Bunca yıllık sanat yaşamında kendisinde iz bırakan olayları konuştuğumuz Müjdat Gezen, “Ağlamak da tıpkı gülmek gibi insani bir şeydir. Zaten anamız ağlıyor, Müjdat niye ağlamasın? Her şehit haberine ağlıyorum” dedi.



Müjdat Gezen’in yazdığı ve rol aldığı çok sayıda oyundan bazıları: Artiz Mektebi, Gırgıriye, İstanbul  Müzikali, Binbir Gece, Sultan 1.Şaban, Eyvallah, 1881, Atatürk Geldi, kızı Elif’le oynadığı Baba-Kız, Pera Müzikali, Tuhaf Bir Aile, Hamlet Efendi… Oynadığı ve yönettiği bazı oyunlar: Çılgın Dünya, Bir Halk Düşmanı, Hamlet, Makbet, Yanlışlıklar Komedyası, Paydos, Hababam Sınıfı, Hababam Sınıfı Sınıfta Kaldı, Çılgın Yenge, Paydos, Eğlence Dünyası, Şarkılar Seni Söyler müzikali… Yılmaz Özdil’in satış rekorları kıran kitabı Mustafa Kemal de Müjdat Gezen Tiyatrosu’nda, onun yönetimiyle sahnelenmiştir. Uğur Dündar’ın “Yalandan Kim Ölmüş” yatıpı yurtdışı turnesi yapmıştır. Müjdat Gezen 2007’den beri UNİCEF Türkiye İyi Niyet Elçisi’dir. Altın Koza, Altın Portakal Sanatta Sosyal Sorumluluk Ödülü, Atatürkçü Düşünce Derneği Ödülü gibi ödüllerin de arasında olduğu 1000’den fazla ödüle sahiptir.

O Türk tiyatrosunun, sinemasının efsane isimlerinden biri, sadece bu kadar değil, sayısız oyunun yazarı, yönetmeni, şair, Müjdat Gezen Sanat Merkezi’nde yıllardır yüzlerce öğrenci yetiştirmiş ve birçok tanınmış sanatçıyı sanat dünyasına kazandırmış bir eğitmen, Kasım 2007’den beri UNİCEF Türkiye İyi Niyet Elçisi, kendisine açılan davalara rağmen ülkesi için her zaman sadece doğruları dile getirmekten çekinmeyen gerçek bir vatansever, bu toplumu yazdığı yönettiği oyunlar ve filmlerle yıllarca eğlendirmiş büyük bir komedyen. Yazdığı ve Adile Naşit, Perran Kutman, Gülşen Bubikoğlu, Münir Özkul’la oynadığı, Kartal Tibet’in yönettiği Gırgıriye seri filmlerini izleyip de Darbukatör Baryam’ı unutabilen var mıdır? Zeki Alasya, Melek Baykal, Zihni Göktay oynadığı, Gırgıriye’nin TV versiyonu Cennet Mahallesi unutulabilir mi?

14 Ocak’ta Harbiye, Cemal Reşit Rey’de 70’inci sanat yılının kutlaması yapılacak olan ve “Artık izin istiyorum. Arasıra belki yine görüşürüz. Hakkınızı Helal edin” diyen Müjdat Gezen’le bu 70 yılı ve hayatının bilmediğimiz detaylarını konuştum. 2023’e girerken onun güzel anılarını zevkle okuyacağınıza inanıyorum. Tabii sanat için yaratılmış olan Müjdat Gezen sanat dünyasından kopmayacak, bundan sonra daha çok yazıp yöneterek devam edecek o kadar, sevenleri merak etmesin.

80 YIL, BİR KAYDIRAĞA YAVAŞ YAVAŞ TIRMANMAK GİBİYDİ, ŞİMDİ KAYDIRAĞIN TEPESİNDEKİ ADAMIM!


■ Sayın Müjdat Gezen, 14 Ocak’ta 70. Sanat yılınızı kutlayacağız ve bu 70 yıl belgesel oldu. Acaba bu 70 yıl içinde sizi en çok etkileyen olaylar neydi?

