10 Kasım’da gördüğümüz gibi Türkiye Atatürk’e sahip çıkıyor. Türkiye’nin Atatürk’e sahip çıkması, insanımızın bağımsız, laik ve çağdaş Cumhuriyete; akılla, bilimle, güzel sanatlarla şekillenen uygar yaşama sahip çıktığının en açık göstergesidir.

5 gün önce 10 Kasım’dı. Ölümünün 83. yıl dönümünde Atatürk’ü daha derin bir saygıyla ve daha büyük bir minnetle andık. Sizin de dikkatinizi çekiyordur. Son yıllarda Atatürk’ü çok daha büyük bir coşkuyla, heyecanla ve özlemle anıyoruz. Geçmişteki o şekilci, içi boş ve hamasi nutukların atıldığı soğuk ve göstermelik resmi anma törenlerinin yerini, son yıllarda daha nitelikli, daha içten ve anlama kaygısının ön planda olduğu sivil anma toplantıları almaya başladı. Dahası, geçmişte sadece 10 Kasımlarda veya milli bayramlarda hatırlanan Atatürk, -sosyal medyanın da gücüyle- şimdi neredeyse her gün hayatımızın içinde...

12 Eylül’ün dayatmacı, içi boş o tören ve gardırop Atatürkçülüğünün yerini, son yıllarda -aslında olması gerektiği gibi- halkçı, halklı ve halkça bir Atatürkçülük aldı. Son yıllarda Türk insanı, Atatürk’ü adeta yeniden keşfetmeye başladı. İnsanlar Atatürk’ü doğru tanıdıkça içselleştirmeye, hatta kendilerini onunla özdeşleştirmeye başladılar. Atatürk, ölümünden sonraki dönemde belki de ilk kez geniş kitlelerce gerçekten anlaşılarak sevilmeye başlandı.

Peki, ama bu nasıl oldu? Türkiye’de son yıllarda Atatürk, nasıl yeniden keşfedildi. Siyasi çevrelerin saldırı ve istismarına rağmen nasıl oldu da Atatürk, milletin kolektif bilincinde yeniden canlandı?

ATATÜRK DÜŞMANLIĞININ TARİHİ

Türkiye’de Atatürk düşmanlığının kökleri, Kurtuluş Savaşı yıllarına kadar gider. Milli Mücadele’ye karşı olan yerli ve yabancı odaklar, (içeride Osmanlı Saray Hükümeti ve etnik ayrılıkçı gruplar, dışarıda ise emperyalist işgalciler) bu mücadelenin önderi Mustafa Kemal (Atatürk)’e düşmanlık beslemişler, mücadeleyi engellemek için her şeyden önce mücadelenin önderi Atatürk’ü etkisiz hale getirmek istemişlerdi. Bu düşmanlık, içeriden sarayın, Atatürk karşıtı fetvaları, bildirileri, idam fermanları, Hilafet Orduları, Anzavur tertipleri, nasihat heyetleri, dinsel kışkırtmaları ve bunlara bağlı olarak çıkan iç isyanlar; dışarıdan ise İngiltere’nin ajanları ve casusları (Örneğin, casus Noel, Mustafa Sagir) ile İngiliz ve Yunan kışkırtmaları ile yürütüldü. Bu nedenledir ki, Türkiye’de Atatürk düşmanlığı, Milli Mücadele’ye, dolayısıyla Türkiye’nin bağımsızlığına düşmanlık olarak ortaya çıktı.

Cumhuriyet döneminde de Atatürk düşmanlığı devam etti. Atatürk düşmanları, bu sefer de çağdaş, laik Türk ulus devletinden rahatsızdı. Hedeflerinde bu sefer, çağdaşlaşmacı ve uluslaşmacı Atatürk vardı. Bu dönemde de Atatürk düşmanlığı yine iç ve dış kaynaklıydı. Atatürk’ün saltanatı, hilafeti kaldırması, medreseleri, tekke, zaviye ve türbeleri kapatması, yeni harfleri ve çağdaş kılık kıyafetleri kabul etmesi, kadınlara sosyal ve siyasal haklar tanıması, dinsel hukuka son vermesi ve laik bir ulus devlet kurması gibi çağdaşlaşmacı devrimleri, içeride gerici ve etnik bölücü çevreleri rahatsız etti. Bu nedenle gerici ve etnik bölücü çevreler Atatürk düşmanlığını sürdürdü.

