dünyasında aldığı rol...

Sacit Aslan


Oğlu Sacit Aslan’ın tanıklığı!

Örneğin... 1980’ler... Türkiye’de döviz bulundurma yasaklarının olduğu bir dönem. 100 dolardan fazlası dışarı çıkarılamıyordu. Ülkede o kadar fabrika, işletme çalışıyor. Hammadde alması lazım, malı satması lazım, ticaret için anlaşma yapması lazım vs... Bu şartlarda işler nasıl ilerleyecek? Bunun için de düzenek kurulmuş; simsarlar vardı. Bir ayağı Türkiye’de; buradan parayı alıyordu. Diğer ayağı da İsviçre’de; oraya giden işadamına parasının döviz karşılığı veriliyordu. Bu simsarların bu işlemlerden kazançları da büyük oluyordu. Ülkedeki önemli sanayiciler simsarlarla bu işlemleri yapmak zorunda kaldılar.

Şükrü Balcı


İstanbul Emniyet Müdürü Şükrü Balcı bu listeyi ele geçirmiş.

Kim ne kadar döviz aldı, nasıl aldı hepsini biliyordu... Operasyon düzenleyip, sorumluların yargılanması için harekete geçmesini bekleyenler yanıldı. Şükrü Balcı, listeyi aldı ve Fahrettin Aslan’ın yanına geldi. “Bunlardan şu kadar para toplayacaksın, bunun şu kadarı senin bu kadarı benim” diye plan, pazarlık yaptılar.

Fahrettin Aslan, listedeki isimlere tek tek gidiyor belirlenen parayı istiyordu. “Eğer vermezseniz, Şükrü Balcı bu listedekileri gözaltına alacak” diye de aba altından sopa göstermeyi ihmal etmiyordu. Kimsenin gözünün yaşına bakmıyorlardı. İnsanlar çekiniyor, istenilen paraları veriyorlardı. Bahsedilen para, milyonlarca dolardı...

Tarikat liderinin içtiği puro


Maksim’in konukları arasında, adını duyunca şaşıracaklarınız da var. Okuyalım:

Fahrettin Aslan’ın arkadaşları, Taksim Maksim’e sık sık gelirdi Ben bunlara “Fahrettin Aslan’ın ayaklı gezici kıraathanesi” ismini taktım. Maksim’de yiyip içiyorlardı. Peki, kimdi bunlar? Bugün hâlâ gücünü koruyan, faaliyetlerini sürdüren Cerrahi Tarikatı’nın o tarihteki lideri Muzaffer Özak, Demokrat Parti’nin en ileri gelen imamlarından biri olan Mevlithanlar Cemiyeti Başkanı Nusret Yeşilçay, 70’lerin 80’lerin önemli mevlithanlarından Ali Gürses, bir diğer mevlithan Zeki Altın...

O gece Maksim’den çıktıktan sonra yine babamın işlettiği mekânlardan biri olan Tepebaşı’ndaki Cumhuriyet Pavyonu’na gittim. Etrafta olan bitene bakıyorum, kim var kim yok göz gezdiriyorum. Gözüm bir masaya ilişti. Bir baktım Nusret Yeşilçay ve arkadaşı orada... Etrafına pavyondaki konsomatris kadınları toplamış. Pavyonda kadınları etrafına toplayan adam hem yaşlı hem de Mevlithanlar Cemiyeti Başkanı... Bir dönemin en önemli imamlarından birisi... Yaklaştım yanına “Hoca,” dedim “Ne yapıyorsun sen burada?” “Evladım, kızların dertleri var onları dinliyorum” dedi. Gece saat iki... “Lan ne derdi var bu kızların” diye sordum. Masada bulunan kadınlardan birisi dev gibi. Lakabı “Apartman Gönül”. Ancak lakabı fiziki özelliğinden gelmiyor, kadının gerçekten apartmanı var... Gecenin ikisinde Nusret Hoca bu Apartman Gönül’ün derdini dinliyormuş... “Bırak bu ayakları,” dedim yanlarından uzaklaşırken...

O gecelere ait bir not daha: Sohbetlerde purolar içiliyor, etler yeniyor ve siyasi, dini sohbetler yapılıyor...

Sacit Aslan’ın şu tespiti dün, bugün ya da yarın yaşanacakların özeti:

“... 12 Eylül’ün fırtınası dinip de Anavatan Partisi (ANAP) ile birlikte Turgut Özal dönemi başlayınca, bambaşka bir sosyete yaratılmıştı: Papatyaydı, çiçeklerdi vs... Bu arada da demirciler gitti, müteahhitler geldi. Müteahhit derken, sıradan vatandaşa ev yapan kimseler gelmesin aklınıza. Devlet ihalelerini alanlardan bahsediyoruz. Bugünkü gibi devletten büyük işler alan, ceplerini dolduran insanlar bunlar. Tek farkı, bugün ihaleleri 4-5 kişi alırken, o dönem pasta daha fazla kişiye dağıtılıyordu...”