29 Ekim 1943’te doğmuşum, 1953 yılında sahneye adım atmışım, 2023 yılında da sahneden iniyorum, özeti bu. Ben 29 Ekim’de doğdum, ağabeyim 30 Ağustos’ta doğdu, ablam bir şeker bayramında doğdu, rahmetli babamın matematiği kuvvetliymiş. Ben 10 yaşında sahneye çıktım ve arkama dönüp baktığımda bu 70 yılın nasıl geçtiğini bilemedim. Çünkü aynen bir çocuk parkındaki kaydırağa tırmanan çocuğa benzetiyorum kendimi. Leylanın (eşi)  annesinin evinin yanında bir çocuk parkı vardı, 3-4 yaşlarında bir çocuk nefes nefese kaydırağa tırmanmaya başladı, çıkışı dakikalar aldı, sonra bir kaydı, birkaç saniyede. İşte ben o kaydırağın tepesindeki adamım. Oraya kadar yıllar içinde yavaş yavaş gelmişim, şimdi geride o 80 yıl nasıl kalmış, hiçbir şey hatırlamıyorum. İlk sahneye çıktığımda kendi sesimi mikrofondan duydum, onu hatırlıyorum, sonra da en son kızım Elif’le oynadığım Baba-Kız’ı hatırlıyorum. Nitekim o oyundan 7-8 dakikalık bir sahneyi 14 Ocak’ta oynayacağız, ondan sonra da iyice yorulduğum sahnelere veda edeceğim.

O gece sahneden iniyorum ama ben öldükten sonra da sahnede olacağım. O gece 7-17 yaş grubu var, 17-70 yaş grubu da var, küçüklerden 7 yaşında birini yanıma alacağım, sahnede olacak onlar. Bir de şimdiki jenerasyondan ünlü olmuş öğrencilerimden birini alacağım, diyeceğim ki; “Gidiyorum ama onlar sahnede, şimdi bu 7 yaşındakinin oğlu da belki bizim okula gelecek, ben artık onu bilmeyeceğim ama o da sahnede olacak, yani siz merak etmeyin sahneden iniyorum ama kuşaklar boyu hep sahnedeyim. Beni en çok etkileyen olayların başında okulu ilk açışım geliyor, hayatımdaki dönüm noktalarından biridir, okulumun bu sisteme inanmış biri tarafından yakılması ve o olaydan sonra okulumda 20 gün nöbet tutan halk, veliler ve öğrenciler hayatımda ayrı bir dönüm noktasıdır.

Sahneye ilk adım attığım gün bir dönüm noktasıysa, aradan geçen yıllar içinde de 30 küsur yaşındaki okulumun yakılması çok önemli dönüm noktasıdır bence. Ama Türkiye’nin önemli dönüm noktalarını da yaşadım; İsmet Paşa’yı gördüm, kendisine taklidini yaptım, Menderes hükümeti, Demirel, diğerleri, hepsini gördüm, yüzlerine karşı taklitlerini yaptım ama hiç böyle bir dönem görmedim, Türkiye böyle bir dönem yaşamadı hiç. Bu ancak Hitler devrindekilere benzer dönemlerden biridir, Hitler’le ilgili belgesellere bakın, o kadar ilginç ki; kiliseleri kullanması, uçaklara çok meraklı olması, kendi düşüncesinden başka hiçbir düşünceye fırsat vermemesi ve farklı görüştekilerin birçoğunu cezaevine attırması inanılmaz benzer olaylardır, maalesef Türkiye de bu baskıları yaşadı.

