Bugün Cumartesi.

O nedenle bugünkü yazımı Cumartesi Anneleri’ne ayırmak istedim.

Berfo Ana’yı anımsarsınız.

12 Eylül 1980 sabahı evden alınan oğlu Cemil’i (Kırbayır) bir daha hiç göremedi. Yıllarca bir mezar aradı. “Ölmeden önce oğlumun mezarını görmek istiyorum” dedi.

AK Parti de demokrasiyi güçlendireceği vaadinde bulunduğu o yıllarda Berfo Ana’yı sembol olarak kullandı ama oğlu Cemil’in mezarına kavuşabilmesi için arpa boyu dahi yol alamadı. Zaten seçim ve referandumlar bitince de Berfo Ana unutuldu gitti.

Berfo Ana tam 105 yaşına dek dirense de amacına ulaşamadı. Tabiri caizse “gözü açık gitti”.

Türkiye’de Cemil Kırbayır gibi devlet binalarında kaybedilmiş bin 352 kişi var.

Onların anneleri, babaları, kardeşleri de Berfo Ana gibi yıllardır çocuklarını arıyor.

27 Mayıs 1995 Cumartesi günü Galatasaray Lisesi önünde başlattıkları oturma eylemlerini yıllarca barışçı bir şekilde sürdürdüler. Bu süre içinde hep cumartesi toplandıkları için “Cumartesi Anneleri” diye anıldılar.

Cumartesi Anneleri’ne ilk müdahale 170. haftada, yani 15 Ağustos 1998’de başladı. Devlet o günden sonra 31 hafta boyunca her cumartesi çocuklarını, kardeşlerini arayan insanlara müdahale etti. Kayıpların anaları, babaları, kardeşleri 31 hafta boyunca tartaklandı, coplandı. O dönemde 431 kişi gözaltına alındı. 932 gün gözaltında kaldılar. 84 günlük “iş göremezlik” raporu aldılar.

Bu da yetmiyormuş gibi “polise mukavemet” ve “toplantı ve gösteri yürüyüşleri yasası”na muhalefetten haklarında davalar açıldı.

Davalar o kadar dayanaksızdı ki bir keresinde okuma yazma bilmeyen bir anne, gözaltında tutulduğu hücrenin duvarına yazı yazdığı iddiasıyla yargılandı.

Sonunda canlarına tak etmiş olsa gerek 1999’da eylemlerine son verdiler ve 31 Ocak 2009’a kadar bir daha Galatasaray Lisesi önüne gelmediler.

2009’da memlekette Avrupa Birliği ve demokrasi seferberliği hakimken, Berfo Ana AK Parti hükümetince adeta bayrak yapılmışken yeniden başlayan eylemler, 28 Ağustos 2018 Cumartesi günü, yani 700. haftada yeniden müdahaleye uğradı. Kadınlar yerlerde sürüklendi ve coplandı. Bazıları plastik kelepçeyle arkadan kelepçelendi. Eyleme katılan 46 kişiye bir kez daha “toplantı ve gösteri yürüyüşleri yasası”na muhalefetten dava açıldı. İddianamede yasayı “uyarıya rağmen kendiliğinden dağılmayarak” ihlal ettikleri savunuldu.

İşte o davanın duruşması 25 Mart günü İstanbul’da yapıldı. İddianamedeki tek delil, polisin olay günü tuttuğu tutanak ile tahkikat evrakıydı. Sanıklar adına söz alan İHD Başkanı avukat Öztürk Türkdoğan beraat kararı verilmesini istedi. Hakim bu talebi iki saniye dahi tereddüt etmeden reddetti.

Duruşma sırasında birçok kayıp yakını konuştu. Bunlardan biri de Maside Ocak’tı, eylemler başladığında 19 yaşındaydı. Bugün 45 yaşında. Gözaltında öldürülen ağabeyi Hasan Ocak’ın fotoğrafını göstererek şöyle dedi: “Boynumda fotoğrafını gördüğünüz kişi ağabeyim Hasan Ocak. Gözaltında olduğu kabul edilmedi ama onu görenler vardı. Başvurularımız sonuçsuz kaldı. Günler sonra bir fotoğrafı teşhis ederek cesedine ulaştık. Tam 26 yıldır ben o fotoğrafı görüyorum. Ağabeyim işkenceden geçirilip boğulmuştu. Hiç kimse yargılanmadı, ‘Türk polisi işkence yapmaz’ diyen savcılar oldu. Biz 26 yıldır adalet istiyoruz.”

O adalet yerini bulur mu dersiniz?

Bana sorarsanız kayıp yakınlarının hesap sorarken hesap vermek durumunda kaldığı bir ülkede demokrasiden, hukuktan ve adaletten söz etmek imkansızdır. 1990’lardaki o baskı ortamını, 170. haftadan sonra yaşananları anımsatan bu zorlama dava sürdükçe ve evlat acısı yaşayan Cumartesi Anneleri o davada yargılandıkça bu ülkede insan hakları eylem planı falan işe yaramaz.

Berfo Ana gözü açık gitmişti. Şimdi de kendisiyle aynı kaderi paylaşan analara yapılanlar nedeniyle kemikleri sızlıyor.

Peki seçim ve referandumlar öncesinde kendisini bayrak yapan AK Parti iktidarının umurunda mı bu?