Ceza hukukçusu Prof. Dr. Ümit Kocasakal, sansür yasasının uygulamadaki tehditlerine dikkat çekti


Türkiye’de suçu takip etme görevinin yargıya ait olduğunu hatırlatan Kocasakal “Kanunla değil, kararnameyle oluşturulmuş İletişim Başkanlığı’nın görevleri arasında ‘medyayı ve sosyal medyayı takip etme’ görevi yok. Yasa Anayasa’ya aykırı” dedi


Son 20 yılda 1000’e yakın maden işçisi maden facialarında hayatını kaybetmiş, bu faciaların çoğu ihmalden, riske rağmen önlem alınmamasından kaynaklandı ama kayıplar için “kader” veya “fıtrat” sözcüklerini duydu Türkiye. Analarını, çocuklarını, eşlerini arkada yoksulluk içinde bırakarak giden yüzlerce genç insan “kaderi böyle olduğu için” ölmekteydi, Bartın faciası için de böyle dendi. Bu maden kazalarında sorumlulardan sadece birkaçı ceza aldı, son faciada hiçbir tutuklama yok. Öte yanda, Bartın’daki olayla aynı sıralarda AKP ve MHP oylarıyla Meclis’ten “Dezenformasyon Yasası” diye bir sansür yasası geçirildi ki sosyal medyada görüş paylaşanlar ve medya için tehlikesi daha uygulama başlamadan, “Dezenformasyon Bülteni” diye yayınladıkları duyurulardan hemen belli oldu, gerçekler tamamen şekil değiştirebiliyor. Sadece tehlike mi belli oldu, hayır, hedef gösterilen isimlere ve yazılanlara bakınca maden facialarında sorumlulara, dev yolsuzlukları yapanlara verilmeyen cezaların sosyal medyada yazılan basit bir cümle için “istenen kişilere” verilebileceği de somut örneklerle görüldü. Medyada büyük kitleleri etkileyen isimler başka yöntemlerle etkisiz kılınamıyorsa bu yasa gerekeni yapacak, aynı risk sosyal medyada toplumun tüm kesimleri için de geçerli tabii. Benzeri görülmemiş ve bazılarımızın hala durumun ciddiyetinin farkında olmadığı medya ve sosyal medya sansür yasasını Türkiye’nin en deneyimli ceza hukukçularından Prof. Dr. Sayın Ümit Kocasakal’la konuştum. Açıklamaları, en önemli seçime giden süreçte Türkiye için büyük önem taşıyor.

Yurt içi ve dışından çok sayıda ödüle sahip olan Prof. Dr. Ümit Kocasakal, 2010-2016 yılları arasında 3 kez dünyanın en büyük barosu olan İstanbul Barosu Başkanı seçilmiş, 2016’da tekrar aday olmamıştır. Galatasaray Üniversitesi Hukuk Fakültesi “Ceza ve Ceza Hukuku Ana Bilim Dalı Başkanı” görevini sürdürmekte, Galatasaray Üniversitesi ve Yeditepe Üniversitesi’nde Ceza Hukuku Öğretim Üyesi olarak görev yapmaktadır.


BIRAKINIZ YAPSINLAR, BIRAKINIZ GEÇSİNLER!

Sosyal medya insanların bilgi alışverişinde bulunduğu, görüşlerini paylaştığı bir ortam. Bilgi almak için yazdığınız veya bir başka twiti alıntı yaparak “Ben bunu bilmiyordum, bu da mı olmuş” dediğiniz bir mesaj bile suç olarak gösterilebiliyor. İçişleri Bakanlığı Bartın faciasında patlama hakkında paylaşım yapan 12 hesap hakkında soruşturma başlatmış ve “7/24 sanal devriye faaliyetlerinin yürütüldüğünü” açıklıyor. Bir vatandaş veya gazeteci “Olayda ihmal olmuş” dediğinde devriye ihbar mı edecek?