AYAĞIMA ZİNCİR DE VURDULAR AMA İSMİMİN BULMACALARDAN ÇIKARILMASINA TANIK OLMAMIŞTIM


Ben Kenan Evren devrinde de tutuklandım, çıktım, hemen dava düştü beraat ettim. Ayağıma zincir de vurdular, bileğime kelepçe de vurdular, epeyce sıkıntılar çektim ama hiçbir zaman 20 yıl ekranlardan uzaklaştırılmadım. En basitinden bulmacalardan ismim ve fotoğrafımın çıkartılmasına hiç tanık olmamıştım ama Mustafa Kemal’in “Bağımsızlık benim karakterimdir” sözünden sonra en sevdiğim sözü “Geldikleri gibi giderler”dir,  geldikleri gibi demokratik yoldan gitsinler.

BU NASIL BİR KİNDİR? KARDEŞİM YENİLDİNİZ İSTANBUL’DA, BUNU KABUL EDİN!


Bu dönemde de size davalar açıldı, Hitler benzetmenizden dolayı da bir risk oluşmasın?

Hitler’e benzetmiyorum, Hitler’i ayrı niteledim, o dönemdeki baskılardan söz ettim. Bu hükümetin yetkilileri İsmet Paşa’yı Hitler’e benzettiler, Mustafa Kemal’e “ayyaş” dediler, o zaman bir ceza yok. Hani yasalar önünde herkes eşitti, böyle bir şey var mı? Bundan sonraki dönemde adalet gerçekten devletin temeli olmalıdır, bu temeli bu kadar sarsarsan; seninkilerle-benimkiler, senin savcın-benim savcım, senin hakimin-benim hakimim dersen olmaz. Bu nasıl bir kindir?  Kardeşim yenildiniz İstanbul’da işte, bunu kabul edin.

■ Şu anda muhalefet kanadı çok gündemde, muhalefete de söyleyeceğin bir şey var mı?

Muhalefete muhalefet etmek avanaklıktır, adı üstünde muhalefet. Onlar iktidar olduğu gün benim görevim yeniden başlar.

■ Onlara da muhalif olmak üzere başlar değil mi?

Gayet tabii, mizahın kendisi muhaliftir zaten, sanat muhalif bir şeydir. Mizah sanatın kendisidir, mizahı bir kenara bırak, heykel bu sisteme aykırı, resim günah, bale ayıp…

ÖZAL ALEYHİNDE ÇİZİLEN KARİKATÜRLERİ BİRİKTİRİRDİ


■ Hepsini kaldırdılar zaten.

Tabii, oysa sanat zaten yaratılışı itibariyle muhalif bir sistemin içerisindeki üründür, sanatın kendisi bir başkaldırmadır, hayatın tam da aynı değildir, sanatın eleştirel yönü vardır. Bunlar kabul etmiyorlar. Bir gün Sevinç İnönü bana telefon etti “Erdal’ın aleyhinde çizilen karikatürlerden sergi açıyorum, gel de kurdeleyi beraber keselim” dedi. Erdal Beyin aleyhinde çizilen karikatürleri görsen, İsmet Paşa’nın, Menderes’in aleyhinde, Erbakan’ın, Ecevit’in, Demirel’in, Özal’ın aleyhinde çizilen karikatürleri görsen. Özal karikatür meraklısıydı, kendi aleyhinde çizilen karikatürleri biriktirirdi. Burada karikatürden dolayı hala karikatürist arkadaşlarımız cezaevinde, Karikatürist Öznur Kalender dünya çapında çizerdir, başında kaç tane dava var, aç sor. Musa Kart, neler çekti. Eleştiriye tahammülün yoksa o iş bitmiştir, demokrasi yalnız onların zannettiği gibi bir şey değildir.