Atatürk’ün önderliğindeki Türk Kurtuluş Savaşı’nın ve sonrasındaki çağdaş devrimlerin ezilen, sömürülen mazlum milletlere örnek olması, emperyalizmi de rahatsız etti. Sömürü düzenini devam ettirmek isteyen emperyalizm, Atatürk’ün mazlum milletlere örnek olan bu iki yönlü (bağımsızlık ve çağdaşlaşma) kurtuluş pratiğinden hiç hoşlanmadı. Bu nedenle dışarıda da emperyalist odaklar, Atatürk düşmanlığına devam etti.

İç ve dış kaynaklı Atatürk düşmanlığı, Atatürk’ün ölümünden sonra da sürdü. İçeride önceleri Necip Fazıl, sonraları fesli Kadir ve aveneleri, siyasal İslamcı partiler, çeşitli tarikatlar ve FETÖ başta olmak üzere çeşitli cemaatler Atatürk düşmanlığıyla yakın tarihi olabildiğince çarpıttılar. Atatürk’ün büyük zaferlerini, Lozan’ı, Türkiye’yi bir çağdan başka bir çağa taşıyan laik devrimlerini kötülediler. Atatürk’e, dava arkadaşlarına, yakınlarına akıl almaz iftiralar attılar.

Atatürk sonrasında Atatürk düşmanlığı “gerici” ve “etnik bölücü” zemin üzerinde yürütüldü. Önce Atatürk karşıtı gerici ve etnik bölücü bir koro, ağız birliği etmişçesine Atatürk’ün dindarlara ve özellikle Kürtlere düşman olduğu yalanını dillendirdi. Sonraları bu gerici ve etnik bölücü koroya sözde liberaller de eklemlendi. Böylece halk Atatürk’e düşman edilmeye, Atatürk’le halkın arası açılmaya çalışıldı. Bu “gerici” ve “etnik bölücülük” temelli Atatürk düşmanlığı, emperyalist çevrelerce de öteden beri benimsenmişti. Öteden beri “gerici” ve “etnik bölücü” iç ve dış Atatürk düşmanlarının hedefi, Atatürk’ün kurduğu “laik”, “çağdaş” ve “üniter” Türkiye Cumhuriyeti’dir.


Atatürk’ün Fikirleriyle ve Eserleriyle Savaş


Özellikle son 20 yılda Türkiye’de gücü ele geçiren siyasal İslamcı hareket, -sözde liberallerin de desteğiyle- Atatürk’e karşı adeta savaş ilan etti. Bu Atatürk karşıtı savaş, FETÖ ve emperyalizmin küresel aktörlerince de desteklendi. Örneğin, 1996’da Samuel Huntington, “Medeniyetler Çatışması” adlı kitabında açıkça “Türkiye Atatürk’ün mirasını reddetmelidir...” demişti. 1997’de CIA Ajanı Paul Henze de “Atatürkçülük öldü! Nakşiler, Nurcular ilericidir!” demişti. İçimizdeki Atatürk düşmanlarının Atatürk karşıtı açıklamaları ise hepimizin malumu.

Son 20 yılda iktidarın “Yeni Türkiye” dediği yapıya Atatürk’süz yeni bir tarih yazılmak istendi. Daha önce Necip Fazıl ve fesli Kadir tarafından geliştirilmiş Atatürk karşıtı alternatif tarih tezleri daha da çeşitlendirilip basın yayın organlarıyla kitleselleştirilmek istendi. Bu dönemde Atatürk, müfredattan, kitaptan, okuldan, stattan, kurum ve kuruluşlardan, kısacası hayattan uzaklaştırılmak, ulusun kolektif belleğinden silinmek istendi. FETÖ ve siyasal ortakları, Ergenekon, Balyoz, Askeri Casusluk kumpaslarında Atatürk’ü hedef aldılar. Nutuk’u suç delili saydılar. TSK’yı sanık PKK’yı tanık yaptılar. Atatürkçüleri tutuklayıp Silivri zindanlarına attılar. Milli bayramları yasakladılar. 23 Nisan’a, 19 Mayıs’a, 30 Ağustos’a, 29 Ekim’e alternatif günler, alternatif, zaferler, alternatif bayramlar icat ettiler.