Birincisi, hiçbir hak ve özgürlük sınırsız değildir, çünkü özgürlük sorumluluk gerektirir. Nitekim, AİH Sözleşmesi’nde de, bizim anayasamızda da temel hak ve özgürlükler bakımından belirli şekillerde sınırlama yapılabileceği öngörülüyor. Önemli olan, yapabileceğiniz bu sınırlamaların ne şekilde olacağıdır. Eğer siz “demokrasi” diyorsanız, “demokratik hukuk devleti” diyorsanız, papağan gibi “Türkiye, demokratik, sosyal, hukuk devleti” diyorsanız bunun gereğini yapmak zorundasınız, bu lafta kalacak bir şey değildir, demokratik hukuk devletinin bir takım gerekleri vardır. Ama eğer iddianız bu değilse, biz eğer “demokratik hukuk devletiyiz” diye bir iddiada bulunmuyorsak hiçbir şey üzerine konuşmamıza gerek yok, bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler. Zaten demokratik olmayan herhangi bir rejimde de bir şey konuşmanın bir alemi yoktur, basarsınız, cezalandırırsınız, herhangi bir temel hak ve özgürlük bakımından da bir işiniz olmaz, olur biter. Ancak eğer demokratik hukuk devletiysek bir alanı düzenlerken sınırlarımız var. Sosyal medya prensip olarak elbette belirli bir düzene oturtulması gereken bir alan, tabii ki sosyal medyayı düzenleyebilirsiniz ama bazı tehlikeleri bertaraf etmek, belirli bir düzene oturtmak için dahi sınırlamaları şu çerçevede yapmak zorundasınız; 1- Kanunlar, genel, soyut ve objektif maksatlarla ve toplum yararı gözetilerek çıkarılır. Ama siz bir düzenlemeyi yaparken bundan ayrılıp da tamamen kendi siyasi maksatlarınızla bir düzenleme yaparsanız önce çıkış noktası itibariyle yapacağınız düzenleme ve getireceğiniz sınırlama hukuk devletinin gereklerine uygun olamaz. 2- Yapacağınız düzenleme için –özellikle bir suç tipi düzenliyorsanız- çok önemli bir ceza hukuku kuralı vardır “Ceza hukuku en son başvurulacak çare olmalıdır.”

3- Bir düzenleme yapıyorsanız ve bu düzenlemede temel hak ve özgürlükler söz konusu oluyorsa Anayasa’mızın 13’üncü maddesinde de belirtildiği üzere yapacağınız bu düzenlemede o temel hak ve hürriyetin özüne dokunmayacaksınız, bu sınırlamayı sadece kanunla yapacaksınız ve yapacağını  bu düzenleme veya sınırlama demokratik toplum düzeninin ve laik cumhuriyetin gereklerine aykırı olmayacak ve ölçülü olacak. 4-Bir suç tipi düzenliyorsanız, yapacağınız suç tanımı “açık ve belirli” olacak, keyfi bir biçimde yorumlanmaya ve uygulanmaya müsait olmayacak. 5- Bu hususta hukuk güvenliğinin tam olarak sağlanabilmesi için yargınız da bağımsız ve tarafsız olacak.

Şimdi gelelim bizim konumuza, insan hafızası unutuyor, şunu hatırlatayım, zamanında Kabataş yalanını, din adamının “Ben Allah’tan, vicdanımdan korkarım, böyle bir şey olmadı” beyanına rağmen hala “camide içki içildi” yalanını ısrarla söyleyip buna ortak olanların, bu “yalan haber” konusundaki hassasiyetleri –açık konuşayım- bana çok inandırıcı gelmiyor. Buradaki suç tipi gerekli mi? Ceza hukukunda “yalan” genel olarak çok cezalandırılan bir şey değil. Dolandırıcılık suçunda bile basit yalan yeterli olmuyor, ustalıklı ve yoğun yalan olması gerekiyor. Sonuç itibarıyla, bu alanı düzenlerken böyle bir suç tipinin gerekliliği de bence tam olarak ortaya konulamıyor.



SENE 2022 VE TAM SEÇİMLERE YAKLAŞILIRKEN İHTİYAÇ HİSSEDİLİYOR!

