Hayat pahalılığı, işsizlik, ekonomik zorluklar, korona önlemleri canınızı çok sıkıyor biliyorum. Sokağa çıkma yasağı ve dört duvar arasına hapsolmak da bu boğucu günlerimizin tuzu biberi oldu.

Bu yüzden bu cumartesi günü can sıkıcı siyaset mevzularına girip canınızı daha da sıkmak istemiyorum.

Gelin boş verelim “Tayyip Erdoğan, Kemal Kılıçdaroğlu, Devlet Bahçeli ne demiş”i, “Boğaziçi’nin yeni rektörünün o koltuğu hak edip hak etmediği” tartışmasını, iktidarın darbe ve türban hezeyanlarıyla yaptığı mağduriyet edebiyatını.

Onun yerine geçmişe, uzaklara doğru doğru bir yolculuğa çıkalım.

★★★

Ocak ortasında baharı yaşadığımız şu tuhaf günlerde en çok neyi özledim biliyor musunuz?

Memleketimin kış günlerini.

Lapa lapa kar yağar, yeryüzünün beyazı yatağımız, göğün eşsiz mavisi yorganımız olurdu. Oyununu, oyuncağını topraktan, akan sudan, taştan, ağaçtan, kardan çıkaran köy çocuklarının mutluluğuna da mutluluk katardı.

Kimimiz harman yerinde toplanan ve zaman zaman iki metreyi bulan kar yığına eskimo igloları gibi oyun evleri inşa ederdik.

Kimimiz, marangoza kestirdiğimiz 10 santim genişliğinde, 1 buçuk metre uzunluğunda ince tahtaların ucuna teneke çakar, onu da hafif yukarı doğru eğerek kayağa dönüştürürdük. Ayağımızı da tahtanın iki yanına çaktığımız çivilere bağladığımız ipe geçirirdik (Kafam az kara gömülmedi o ip kırılıp yuvarlandığımda).

En zevkli işi o günlerin, buz tutan derenin üzerinde aşık atmak ya da bilye oynamaktı.



O masmavi buzun üzerinde saatlerce kızak kaymak, hatta yarışlar yapmak eşsiz bir eğlenceydi. Kızak dediysem, öyle kayak merkezlerinde gördüğünüz sıradan rengarenk plastik kızaklar değil!

Bizim için kızak dediğin ağır olmalıydı, şöyle masif ahşaptan.

Vurdun mu buzun üzerine, ileri doğru atılacak, sonra sen atlayacaksın üzerine.

Altındaki çelik, buza sürtündükçe ısınacak, buz hafif sulanacak ve kayarken adeta çeliğe su verilecek.

Hızlanıp ilerlerken, bir tek yüzüne vuran soğuk rüzgarı hissedeceksin.

Rüzgarın sesine, çeliğin buza sürtünürken çıkardığı ses eklenecek.

Yukarıda güneş varsa, cam gibi buzun üzerinde kendi siluetini göreceksin.

Buzun üzerine, yassı keskin bir taşla çizilmiş bitiş çizgisine vardığında etrafına bakacaksın.

Geçilmediysen, hafif doğrulacaksın, elinin birini havaya kaldırıp “kazandım” diye bağıracaksın.
Elin, burnun soğuktan kıpkırmızı olmuş, üşümüşsün kimin umurunda.
Sonra biraz önce seni taşıyan kızağı sen taşıyacaksın başlangıç noktasına.

★★★

Perşembe günü Kars’a giden arkadaşım Hakan Kılıç, fotoğraflar göndermişti. Uzun uzun baktım o fotoğraflara. Ocak ortasında orada da yeterince kar yoktu. Ne yazık: Kars Çayı’nın üzerinde bırakın kızak kayan çocukları, doğru dürüst buz dahi yok.

Neden mi?

Tabi ki kentlerimize, doğaya olan ihanetimizden bunun sonucu olan küresel ısınmadan.

Bakın önümde duran Avrupa Birliği Yeryüzü İzleme Programı olan “Kopernik İklim Değişikliği Servisi”nin raporu duruyor. Rapor, “2020 yılı da yeryüzünün en sıcak yılı olan 2016 ile aynı sıcaklık seviyesine ulaştı” diyor.

ABD’nin Kaliforniya Eyaleti’ndeki Ölüm Vadisi’nde (Death Valley) sıcaklık 54.4 derece ölçülmüş. 2020 Kuzey Yarım Küre’nin de en sıcak yılı olmuş.

Sıcak hava dalgaları, orman yangınları, seller 2020’de de hız kesmemiş. Sibirya’da sıcaklık bir sıcak hava dalgası sırasında 38 dereceye çıkmış ve bu durum aynı zamanda Kuzey Kutup Dairesi’nin kuzeyinde şimdiye kadar kaydedilen en yüksek sıcaklık olarak kayda geçmiş. Yaşanmasaydı eğer rahatlıkla “neredeyse imkansız” diyebileceğimiz durumlar yaşandı 2020’de. Ne yazık ki 2021 yılı da “gelen gideni aratacak” cinsten olacak.

Beton bloklar yükselip yeşil yok oldukça, yeryüzü ısınacak. Yeryüzü ısındıkça doğa intikamını alacak. Canınızı sıkmayayım dedim ama yazının sonu yine can sıkıcı bir yere dayandı. Unutmayalım lütfen:

Gün geçmiyor ki beton gökdelenler, çevre hesaba katılmadan inşa edilen santrallar, madenler hançer gibi gezegenimize saplanmasın.

Gezegene ihanet, insanlığa ihanettir!