Fakat Atatürk’e ve en büyük eseri bağımsız ve laik Cumhuriyete açılan savaşta Atatürk asla yalnız kalmadı. Atatürk’ün kurtardığı bu vatanda ve kurduğu bu ülkede yaşayan insanlar, Atatürk’e ve Cumhuriyete yönelik saldırılara karşı vicdanla, bilgiyle, belgeyle, gerçekle direndiler. Bu sırada özellikle gençler, Atatürk’ü hiç olmadığı kadar iyi tanıdılar. Atatürk’ü tanıyıp içselleştirenlerin sayısı her geçen gün daha da arttı. İnsanlar devlet zoruyla değil, kendi bireysel inisiyatifleriyle Atatürk’le buluştular ve buluşmaya devam ediyorlar.

20 yılın sonunda ne mi oldu? 19 Mayıslarda, 23 Nisanlarda, 30 Ağustoslarda, 29 Ekimlerde ve 10 Kasımlarda “Atatürk sevgisi” kabına sığmaz oldu. Anıtkabir dolup taştı. Atatürk, ulus bilincinde adeta yeniden hayat buldu. Atatürk, hayatta olmamasına karşın bu savaşı da kazandı.

Atatürk’e Sahip Çıkanlar Aslında Neye Sahip Çıkıyor?


Kimilerinin sandığı gibi Atatürk bir “put”, bir “tabu”, bir “dogma” veya bir  “kişi kültü” değil, değerler bütünüdür. Üstelik dün Atatürk’ün temsil ettiği yükselen değerler bugün de yükselmeye devam etmektedir. Hatta Atatürk’ün temsil ettiği o değerler, bugün Türkiye’deki ve dünyadaki gelişmelerin ışığında, çok daha anlam ve önem kazanmış durumdadır. Bu durum ister istemez içeride ve dışarıda Atatürk’e ilgiyi artırmaktadır.

Türkiye’de Atatürk; vatan, antiemperyalist mücadele, özgürlük ve bağımsızlık, uluslaşma, ulusal egemenlik, yurttaşlık, akılcılık ve bilimsellik, sanatseverlik, laik dünya görüşü, kadın hakları, bunların doğal sonucu olarak çağdaş uygarlık, kendi kaynaklarını kullanma, ulusal kalkınma, tarih ve dil bilinci, barış ideali gibi değerlerle özdeşleşmiştir.

Türkiye’de Atatürk’e sahip çıkanlar, aslında bir kişiye değil, o kişiyle özdeşleşen değerlere sahip çıkarken, Atatürk’e karşı çıkanlar ise yine aslında bir kişiye değil o kişiyle özdeşleşen değerlere karşıdırlar.

Atatürk, her şeyden önce vatan kurtaran bir bağımsızlık savaşının önderidir. Atatürk’ün yarattığı ilk çağrışımlardan biri bağımsız vatandı. Atatürk’e sahip çıkanlar vatana ve vatanın bağımsızlığına sahip çıkmaktadır.

Atatürk, cumhuriyeti ilan ederek egemenliği saraydan alıp millete vermiş, ümmetten ulus, kuldan birey/yurttaş yaratmıştır. Atatürk’e sahip çıkanlar cumhuriyete, ulus bilincine ve yurttaşlığa sahip çıkmaktadır. Atatürk’e karşı çıkanlarsa cumhuriyete, ulus bilincine ve yurttaşlığa karşı çıkmaktadır.