Bunun yanı sıra amacın da çok objektif olduğunu göremiyoruz. Düşünün; sene 2022, bu yıla kadar böyle bir gereklilik hissedilmemiş olup da tam seçimlere yaklaşılırken bu gerekliliğin hissedilmiş olması “kanunların genel soyut, objektif ve toplum menfaati bakımından gerekli olma” kıstasını ne kadar karşıladığı hususunu kuşkulu hale getiriyor ama daha önemlisi, eğer  bir kanuni düzenleme spesifik bir olaya özgü yapılıyorsa, tepki yasasıysa her zaman tedirginlik yaratır. Hatırlayalım bundan bir süre önce Cumhurbaşkanı sosyal medya için “çöplük” demişti, arkasından enflasyon tahminiyle ilgili olarak bir kuruluşun yaptığı açıklamalar iktidar cephesinde ciddi bir infial yarattı; bunlar yalan, ekonomik saldırı vs. denildi, bütün bunlardan sonra bu kanunun gelmiş olması aslında iktidar bakımından hoşnutsuzluk yaratan haber ve yorumların önünün kesilmesi için bunun yapıldığı şeklindeki algıyı gayet haklı ve makul hale getiriyor. Hal böyle olunca “kanunların genel, soyut ve objektif olma” kriterini karşıladığını söylemek mümkün olmuyor.

İçeriğine gelince, bazı bakanlar açıklama yaptı; “Kimse merak etmesin, burada 5 unsur aranıyor, bu 5 unsurun gerçekleşmesi lazım” dediler, çok güzel ama bunların anlam ifade edebilmesi için yargınızın tarafsız, bağımsız, nitelikli olması gerekir, bu olmadığı takdirde bu söylemleriniz kağıt üstünde kalır ve o zaman getirdiğiniz suç tipi sizin “istediğinize yöneltip, istediğiniz kişi bakımından tetiğe basabileceğiniz bir silah” haline gelir. 29’uncu maddeyle getirilen suçun tamamen ve sadece objektif maksatlarla yapıldığına ikna olmadım. Bir ceza hukukçusu olarak, böyle bir suç tipinin şu anda mutlak bir gereklilik olduğu kanaatinde değilim.

ENFLASYON RAKAMLARI ÜLKENİN İÇ VE DIŞ GÜVENLİĞİYLE İLGİLİ MİDİR?

İçerik bakımından da bazı sıkıntılar olduğunu düşünüyorum. Bunu Yargıtay üyemiz de komisyonda dile getirmişti, iki mesele var; birincisi ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni ve genel sağlık kavramlarının muğlaklığı. Gerçeğe aykırı bilgi bunlarla ilgili olacak. Bu kavramlar çok geniş ve genel kavramlar, içini doldurmak son derece güç. “Ülkenin iç ve dış güvenliği”, ben ceza hukukçusu olarak soruyorum; acaba örneğin enflasyon rakamları, ülkenin iç ve dış güvenliğiyle ilgili midir, değil midir? Kamu düzeniyle ilgili midir, değil midir? Bunlara ne anlam yükleyeceğinize bağlı. Mesela ben desem ki “Dış basını takip ettim, bu yapılan aşılar genetiğimizi bozmaya yol açıyor”, şimdi bu genel sağlıkla ilgili gerçeğe aykırı bir bilgi mi olacak? Dolayısıyla bu “iç ve dış güvenlik, kamu düzeni ve genel sağlık” ifadeleri muğlak. “Gerçeğe aykırı bilgi”, burada ilginç bir şey var, kanun “bilgi” diyor, normal şartlarda ben bir hukukçu olarak herhangi bir konudaki bir yorumun bu kapsama girmediğini düşünürüm. Yani mesela “ülke ekonomisi kötüye gidiyor” ifadesi bana göre bir bilgi değildir, yorumdur ve maddenin dışında kalır ama işte ben böyle söylüyorum bağımsız olmayan -oldurtulmayan- yargı böyle söyleyecek mi? Bir başka sıkıntı “kamu barışını bozmaya elverişli şekilde” ifadesi, bu da muğlak, “kamu barışı nedir” ve kamu barışını nasıl bozacak? “Faizler konusunda bunu söyledin, senin söylediğin kamu barışını bozmaya elverişli”, nasıl elverişli olacak? Buraya “açık ve somut bir şekilde tehlike yaratması” ifadesini koymak doğru olurdu. Bu nitelikler itibariyle bu maddenin “Kanunilik” ilkesinin “Belirlilik” kuralına uymadığını düşünüyorum, uymuyorsa Anayasa’ya aykırılık demektir, Anayasa’mızın 2 ve 38’inci maddeleri kapsamında iptale konu olma olasılığı son derece yüksektir.

