Sevgili okurlarım, geçtiğimiz pazar günü Çin televizyonunun İngilizce yayınında ilginç bir belgesel izledim.

Çin gibi büyük ve otoriter bir ülkede bile organ naklinin ve organ bağışının ne kadar zor olduğunu örneklerle anlatıyordu.

Bazı kimseler ölümlerinden önce organlarını bağışlıyor.

Akciğer, karaciğer, böbrek, göz...

Şahıs günün birinde ölüyor.

Organları bilimsel yöntemlerle cesedinden alınıyor ama gidilecek hastanelere ulaşma sürecinde akla hayale gelmeyen zorluklar çıkarılıyor.

Bağışlanan organın özel kaplar içerisinde başka kentlerdeki hastanelere çok acele yetişmesi gerek. Ancak görevliler uçağa alınmıyor.

Uçakların birkaç dakika bekletilmesine bile izin verilmiyor.

Bir sinir harbi ki sormayın gitsin.

Televizyon başında izlerken bile insanın asabı bozuluyor.

★★★

Çin belgeselini seyrederken aklıma Mehmet Haberal geldi...

Türkiye’de organ naklini ilk başlatan hekimlerden biri.

Bugüne kadar yüzlerce, belki binlerce hastaya özellikle böbrek ve karaciğer nakilleri yapıp onları hayata yeniden kavuşturdu.

Başka organların nakillerini de yaptıysa onu bilemiyorum.

Prof. Dr. Mehmet Haberal bu konuda karşılaştığı güçlükleri, karşısına çıkarılan yasal ve diğer engelleri ve yaşadığı sıkıntıları bazen sohbetlerimizde bana da anlatırdı.

★★★

Yılını tam bilemiyorum...

Haberal hoca ile tanışıklığımız sanırım 1980’li yılların başlarında ilginç bir biçimde başlamıştı.

Ankara Bahçelievler’de halamın iki katlı bir evi vardı. O dönemde semtteki bütün evler zaten öyle idi.

Halamın oğlu Sabih Atasoy benim hem yaşıtım, hem de çok yakın bir arkadaşımdı. Onlara sık sık giderdim.

Günün birinde Sabih anlattı...

Komşuları olan tarih hocası Vedia Tunçsav’ın iki katlı evini, hastane yapmak üzere Haberal satın almış. Onun hemen bitişiğindeki halamın evini de almak istiyormuş.

Günün birinde (o zaman genç bir doktor olan) ve hiç tanımadığım, ismini bile ilk kez duyduğum Mehmet Haberal’la tanıştık.

★★★

Hacettepe Hastanesi’nde asistanmış...

Burada çok geniş kapsamlı bir hastane kurmak istediğini uzun uzun anlattı...

Ve sonuçta yandaki evlerle birlikte halamın evini de satın aldı.

Hastanenin levhası bir süre sonra asıldı.

“Türkiye Organ Nakli ve Yanık Tedavi Hastanesi.”

★★★

Yanlış anımsamıyorsam yanık tedavi olayı bir süre sonra askıya alındı ve organ nakillerine ağırlık verilmeye başlandı.

Tabii bu arada hastanenin inşaatları da başlamıştı. Binalar yükseliyordu.

Oraları bilenler için söyleyeyim, ilk hastane bugünkü dev C blokun yerinde idi.

★★★

Sık sık yolum düşerdi, oradan ne zaman geçsem genç doktor Mehmet Haberal’ı inşaatın, makinelerin ve ustaların başında görürdüm.

Hastanenin ilk binaları böylece hizmete girdi ama Haberal dur durak bilmiyordu.

Bir gün konuşurken bana “Ben İhsan Doğramacı hocamızın çırağıyım. Onun izinden gidiyorum. O Hacettepe Hastanesi’ni yoktan var etti, ben şimdi burada Başkent Hastanesi’ni yapıyorum” demişti.

O sırada çevredeki neredeyse bütün iki katlı Bahçelievler evlerini alıyor, yeni inşaatları sürdürüyordu. Kendisine takılırdım:

“Türkiye’deki en büyük, en yayılmacı emperyalist sensin arkadaş!”

★★★

Haberal işi giderek büyüttü. Yine Ankara’da Başkent Üniversitesi isimli muhteşem üniversiteyi kurdu. Bugünkü rektörü, kardeşi olan Prof. Dr. Ali Haberal. Şimdi orada 20 bine yakın öğrenci okuyor.

Türkiye’nin çeşitli bölgelerinde yeni Başkent Hastaneleri kurdu. İstanbul, İzmir, Konya, Alanya...

Ama en önemlilerinden biri Ankara’daki Başkent Hastanesi...

Yükselen yeni binaları, çalışan yüzlerce kişi ve sağlık personeli ile tam teşekküllü bir sağlık merkezi.

Kendisi de dünya çapında tanınan, uluslararası yayınları olan bir cerrah.

★★★

Bunları niçin yazdım?

Ben Türkiye’de az sayıda bulunan böyle yapıcı insanları severim, onlara büyük saygı duyarım.

YÖK Başkanlığı’nda başarılı olamayan, verdiği baskıcı kararlarla tepki çeken rahmetli İhsan Doğramacı Hacettepe Hastanesi’ni yoktan var etmişti. Onun ‘çırağı’ olduğunu söyleyen asistanı Haberal ise Başkent Üniversitesi’ni ve Başkent hastanelerini yoktan var etti.

★★★

Yazıyı bir anımı anlatarak bitireyim.

Hürriyet gazetesinde arkadaşım Sezai Bayar fıtıktan acı çekiyor ama doktora gitmekten korkuyor! Bir gece evine gidip onu zorla hastaneye götürdüm. Başkent Hastanesi’ne vardığımızda saat tam 23.30.

O saatte kimi buluruz diye düşünürken ana bina girişinde Haberal’a rastladık. Organ nakli ameliyatından henüz çıkmış.

İki büklüm kıvranan Sezai’yi hemen bir odaya aldı. Fıtık olanca haşmetiyle ortaya çıkmıştı!

Hayatımda ilk kez fıtık görüyordum. Sarı ve kırmızı karışımı renkte, kasığına yapışmış yarım portakal büyüklüğünde kanlı ve acayip bir kitle!

Hoca hemen ameliyata alacağını söyledi ve Sezai’nin yalvarışlarına hiç aldırış etmeden ameliyathaneye yöneldi. Bana da “İstersen sen de girip seyret” dedi.

Önce korka korka girdim, sonra alıştım!

Birkaç gün sonra gazetede “Sezai’nin kanlı bağırsaklarını gören tek kişi benim” diye espri yapmaya başlamıştım!

★★★

Bunları niçin anlatıyorum?..

Bir doktor düşünün, gece geç saatlere kadar organ nakli yapmış, bir can daha kurtarmış ve o saatte bizi görünce yorgunluğunu bir yana bırakıp ikinci bir ameliyata giriyor.

Ameliyattan çıktığımızda neredeyse sabah olacaktı.

Böyle birine saygı duymayıp da ne yaparsınız?

Büyük işler başaran, sıfırdan başlayıp her şeyi yoktan var eden Mehmet Haberal hocaya yıllardan beri hem içimden, hem de çeşitli ortamlarda hep “Helal olsun” diyorum.