1- ABD’yle ilişkilerin ortası yok mu?

Türkiye’de her zaman sosyolojik bir “Amerika karşıtlığı” vardır. Solcular, soğuk savaş zamanından bu yana Amerika karşıtıdır. Sağcılar ve İslamcılar ise Demir Perde dağılana dek komünizme karşı “Amerika sevici” iken, bugün ABD karşıtları safında yer alıyor.

Haliyle anti-Amerikancı tavır, Türkiye siyasetine de yansıyor.

AK Parti iktidarı da genel olarak “ABD’ye vurarak” tabanını konsolide etmeyi, aynı zamanda ABD karşıtı muhalefetin gönlünü kazanmayı amaçlıyor.

PKK’yı açıktan destekleyen, Türkiye’nin 1.4 milyar dolarına çöken ABD’ye “kafa tutmak” siyasette -doğal olarak- büyük prim yapıyor.

Ancak, iktidar için işler pratikte bu kadar basit olmuyor.

Hani türküde diyor ya “atam dedim atılmıyor, satam dedim satılmıyor...”

AK Parti için ABD konusunda tam da türküde anlatılan durum yaşanıyor.

ABD’yle olmuyor, ABD’siz hiç olmuyor!

Bir tarafta ABD’ye “kafa tutuluyor(!)”,diğer tarafta ABD’yle iyi ilişkiler kurabilmek için “can atılıyor”.

Kamuoyuna “ABD deccal, ABD terörü destekliyor” mesajı veriliyor ama gerçekte Washington’a (Milletvekili Mücahit Arslan başkanlığında) heyet gönderilip, Joe Biden yönetimine “iyi ilişkiler kurma” niyeti iletiliyor.

Kamuoyuna her fırsatta “Biden düşman” mesajı veriliyor ama Biden’la yüz yüze görüşme için olağanüstü çaba gösteriliyor.

Bu da yetmiyor, Biden’la görüşmenin yapılabilmesi, hatta 20 dakika değil de 70 dakika sürmesi “büyük zafer” gibi gösterilmeye çalışılıyor.

Keşke bu işin bir ortasını bulsalar!

2- İklim mi güvenlik mi?

1 Kasım 2021 Pazar günü akşam saatlerinde İstanbul’dan Ankara’ya gelen uçakta tam 72 VIP yolcu vardı. Bir-iki eski ve yeni milletvekilini, büyükelçileri, bürokratları çıkarsanız, geriye kalan VIP yolcuların tamamı koruma polisleriydi ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın G 20 zirvesi için gittiği Roma’dan dönüyorlardı. Bir o kadar korumanın da Cumhurbaşkanlığı uçağıyla döndüğünü düşünün.

Demek ki Cumhurbaşkanı Erdoğan, Glasgow’daki İklim Zirvesi’ne İskoçya Hükümeti bu kadar koruma ve aracı kabul etmediği için gitmemiş.

Zirve notlarına baktım, Erdoğan dışında katılmamış önemli liderlerin Çin ve Rusya liderleri olduğunu gördüm. Onların katılmaması normal. İki ülke de küresel ısınmaya karşı alınacak önlemleri içeren İklim Anlaşması’na taraf olmuyor. Türkiye ise İklim Zirvesi öncesinde hem anlaşmaya taraf oldu hem ilgili kanunu TBMM’de onayladı.

Erdoğan’ın iklim değişikliği konusunda Türkiye’nin uluslararası toplumla eşgüdümlü hareket ettiğini gösteren bu önemli adımı arkasına alarak, İklim Zirvesi’ne göğsünü gere gere katılması gerekirdi.

Böyle bir fırsat, ne yazık ki sırf koruma ve araç sayısı yüzünden yaşanan diplomatik bir inatlaşmaya feda edildi.

Muhabirlik zamanlarımda yıllarca hem içeride hem dışarıda merhum Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’i ve Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’i izlemiştim. Ayrıca yüzlerce uluslararası zirve takip etmiştim. Bu kadar korumayı, konvoyu ABD Başkanı dışında kimsede görmemiştim. Çok merak ediyorum bu kadar kalabalık bir koruma ordusu, bu uzun araç konvoyları gerçekten güvenlik için mi yoksa “itibar” göstergesi mi?

3- Hani geri adım atmışlardı?

10 büyükelçi “istenmeyen kişi” ilan edilip sınır dışı edilecekti. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’na göre Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan bunu duyurduğunda 10 büyükelçi panik olmuş. Kimi valizini toplamış, kimi yardımcısını suçlamış.

Ortaya çıktı ki Cumhurbaşkanı Erdoğan “istenmeyen kişi” ilan etme isteğini ilk kez bir seyahat sırasında uçakta kendisini izleyen gazetecilere söylemiş. Ancak yolculuk bittikten sonra Cumhurbaşkanlığı’ndan gazetecilere “bu halini kullanabilirsiniz” diye gönderilen metinde “istenmeyen kişi” ifadeleri yer almamış.

Bu, bürokrasinin “istenmeyen kişi” krizinin büyümemesi için elinden geldiğini yaptığını gösteren önemli bir detay. Neticede başarılı oldular, diplomasi devreye girdi ve kriz aşıldı.

İktidar, büyükelçilerin ikinci açıklamasını “geri adım”, sonucu da kendileri açısından “zafer” gibi yansıttı ama o büyükelçilerin temsil ettiği ülkeler durumun öyle olmadığını bir bir açıklamaya başladı. En son Hollanda Başbakanı Mart Rutte, Erdoğan’la görüşmesinden sonra büyükelçilerin ikinci adımının “zayıflık” olmadığını savunup şöyle dedi:

“Hollanda’nın, AİHM kararlarına dikkat çekme hakkını her zaman saklı tuttuğunu Erdoğan’a anlattım. Bunun içişlerine müdahale değil, evrensel değerlerin teyidi olduğunu düşünüyoruz. Ayrıca bunu gelecekte de yapmaya devam edeceğimizi söyledim”

İnsan ister istemez soruyor: Hani geri adım atmışlardı?