Yargı bağımsız ve tarafsız olsa ve iktidar böyle bir kanun çıkarmaya kalksa yine anti demokratik bulmaz, endişe etmez miydiniz?

Eğer normal bir hukuk devletinde olsak, yargımız tamamıyla bağımsız ve tarafsız olsa yine belki bu endişelerimi teknik hukuk anlamında dile getiririm ama en azından o denli büyük bir tehlike görmeyebilirim. Sosyal medyanın mahzurlu yönleri de var, elbette düzenlenmesi gerekir ama unutmayalım ki “özgürlük” asıl, “sınırlama” istisnadır, bu hukukun genel bir prensibi. Hepimiz sosyal medyada, bir İnternet gazetesinde, gazetede bir şey yazarken, yorum yaparken Anayasal haklarımızı bilelim ki onlara sahip çıkalım;

Anayasa’nın 17’nci maddesinin birinci fıkrası- Herkes yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve yaşama hakkına sahiptir, “sosyal ilişki” demek bu, buna hakkın var. 25’inci maddede “düşünce ve kanaat hürriyetin” var, 26’ncı maddede “düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetin” var, 28’inci madde sadece basın mensupları için bütün bunlara artı olarak “basın hürriyeti” var. Özellikle 26’ncı maddede “Herkes düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir” denilmekte, bakın “yayma hakkı” diyor burada.

İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ “BÜTÜN ÖZGÜRLÜKLERİN ANASI” OLARAK BİLİNİR!

Ve çok daha güzel bir şey söylüyor 26. Madde: “Bu hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak veya vermek serbestliğini de kapsar”. Yani “Sen bu hakkını kullanırken hiçbir resmi merciden izin almak zorunda değilsin”, o kadar önemli bir hürriyet ki ifade hürriyeti, bütün hürriyetlerin anası diye bilinir. Bu durumda, “belirlilik” ilkesi nedeniyle Anayasa’ya aykırı olmasının yanı sıra bu sınırlamanın 13’üncü maddede belirtilen “Demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun ve ölçülü” olduğu kanaatinde de değilim. Bu da bir başka yönden Anayasa’ya aykırılık oluşturuyor. Düzenlemenin Anayasa’nın 17, 22, 25, 26 ve 28’inci maddelerine de aykırılık oluşturduğu kanaatindeyim.

“SİTESİNE GİRİP BAKTIM, BİR HUKUKÇU OLARAK GERÇEKTEN ÜRPERDİM”

Bu dezenformasyon bültenleriyle yapılan ve başta gazeteciler olmak üzere vatandaşları şimdiden hedef gösteren uyarılar demokratik bir toplumda kabul edilebilir mi? Yoksa demokrasiyi artık düşünmememiz mi isteniyor?

Söz ettiğiniz mesele gerçekten çok dikkat çekici. Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı diye bir başkanlık var, hepimizin malumu. Şimdi, üstelik bu başkanlık herhangi bir yasaya dayanarak da kurulmadı, bir “cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle” kurulmuş. Bazı haber sitelerine konu olmuş, merak ettim sitesine girip baktım ve gerçekten ürperdim. “Dezenformasyon Bülteni” diye bir bülten var; biri 1-8 Ekim haftası, diğeri 8-16 Ekim haftası, bu bülteni tıklıyorsunuz, içeriğinde diyor ki “Haftanın Yalan Haberleri.”, Bu haftanın yalan haberlerinden bazı örnekleri vereyim de herkes görsün, çünkü sanki bir maksat ortaya çıkıyor. Mesela; “656 yıllık camiye PVC pencere taktılar” bunu koymuş, yalan haber diyor, haftanın yalan haberleri arasında. “Diyanet İşleri Başkanlığı  2021 yılında 58 milyon 17 bin lira faiz geliri elde etti”, “Doğalgaz depolarında 600 milyon metreküp eksik var”, şimdi bunlar yalan habermiş.

