Salı günü Başkent Ankara’nın en sevdiğim binasının önündeydim. Merdivenleri çıkmış, kapıdan girmek üzereydim.

Gelmeden önce Büyük Önder Atatürk’ün İran Şahı Rıza Pehlevi’yle diyaloğunu izlemiştim.

Eminim 19 Haziran 1934 günü Namazgah Tepesi’nde bulunan Ankara Halkevi’nin önünde kaydedilen o videoyu sizler de izlemişsinizdir.

İki lider de çok şık. Şah Pehlevi, Azeri Türkçesi konuşuyor. Tercümansız rahatça anlaşabiliyorlar.

Atatürk, Yeşilçam filmlerinden alışık olduğumuz bir ses tonu ve nezaketle sesleniyor:

“Zatı şahanelerinizi Türkiye’de ağırlamaktan dolayı mesut ve bahtiyarız efendim.”

Şah Pehlevi, geçmişten beri Atatürk’ü ziyaret etmek istediğini anımsatarak orada olmaktan duyduğu mutluluğu vurguluyor. İki ülke ilişkilerinin geliştirilmesi konusundaki temenniler de tamamlanınca, Atatürk “Arzu buyurursanız yukarıları bir görelim efendim” diyerek kapıyı gösteriyor. İki lider, o gece bu binanın çok amaçlı salonundaki muhteşem locadan, Ahmet Adnan Saygun’un “Özsoy Operası”nı izliyorlar.



★★★

“Hepiniz mebus olabilirsiniz. Vekil olabilirsiniz, hatta reisicumhur olabilirsiniz. Fakat sanatkâr olamazsınız” diyebilecek kadar vizyoner bir sanatseverdi Atatürk.

Mimar Arif Hikmet Koyunoğlu tarafından inşa edilen bu muazzam bina da tamamen sanata hizmet etsin diye çabalamıştı. Binanın Selçuklu motifleriyle süslenmesi, çok amaçlı bir tiyatro salonunu barındırması da bizzat Atatürk’ün isteğiydi.

Binada sadece Türk taş ve mermer ustalarıyla Türk işçilerin çalışması, mermerler Marmara Adası’ndan getirilmesi gibi konularda ısrarcı olan Atatürk, bu hassasiyetiyle belki de genç Cumhuriyet’in öz mimarisini ve inşaatçılarını yaratmaya çabalıyordu.

Atatürk açısından mesele sadece bina yapılması değil, o binanın adeta kültür ve sanatla yaşamasıydı.

Türkocağı Binası olarak kurulan, bir süre sonra Ankara Halkevi’ne dönüşen ve neticede sanat müzesi haline gelen o bina, Atatürk’ün de uğrak yerlerinden biriydi.

Kültür ve Turizm Bakanlığı Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü’nün arşivlerine göre Atatürk, o binada şu etkinliklerini izlemiş:

- 19 Ocak 1931: Fransız tiyatro topluluğunun oyununu.

- 11 Aralık 1931: Bulgar operet topluluğundan opereti.

- 4 Ocak 1932: Faruk Nafiz Çamlıbel’in Akın piyesi.

- 3 Nisan 1932: Behçet Kemal Çağlar’ın yazdığı Çoban piyesi.

- 11 Haziran 1932: Aka Gündüz’ün yazdığı Mavi Yıldırım oyununu.

- 21 Haziran 1932: Bulgar bale topluluğunun gösterisi.

- 2 Kasım 1933: Cumhuriyet’in 10. yıl dönümünde açılan “İnkılâp Resim Sergisi”

- 12 Mayıs 1934: Ankara Kız Lisesi’nin müsameresi.

- 19 Haziran 1934: A. Adnan Saygun’un Özsoy Operası (İran Şahı’yla birlikte).

- 27 Aralık 1934: A. Adnan Saygun’un Taşbebek operası.

- 17 Nisan 1935: Moskova Devlet Tiyatrosu sanatçılarının müzik ve bale gösterisi.

- 26 Mart 1937: Bursalı gençlerin müsamerisi.

- 26 Mayıs 1937: “Ay Işığı” adlı uyarlama çocuk opereti.

★★★

Lord Kinross’un aktardığına göre Atatürk, Ali Fuat’a şöyle demiş: “Eğer matematiğin üzerinde durduğum kadar şiir ve resim üzerinde de dursaydım, Harbiye’de dört duvar arasında kapanıp, kalmazdım... sabahleyin şafak söker sökmez de resim yapmaya başlardım.”

Bu sözler, Atatürk’ün resim sanatına olan ilgisini de gösteriyor.

1933’teki “10. Yıl Kutlama Etkinlikleri” arasında bir de resim sergisinin olması, Atatürk’ün tam bağımsız cumhuriyetin “övünülecek yanlarından biri” olarak sanatı gördüğünü de gösteriyor.

O binada açılan ilk resim sergisinden söz ediyorum. Ressam Refik Bey’in yönetimindeki Ankara Halkevi Güzel Sanatlar Bölümü’nün Hazırladığı “İnkılap Resim Sergisi”nde 10 yıl içinde üretilen devrim konulu eserler sergileniyordu.

Bugün sanat tarihimizin önemli isimleri olarak kabul edilen Halil Dikmen, Arif Bedii Kaptan, Eşref Üren, Refik Epikman, Mahmut Cûda, İbrahim Çallı, Hamit Görele, Şeref Akdik, Cemal Tollu, Turgut Zaim ve Hikmet Onat gibi usta ressamların Cumhuriyet’in başkentinde ilk o sergide görücüye çıktığını da unutmamak lazım.

[caption id="attachment_6211864" align="alignnone" width="800"] Atatürk, İnkılap Resim Sergisi’nde “Bu resmi çok beğendim. Bunu aldınız mı?” diye sordu. “Halk Mektebi” adlı tablo Şeref Akdik’in imzasını taşıyordu.[/caption]

★★★

Atatürk’ün göz bebeği olan o bina, onarılarak yeniden Devlet Resim Heykel Müzesi olarak kullanılmaya başlandı. Türk resim ve heykel sanatının gözbebeği olan şaheserleri görücüye çıkardı. Geri kalan yaklaşık 5 bin sanat eseri de dünya standartlarında, yangına ve neme karşı güvenlik sistemi olan bir alanda depolandı. Restorasyonda, Atatürk’ün İran Şahı Rıza Pehlevi ile Özsoy Operası’nı izlediği salon da ilk haline uygun şekilde yenilendi. Atatürk ile Şah Pehlevi’nin oturduğu loca gerçekten görülmeye değer. Şunu da söyleyeyim, Müze için bastırılmış Kıymet Giray imzalı iki ciltlik Başyapıt kataloğu da çok başarılı olmuş.

Sanat eserlerini gezdikten sonra binanın kapısında müzenin restorasyonunda çok büyük emeği olan Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy’la denk geldik. Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası, Cer Modern, Ankara Devlet Opera ve Balesi, Devlet Tiyatroları ve Etnoğrafya Müzesi görüş alanımızdaydı. “Burayı kültür adası yapmayı hedefliyorum” dedi. Bir an gözümde canlandı ama ne yazık ki o güzelim tarihi gar binasının arkasında görünen AVM şeklindeki gar binasını görünce hayalimden çabuk uyandım.

Resim Heykel Müzesi’nden ayrılırken Atatürk’ün Ankara’sındaki sanat yaşamını düşünüyordum. Zor zamanların peşinden gelen ne güzel günlermiş, değil mi?