Atatürk akılcı, bilimsel ve laik bir dünya görüşüne sahiptir. Atatürk’e sahip çıkanlar akılcı bilimsel ve laik bir dünya görüşüne sahip çıkmaktadır. Atatürk’e karşı çıkanlar ise akılcı, bilimsel ve laik dünya görüşüne karşı çıkmaktadır.

Atatürk sanatseverdir. Resim, heykel, müzik, tiyatro gibi güzel sanatların gelişmesi için çaba harcamış, sanata ve sanatçıya büyük önem vermiştir. Atatürk’e sahip çıkanlar sanata ve sanatçıya sahip çıkmaktadır. Atatürk’e karşı çıkanlar ise resmi “günah”, heykeli “put” diye adlandırmakta, sanata ve sanatçıya önem vermemektedir.

Atatürk, İslam dünyasında ilk kez kadınlara sosyal ve siyasal haklar vermiştir. Atatürk’e sahip çıkanlar kadın haklarına; kadının okumasına, çalışmasına, kadın erkek eşitliğine sahip çıkmaktadır. Atatürk’e karşı çıkanlar ise kadın haklarına; kadının okumasına, çalışmasına, kadın erkek eşitliğine karşı çıkmaktadır.

Atatürk, laik karakterli devrimleriyle (saltanatın kaldırılması, cumhuriyetin ilanı, halifeliğin kaldırılması, medreselerin, tekke ve zaviyelerin kapatılması, şapka kanunu, yeni harflerin kabulü, pozitif hukuk kurullarının benimsenmesi vb.) çağdaş uygarlığa (muasır medeniyete)  yönelmiştir. Atatürk’e sahip çıkanlar, çağdaş uygarlık değerlerine sahip çıkmaktadır. Atatürk’e karşı çıkanlar ise çağdaş uygarlık değerlerine karşı çıkmaktadır.

Atatürk ülkenin kendi milli kaynaklarıyla kendi ayakları üzerinde durabileceğini göstermiş; ekilen tarlalar, çıkarılan madenler, kurulan fabrikalarla ulusal kalkınmayı gerçekleştirmiştir. Atatürk’e sahip çıkanlar ulusal kalkınmaya sahip çıkmaktadır.

Atatürk, ADTCF’yi, TTK’yı, TDK’yı kurarak, tarih ve dil kurultayları düzenleterek, Türkiye’nin geçmişten o güne tüm tarihsel birikimine sahip çıkmıştır. Atatürk, Türk tarihini hanedan tarihinin darlığından kurtarıp eski kökleriyle buluşturarak, derleme, tarama, türetme çalışmaları yaparak ve din dilini Türkçeleştirerek de Türkçenin gelişmesini amaçlamıştır. Atatürk’e sahip çıkanlar tarih ve dil bilincine sahiptirler, Türk tarihine ve Türk diline önem vermektedirler.

Zorunlu olmadıkça savaş bir cinayettir” diyen Atatürk, gerçek anlamda bir barış savaşçısıdır. Onun savaşlarının amacı ülkesini gerçek barışa kavuşturmaktır. “Yurtta barış dünyada barış” sloganıyla Türkiye’de ve dünyada kalıcı barışın sağlanması için çaba sarf etmiştir.  Atatürk’e sahip çıkanlar yurtta ve dünyada barışa sahip çıkmaktadır.

★★★

Sözün kısası; bağımsız, laik, çağdaş Türkiye Cumhuriyeti Atatürk’le özdeşleşmiştir. Bu nedenle Atatürk’e sahip çıkmak, aslında bağımsız, laik, çağdaş Türkiye Cumhuriyeti’ne sahip çıkmaktır; Atatürk’e karşı çıkmak ise aslında bağımsız, laik, çağdaş Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı çıkmaktır.

10 Kasım’da da gördüğümüz gibi Türkiye, genel olarak Atatürk’e sahip çıkmaktadır. Türkiye’nin Atatürk’e sahip çıkması, insanımızın bağımsız, laik ve çağdaş Cumhuriyete; akılla, bilimle, güzel sanatlarla şekillenen uygar yaşama sahip çıktığının en açık göstergesidir.