İkinci bültende de “Maden kazası öncesi Sayıştay raporundaki öneriler dikkate alınmadı” iddiası. Bir kere asıl dezenformasyon bu, “haftanın yalan haberleri” diyor, altına Sayıştay raporundaki öneriler dikkate alınmadı iddiası” diyor. “Dikkate alınmadı” saptaması bir haber değil, bir yorumdur, dolayısıyla siz bunu bir yalan habermiş gibi “haftanın yalan haberleri” arasına koyduğunuzda asıl sizin bu yaptığınız şey bir dezenformasyon olur.

“Adalet Bakanlığı çocuk istismarlarını gizliyor” bu mesela yalan habermiş, “muhtarlar nüfus kaydında yabancıları usulsüz kaydediyor”, “WhatsApp okundu” bilgisi, “Tunceli’de 5 adet portatif tuvalet için resmi açılış düzenlendi”, bunlar hep yalan habere konmuş. Bu haberlerin bir kısmı geleneksel medyada, bir kısmı sosyal medyada yer alan haberler, demek ki İletişim Başkanlığı her ikisini de takip ediyor, takip etmekle yetinmiyor, yalan haber olduğunu düşündüğü şeyleri saptayıp bültene koyuyor. Hangi Anayasal maddeden, dayanaktan alıyorsunuz bu yetkiyi? Hadi bunu da geçtik, Teşkilat kararnamenizin neresinde var böyle bir yetki?

Anayasa’nın yine bir hükmünü hatırlatıyorum; Hiç kimse veya hiçbir organ kaynağını Anayasa’dan almayan bir devlet yetkisi kullanamaz. Şimdi herkese soruyorum, bu ülkede suçu takip etme görev ve yetkisi kime ait, yargıya değil mi? Yargıya ve onun bir parçası olan “savcılığa” ait. Peki, bu kanunla da değil, kararnameyle oluşturulmuş İletişim Başkanlığı bu yetkiyi nereden alıyor? 24 Temmuz 2018 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanmış 14 sayılı Cumhurbaşkanlığı kararnamesi, onun 3’üncü maddesindeki görevlere baktım, bu görevler arasında, hiçbirinde “medyayı ve sosyal medyayı takip etme” görevi yok. Sizin teşkilatınız “İletişim Başkanlığı” yerine “medya ve sosyal medyayı takip başkanlığı” mı?

“ALENEN YAYMA” SADECE SOSYAL MEDYA İÇİN DEĞİL

İçişleri Bakanlığı “7/24 sanal devriyenin takipte olduğunu” hatırlattı, bu sanal devriye terör suçlarını ve cumhurbaşkanına hakaretleri takip ediyor diye biliyorduk, artık her yazılanı, söyleneni takip ediyor demek ki.

Evet, o zaman işte bu dediğiniz risk meydana geliyor. Bu, TCK’ya getirilmiş olan 217/A maddesi; halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma, zannedilmesin ki sadece sosyal medyaya ait, maddenin düzenleniş biçimine bakarsanız aleni olmak kaydıyla, hangi vasıtayla olursa olsun suç kapsamında. Sosyal medya, İnternet gazetesi, normal geleneksel medya, radyo, televizyon hepsi buna dahil. Böyle olunca, mesela “sırrın ifşası” diye bir suç var, orada bile neyin sır olduğu ya da olmadığının belirlenmesi o kadar zor ki ama orada “devlet sırrı” filan deniyor ya, şöyle bir rahatlık olabiliyor; belgelerde üçlü bir ayırım vardır, hizmete mahsus, gizli veya çok gizli der. Bir şeyin başında “çok gizli” olduğunda bu sır niteliği bakımından ciddi bir veri olabiliyor, bunu niye söyledim, çünkü bu benim kanımı dondurdu, yani İletişim Başkanlığı’nın bu şekilde bir bülten çıkarmasının sebebi ne? Acaba diyorum, hazırlığı yapmışlar da bundan sonra hangi bilginin yalan, yanıltıcı olduğu bu bültene bakılarak mı saptanacak? Ülkenin yurt dışında maruz kaldığı bir takım yalanlarla ilgili olarak İletişim Başkanlığı’nın bunu yapmasını anlarım, Türkiye Cumhuriyeti devletiyle ilgili alçakça yalanlar söylenebiliyor, bunlarla mücadele etsin ama “Sayıştay raporundaki uyarılar dikkate alınmadı” iddiası gibi ifadeleri yalan haber olarak saptamanın anlamı ne?

