Hükümet geçen hafta bir İnsan Hakları Eylem Planı (İHEP) açıkladı. 11 ilke ve 9 hedefe odaklanmış plan, başta yargı olmak üzere bir çok alanda insan hakları standartlarını yükseltmeyi amaçlıyor.

Bu konuda 6 Mart günü yazdığım yazının başlığı “plana gerek yok ‘eylem’ yeter” olmuştu. İHEP’nda yer alan ama pratikte 180 derece tersi yaşanan durumlara dikkat çekmiş, sorunun uygulama olduğunu yazmıştım.

Salı gecesi, HaberTürk TV’deki programda planla ilgili kafamdaki soru işaretlerini konunun en önemli muhatabı olan Adalet Bakanı Abdulhamit Gül’e sorma fırsatı buldum.

Bugün izin verirseniz, Bakan Gül’ün yaklaşımını ve söylenenler üzerinden kendi analizimi paylaşmak isterim.

★★★

Öncelikle programa girmeden önce yaşananları anımsatayım:

Yayının yapıldığı stüdyo Taksim’e yakındı ve 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü kapsamında yapılacak gece yürüyüşü de Taksim bölgesindeydi. İstiklal Caddesi ve Taksim’e çıkan bir çok yol kapatılmış, polis barikatları kurulmuş, eylemci kadınlardan çok polis alanda yerini almıştı. TOMA’ların, kalkanlı polislerin, zırhlı araçların arasından geçerek stüdyoya ulaştık. Bakan Gül’e soru soracak meslektaşlarımızdan Nihal Bengisu Karaca’nın, polis barikatlarına takıldığı için yayına son anda yetişebildiğini de anımsatmak isterim.

Ayrıca biz yayına girmeye hazırlanırken, Bakırköy’de başka bir meslektaşımız Levent Gültekin, Halk TV’nin önünde 20-25 kişinin saldırısına uğramıştı. Saldırganlar önceki benzer saldırılarda olduğu gibi ellerini kollarını sallayarak olay yerinden uzaklaşmıştı.

Yani reform ve insan hakları konuşacağımız bir program öncesinde “toplu gösteri hakkı” ve “ifade özgürlüğü” konusunda iki somut “negatif” durumla yüzleşmek zorunda kalmıştık.

Üstelik yüzleştiklerimiz bunlarla da sınırlı değildi.

Aynı gün gazeteci Müyesser Yıldız’a iki yazısından dolayı 3 yıl 7 ay 10 gün, gazeteci İsmail Dükel’e de Müyesser Yıldız’la konuştu diye 1 yıl 15 gün hapis cezası verilmişti. Müyesser Abla’nın o dava sırasında iki yazısından dolayı 5 ay cezaevinde kaldığını da anımsatmakta yarar var.

Hadi, geçmişte yaşanan yüzlerce çifte standartlı, adil olmayan uygulamayı bir kenara bırakalım. Bizim yayın yaptığımız gün bir tuhaf olay daha yaşanmıştı. Yazarımız Yılmaz Özdil için imamlara “cenazesini cami avlusuna almayın” çağrısı yapan, adeta kin ve nefret kusan ama bu yaptığına mahkeme tarafından “ifade özgürlüğü” denilen şahsın şikayeti üzerine Özdil’i ifadeye çağrılmıştı. Anlayacağınız “Hem zorlu hem güçlü” diye tarif edilen durum oluşmuştu.

Bir not daha: Programda konuşacağımız İHEP’te “masumiyet ilkesi”nin güçlendirilmesi vaat edilirken, aynı günlerde ülkeyi yönetenler, karar vericiler daha mahkeme yüzü görmemiş öğrencilere, sırf protestocu oldular diye “terörist”, “hain” gibi etiketler yapıştırıyordu.

Adalet Bakanı Abdulhamit Gül (solda)


★★★

Bu sıraladıklarım ortadayken, tweet atanlar, yazı yazanlar cezaevine girerken kurşun atanların, gazetecilere öldüresiye saldıranların serbest kaldığı bir ortamda insan haklarından, adaletten, yargının bağımsızlığından söz etmek bu kadar zorken, ben yine de Adalet Bakanı Gül’ün söyleyeceklerini merak ediyordum.

Kendisi heyecanlıydı ve bizim de heyecanlı olmamız gerektiğini vurguluyordu.

Şunu söylemeliyim: Bakan Gül, hukukun üstünlüğüne inanan, yargının yanlış uygulamalarından rahatsız, yanlışları düzeltmeye çalışan bir hukukçu olduğunu biliyorum. O nedenle mensubu olduğu iktidarın insan hakları konusundaki olumsuz karnesine rağmen Gül’ün samimi olduğuna inanıyorum.

Yayın sırasında söylediği “Eksikler yok mu? Yok deseydik bu reforma girmezdik. Elbette eksiklikler var” ifadesini de bu samimiyetinin göstergesi olarak aktarmak istiyorum.

Gül, yargıdaki çifte standartlı uygulamaları her anımsattığımızda şu yorumu yaptı:

“Adaleti tecelli ettirecek olan yargıçlar, yargı mensupları gözü kapalı bir şekilde süreci işletirler. Adaletin gözü kapalı, vicdanı açıktır. Faile bakmaz, kimliğine, düşüncesine, mezhebine, meşrebine, siyasi görüşüne, kılık kıyafetine bakmaz. Delile bakar ve ona göre karar verir.”

Keşke uygulamada da öyle olsa, keşke adalet müessesinin en üst seviyesinde bulunan insanın bu tespitine bütün yargı mensupları uysa ve biz bu çifte standartlı uygulamalara şahit olmasak.

Keşke, işin sonunda Bakan Gül’ün arzusu gerçekleşse, İHEP’te tarif edildiği gibi “güvenlikçilerin” değil “özgürlükçülerin” dediklerinin yaşandığı, Türkiye’nin uluslararası toplumun bir parçası olduğu, hukuki taahhütlerini yerine getirdiği, vatandaşların temel hak ve özgürlüklerini yücelttiği “yeni bir dönem”e girebilsek.

“Umudun var mı” diye sorarsanız, “Bakan Gül’e bıraksalar olurdu” derim.

Ancak ne yazık ki 20-25 kişi savunmasız bir gazeteciyi nasıl sokak ortasında öldüresiye dövüyorsa, ülkede güvenlikçi sert iklim de reform iklimini dövüyor, dövmeye de devam edecek.