Eski dünya düşünme biçimlerinin argümantasyonları ile günümüz düşünme biçimlerinin argümantasyonları farklıdır. Tanrısal düşünme biçimi, Neoletik çağ olarak kabul edilen (M.Ö. son on binli yıllar) döneme aittir. Sümerler, Babiller, Akadlar bu dönemin uygarlıklarıdır. Çok Tanrıcılık ve kuşaktan kuşağa geçen mitler Antik Mısır için de geçerlidir; Firavun (hükümdarlarına verilen isim) toprakların sahibidir; yasa koyar, vergi alır, düşmanlardan korur, Tanrılara vekalet eder.  Firavunun çıkarları devletin ve Tanrıların çıkarlarıdır. Sümerlerde, Babillerde, Mısırlılarda var olan mitoloji ve çok Tanrıcılık, Antik Yunan’da ve tüm coğrafyalarda dönemin hâkim inanç ve düşünme biçimidir.

Mitolojik-Tanrısal düşünme biçimi, yerini dini düşünme biçimine devreder ve daha kapsayıcı kavramlar ortaya çıkar; şeytan, melek, öbür dünya, ahiret, cennet-cehennem, infak, ihsan, adalet gibi. (M.Ö 1300’lü yıllar) Tek Tanrılı dinler, mitolojik-çok Tanrılı düşünme biçiminin içine doğmuştur. Kur’an’ın mücadelesi bu düşünme biçimiyle başlar. (Bakara/164-256, Nisa/117, En’am/71,136,137 vb.) Dinsel düşünme biçimi makro ve mikro planda bir merkez etrafında toplanmayı şart kılar. Merkez dindir veya dinin yorumlarından herhangi biridir. Din bu noktada hem bir maya vazifesi görür hem korku unsurudur. Üç kutsal metin de içine doğdukları mitolojik-Tanrısal düşünme biçimleri içinden muhataplarına seslenmişlerdir.  Tam da bu noktada, semantik okumaların önemi ortaya çıkar zira dönemin düşünme biçimleri dikkate alınmadan yapılacak yorumlar yerli yerine oturmaz. Bu ayrı bir yazı konusudur.

Müslümanlık, Yahudilik, kavramsal ve sistematik düşünme üzerine eserler vermiş Prof. Dr. Niyazi Kahveci’nin şu tespiti önemlidir: İlk çağda çıkan ilk felsefe Tanrısal düşünmenin ürünüdür, Orta çağda başlayan, Rönesansla devam eden ve 18.yy’da sonuca ulaşan ikinci felsefe ise dinsel düşünmenin evladıdır. (Çağımız ve Türkiye, N. Kahveci)

İNSANLIKLA GELİŞEN DÜŞÜNME BİÇİMLERİ

Mitolojik-Tanrısal ve dini düşünme biçimlerinde sistem ve yöntem görülmez.  Konular, gündelik pratik hayatla ilgilidir. Fayda-zarar, iyi-kötü, sevap-günah üzerinden meseleler ele alınır.

Akla metot getirilerek akılcı düşünmeye (16.17. yy), bilime metot getirilerek bilimsel düşünmeye (19.yy) bunların birleşmesiyle ortaya çıkan akılcı ve bilimsel düşünmeye (20.yy) ve nihayet çağımızın düşünme biçimi lojik ve dijital düşünmeye geçilmiştir. Her aşamada ortaya çıkan düşünme biçimi bir önceki düşünme biçiminin evladıdır. Her düşünme biçimi, bir sonraki düşünme biçimini beslemiş ve büyütmüştür. Demem o ki, düşünce, soğanın katmanları gibi birbirlerinin üzerinden yükselmiştir.

Akılcı ve bilimsel düşünme, sistemli düşünmenin adıdır. Bu sistemi sağlayan mantık ilkeleri vardır. Bu mantık ilkeleri, Aristoteles (M.Ö. 384-322) tarafından ortaya konulmuş, 16. ve 17. yy.’da modern bilim gelişinceye kadar Aristo’nun eserleri, bilimsel faaliyetin temelini oluşturmuştur. Hristiyan ve Müslüman filozoflar üzerinde büyük etkisi olan Aristoteles, İslam düşünürleri tarafından ilk öğretmen (muallim-i evvel) olarak anılır.

TÜM BUNLARA NEDEN DEĞİNDİM?

Kutsal kitapların karakterleri dikkate alındığında, ortaya konulmuş hükümler ve yorumlar sonuç değildir; zira zihnin-zekanın kolektif görünüşleri ve yukarıda değindiğim aşamalı düşünme biçimleri bu yaklaşımı reddeder. Defaatle bu köşede değindiğim üzere süreklilik gelişimi şart kılar. Kaldı ki, 7. Asır insanlığının akıl çapını ve algı düzeyini Tanrı’nın nihai düzeyi olarak görmek cehalet değilse çok büyük bir gaflettir. Kur’an, ilk muhataplarının algısına göre konuşur: “Olur ki akıl edesiniz diye, onu Arapça Kur’an kıldık.” (Zuhruf/3) “Öğüt alsınlar diye, senin dilinle anlaşılmasını sağladık.” (Duhan/58).”  Bu bağlamda pek çok ayet vardır.

Zamanla ve mekânla kayıtlı olmayan, ezeli ve ebedi Allah tasavvuru, “Allah her şeyin en iyisini en güzelini emreder” düşüncesini içinde taşıması gerekir. Söylenmemiş olsa bile. (Bakara/106)

Eskimiş ve köhnemiş gelenekçi yaklaşımlardan beslenen dini düşünce (teoloji-fıkıh), yukarıda özetlemeye çalıştığım düşünme tarihi akışında kendine bir yol/istikamet belirleyememiştir. Bundan dolayıdır ki, Afganistan’da kadınların eğitim yasağı, İran’da kadının kılık-kıyafetine yönelik bitmeyen baskılar, birkaç haftadır ülkemizde tartışılan kız çocuklarını evlendirme yaşı ve benzer siyasi-sosyal pek çok sorun, günümüz Müslüman entelektüellerinin ayıbı olarak gündemimizi işgal etmeye devam edecektir. Oysa çok net ifade edelim, sürekli geçmiş üzerinden zaman harcamak israftır. Geçmiş kutsanarak bir yere varılmaz, kötüleyerek de. Müslüman düşünürler çağın akıl biçimini, tanımını öğrenecekler ve gereğini yapacaklar vesselam.

(ABB TV’de yarın saat 16.00’da Prof. Hale Şıvgın ile Atatürk’ün Ankara’ya gelişini konuşacağız. Sağlık ve huzur dolu bir yıl diliyorum. İyi seneler efendim.)