Mesela, ben her yerde söylüyorum ve söylemeye de devam edeceğim, ben diyorum ki “Yap-İşlet-Devret olarak anılan bu sistem ülke kaynaklarını bir takım kişilere peşkeş çekiyor ve kamunun zararına yol açıyor”, nedir bu şimdi, yalan bilgi mi? Bir kere bilgi değil, yorum. Yalan ve yanıltıcı mı veya o maksatlarla mı söyleniyor, hayır ne düşünürlerse düşünsünler ben bir suç işlemediğimin de bilinci ve rahatlığıyla ifade özgürlüğümü, eleştiri hakkımı aynı şekilde kullanmaya devam ederim.

“MÜLTECİLER ARTIK DÖNMELİ” DEDİĞİNİZDE KAMU BARIŞINI BOZMA SUÇU MU OLACAK?

Mesela “Mülteciler artık dönmeli, ekonomi zorda, kendi vatandaşımız sıkıntıda” dediğinizde “kamu barışını bozma” suçu mu olacak bilmiyoruz. SADAT gibi örgütlerden söz edilse “halk arasında panik yaratma” suçu mu olacak? “Ege adaları konusunda geç kalındı” diyen diplomatlara “Hayır, gizli görüşmeler yapıldı, siz bilmiyorsunuz, yanıltıcı bilgi” mi denecek?

Maalesef  bugüne kadar yapılanlar dikkate alındığında “diyemez” diyemem, diyebilir ama ben bir ceza hukukçusu olarak bu örneklerin hiçbirinde bu suçu görmem çünkü bu kanun “bilgi” arıyor, bunların hiçbiri bilgi değil, yorumdur, gayet serbestçe yapılabilir, ikincisi “yorum” olduğu için kişiye göre değişeceğinden maddenin anladığı anlamda “yalan” veya “yanlış” olarak nitelendirilmesi bana sorarsanız mümkün değildir, üçüncüsü; bunu söyleyen insanlar halk arasında korku, panik vs. yaratmak amacıyla da hareket etmemektedir. Yani, burada yargının tarafsızlığına vurgu yapmamızın önemi ortaya çıkıyor, eğer tamamen bağımsız, tarafsız, nitelikli bir yargınız varsa yargı bu hükmü “hak ve özgürlüklerin özüne dokunmaksızın” yorumlayıp uygulayabilir ama bu da olmadığı takdirde bütün bu söylediğiniz tehlikeler kesinlikle ortaya çıkabilir. Ben davranışlarımda, sözlerimde hiçbir değişikliğe gitmeden, bugüne kadar nasıl hareket etmişsem bundan sonra da öyle edeceğim.

BEN ETRAFIMA BİR HAPİSHANE ÖRMÜYORUM, ÖRMEYECEĞİM!

Ama siz ceza hukukçususunuz, herkes değil.

Ben suç işlemediğimin bilincinde olarak bunu yapıyorum, asla başka saiklerle hareket etmiyorum kendi etrafıma bir hapishane örmüyorum, örmeyeceğim. Olası bir riski de bu anlamda göze alıyorum ama herkese “Bu riski göze al” diyemeyiz. “Sansür yasası” deniyor ya, bazen öyle bir düzenleme yaparsınız ki muğlak, keyfiyete yol açabilecek, bir silah gibi kullanılabilecek bir düzenleme olur ve zaten başka bir şey yapmanıza gerek olmadan muhataplarınız kendi kendilerini sınırlarlar, kendi etraflarına bir takım duvarlar örerler, yani sonuçta bir otosansüre yol açarsınız, bu otosansür de sonuç itibariyle sansür demektir, bu maddenin böyle bir özelliği var.

BİR TÜRK HUKUKÇUSU OLARAK KAYGILARIMI SÖYLÜYORUM; BU GİDİŞ, GİDİŞ DEĞİL!

CHP Sözcüsü Faik Öztrak, iktidarın, yasayı çıkarırken “ABD’lilerle görüştük, orada da birebir aynısı var” dediğini ve ABD’nin bunu yalanladığını söyleyerek “Hükümetin dezenformasyonla çıkan dezenformasyon yasası” ifadesini kullandı. Bunlar yasadaki ceza maddelerine girmiyor mu?

Ben bir düzenlemenin anayasamıza, evrensel hukuka, ceza hukukumuzun temel prensiplerine uygun olup olmadığının belirlenmesinde Avrupa ülkelerini, hele ki ABD’yi esas almam, bunları bir Türk hukukçusu olarak kendi hukuksal birikimime ve anayasamıza göre yaparım. Benim için mesele kendi ülkemin, kendi insanımın hak ettiği hak ve özgürlük şemsiyesi altında yaşayabilmesi için bir mücadele vermek. Bu mücadeleyi mutlaka da bir yerlere yaslanarak verme zorunluluğunu hissetmiyorum, kaygılarımı söylüyorum. Bu gidiş, gidiş değil! Peki şimdi, aynı mantıkla gidersek bir yandaş gazeteci “Türkiye ekonomisi çok iyi, dünya bize hayran” dediğinde bu dezenformasyon olmayacak mı? Ergenekon-Balyoz döneminde de çok uyarılarda bulundum ve uyarılarımın çoğu da gerçekleşti, o zaman da hakimler savcılara “Bak, hukuku böyle eğip büküyorsunuz, çarpıtıyorsunuz, gelir bu sizi de çarpar, çarpıttığınız hukuk size de lazım olur ” demiştik, hepsine lazım oldu. İktidarı yine uyarıyorum; Türkiye dıştan bunca kuşatılmışken, iç cephenin çok sağlam tutulması gerekirken bu iç cephede karışıklıklara, kırılmalara yol açabilecek ve attığınız taşın kurbağayı da ürkütmeyeceği böyle bir düzenlemenin getirisi olmaz, götürüsü çok olur, Türkiye’yi güç duruma düşürür, yurttaşların hak ve özgürlüklerini ölçüsüz biçimde zedeler, bunun kimseye faydası olmaz, iktidara kısa vadede faydalı gibi görünse de faydası olmaz, gün gelir bu başkasına karşı kullandığınız silah size karşı kullanılabilir.

BU YASANIN GETİRİLİŞ BİÇİMİ VE ZAMANLAMASI CİDDİ BİR ENDİŞE YARATIYOR!

Bu gördüklerim hiç iç açıcı değil, “5 unsur var, o kadar da endişe etmeyin” filan diyorlar, bakın tekrar söylüyorum; sadece hukuk söz konusu olsa o kadar endişelenmeyebilirdim ama şimdi hem getiriliş biçimi, hem getiriliş zamanlaması, hem İletişim Başkanlığı’nın hiçbir hukuki dayanağı olmadığı halde böyle bir Dezenformasyon Bülteni adı altında haber avcılığı yaparak, bütün görev ve yetkilerini de aşarak “Haftanın Yalan Haberleri” diye listeler yapması, sosyal medya devriyeleri, şunlar bunlar bütün hepsi bir araya geldiğinde o zaman insan gerçekten hukuk devleti adına, hak ve özgürlükler adına çok ciddi bir endişeye kapılıyor.  Ben yine “Yap-İşlet-Devret sistemi kamuyu zarara uğratan, ülkenin kaynaklarını heba eden son derece yanlış bir sistemdir” demeye devam edeceğim, isteyen buyursun gereğini yapsın. Örneğin bazı verileri yazmak, gerçek olmasa bile “korku, panik, endişe yaratmak maksadıyla yapılmadıkça bence yine suç oluşturmaz. İletişim Başkanlığı böyle söylüyor diye “Bunlar bunlar suç oluşturacak” demek belki de yaratılmak istenen bu otosansüre katkı sunmak anlamına gelebilir. Bundan sonra kimse etliye sütlüye karışmasın mı diyeyim? Maalesef böyle bir tehlike ve risk var diyorum, herkes ne yapacağına kendisi karar vermeli.

Sansür yasası geçtiğimiz hafta tartışma ve protestoların gölgesinde iktidar oylarıyla geçti


BUNDAN SONRA BİR HUKUK MÜCADELESİ VERİLECEKTİR, NEYİN NE OLDUĞUNU YAŞAYARAK GÖRECEĞİZ!

Siyasetçiler topluma en ağır hakareti etse veya “elimizde videosu var” dedikleri haberin gerçek dışı olduğu ortaya çıksa onlara bir şey yapılamıyor ama vatandaşlara yapılıyor, bu Anayasa’daki eşitlik kuralına aykırı değil mi?

Bu maddenin nasıl uygulanacağını henüz bilmiyoruz, çok ciddi tereddüt ve kaygılarım var ama bir yanım da “Yine de bu yargıdan umudunu kesme” diyor, umarım öyle çıkar, umarım yargı bunu en azından olması gerektiği gibi uygular, hak ve özgürlükler ve ceza hukukunun temel prensipleri kapsamında bunları yorumlar ve uygular, belki onun öncesinde Anayasa Mahkemesi bu anlamda gereğini yapar. Biz tabloyu ortaya koyduk, bundan sonrasında hem bir hukuk mücadelesi verilecektir, hem de neyin ne olduğunu yaşayarak göreceğiz ve Anayasal haklarımızı koruma ve kollama adına da üzerimize düşeni yapmaya devam edeceğiz.

AYM’NİN BU YASAYI “ANAYASA’YA AYKIRI MADDELER” AÇISINDAN İNCELEYECEK OLMASINI ÖNEMLİ BULUYORUM!

CHP, AYM’ye götürüyormuş ama “Karara bağlanmasının seçim sonrasına kalacağı yönünde duyumlar alıyoruz” dedi Faik Öztrak. AYM’nin bu kadar acil ve önemli bir kanuna hemen bakması gerekmez mi?

Ben AYM’nin “gecikmesinde sakınca olan telafi edilemeyecek bir durum” gördüğü takdirde yürürlülüğü durdurma müessesesini işletmesine bir engel görmüyorum, aksine faydalı olacağını düşünüyorum. Sonuçta AYM’nin çıkarılan bu yasayı biraz önce söylediğim Anayasa’ya aykırı maddeleri bakımından inceleyecek olmasını önemli buluyorum, bakalım ne diyecek? Eğer iptal olmazsa yargısal uygulama, istinaf, Yargıtay devreye girecektir, umalım ki onlar kaygılarımızı gidersin, bakalım, izleyip göreceğiz.

Onlar devreye girene kadar insanları hapsetmesinler de.

Ben asıl yapılmak istenenin bu sopayı göstermek veya silahı doğrultmak suretiyle kişilerin kendi kendini sınırlamalarını sağlamak olduğunu düşünüyorum. Bunu boşa çıkarmanın en değerli yollarından biri de suç işleme amacı bulunmayan insanların ifade özgürlüklerini o sınırlar içinde kullanmaya devam etmesidir, benim çözümüm bu.

Mesela Twitter’da yaptığınız ve “Ben bunu bilmiyordum, bu da mı olmuş” dediğiniz basit bir alıntıyı listeye alabildiklerine göre tanınmış kişilerin, gazetecilerin adına açılmış sahte hesaplarda –uğraşsanız bile kaldırmıyorlar- yazılanları da onların suçu olarak gösterebilirler. Yapılan araştırmalarda çok sayıda trol olduğu ve bunların muhalefete topluca saldırma şeklinde çalıştığı, kasıtlı olarak tartışma zemini oluşturduğu, operasyonlara ortam hazırlama gibi görevleri olduğu açıklanıyor ki Twitter da bunları deşifre etti, 7340 hesabı kapattıklarını ifşa etti. Böyle bir ortamda nasıl bir güvence olabilir?

Ben zaten güvence var demiyorum, troller bir kampanya üzerinden maalesef bazı kişileri bir yargı soruşturmasına ve kovuşturmasına tabi tutmaya çalışıyor, zaman zaman da bunu başarıyor. Bu tehlike zaten benim son zamanlardaki “Sosyal medyanın o kadar başıboş bir mecra olmaması gerekiyor” sözümün nedenlerinden biri çünkü ceza adaletini çarpıtıp yanıltabiliyor. Ama troller bir şeye suç dedi diye yargı da “Evet doğru söylüyorsun, bu suç” diyecek değildir, o kadar da değil. Bir şeyin suç olduğuna trol değil, yargı karar verir. Bu bir risktir ama sonucu yargı söyleyecektir.

■ Sevgili okurlar, RuhatMengi2 dışında bir Twitter hesabım yoktur. Sahte hesaplar var, o nedenle bu notu koymayı uygun gördüm.