BANA “HADDİNİ BİL” DİYOR, BEN “ASIL SEN HADDİNİ BİL” DEYİNCE EVE POLİS GELİYOR


Çıkıyor, bütün dünyaya parmak sallıyor; “Haddini bil, haddini bil.”  “Haddini bil” dedi, ben de “Asıl sen haddini bil” deyince ertesi gün eve polis geliyor, böyle bir demokrasi modeli yok dünyada. Varsa da kabile toplumlarında, ilkel, gelişmemiş toplumlarda olabilir ama Türkiye öyle bir ülke değil. Demokrasiyle, cumhuriyetle özdeş olmuş bir ülkedir, onun için buradaki demokrasiye, laikliğe ve cumhuriyete bunların kralı gelse dokunamayacak. Ne Afganistan yapabilecekler, ne İran yapabilecekler, bak İran’daki acı olaylara, bak Afganistan’daki küçücük kız çocuklarına, kadınlara yapılan muameleye. İnsanı insan yapan analardır, sen o analarla, geleceğin analarıyla niye uğraşıyorsun? Bu ülkede en az 60-70 milyon insan var ki demokrasiye, laikliğe ve Atatürk’üne bağlı, Atatürk’e ne zaman hakaret ettilerse Anıtkabir ziyaretçi rekoru kırmıştır.

BİZİ YÖNETENLERİN ÇOĞU TARİKATÇI, MUSTAFA KEMAL, DURUP DURURKEN Mİ KARŞI ÇIKTI?


Bizi yönetenlerin çoğu tarikat mensubu, Mustafa Kemal onlara dururken mi karşı çıktı? Onlarla yürümez iş, toplasan onları kaç yüz bin kişi ederler ki? Aklıselim sahibi insanlar buradan nereye varacaklarını görüyor. Böyle ülke yönetilir mi? Ekonomi Bakanı hala tutmuş “Ekonomi iyi” diyor, kendi yükselttikleri doları ve pahalılığı 3 kuruş aşağı çekince “enflasyon düştü” diye millete müjde veriyor.

Çarşı Pazar her şeyi bozar. Dükkanlara git duruma bak, büyük şehirlerde Maşallah herkes dışarlarda, restoranlar mağalar dolu bir hava veriliyor, o sizin gittiğiniz restoranlar veya sizin sayenizde büyük paralar kazanan kişiler, 5’li çeteler, büyük müteahhitler. Bu insanların yüzde 90’ı senin dini yasaklarından değil, ekonomi sıkıntılarından dolayı evde kutlayacaklar.

■ Lüks restoranlarda yılbaşı gecesi 8500 lira olan menüler var, asgari ücrete eşit.

İndirim yapmışlar demek ki. (Gülüyor) Oraya gelenler için hiç önemi yok, devlet kesesinden bol kazanıyorlar nasıl olsa.

■ “Çocukluğumu Bindirdim Tramvaya O Gitti, Ben Kaldım Yaya” kitabında “Bana yapılanlardan dolayı sizi affettim ama yargılanmalarınıza katılacağım” diyorsunuz. Hakkınızı helal ediyorsunuz.

Ne olacak ki, ben haram etsem ne değiştirir, ben bir bireyim, kendimi öyle kitlesel insanları temsil eden bir konumda görmüyorum kendimi. Ben Avustralya’dan Çin’e geçerken uçakta önce Türkiye’yi, İstanbul’u aradım görünmüyor uçaktan, güney yarımküreden kuzeye geçiyorum, “Bu kainatın içerisinde ben ne kadarım acaba” dedim, bu yerkürede ben bir toz zerreciği bile değilim. Hele hele buza yazı yazmak gibi bir mesleği seçmişsen, işte 60-100 film, 200 oyun, 80 kitap, bir süre sonra bakıyorsun onlar da yok.


BİZİ YÖNETENLER 5-10 GÜN SONRA UNUTULUR GİDER, ATATÜRK UNUTULMAZ


■ Biraz fazla tevazu değil mi bu, Türk sinemasında, tiyatrosunda unutulmayacak iz bırakan sanatçılardan birisiniz. Bu kadar sevilen sanatçılar Türkiye’ye az geldi.

Büyük adam olmanın farklılıkları var, mesela Atatürk gibi, Fatih Sultan Mehmet gibi, Edison, Marconi gibi, onlar dünyaya çiviyle adlarını yazdırmış adamlar, onların yaptıklarının yanında biz kimiz ki? Ben kendimi bu dünyada bir toz zerresi gibi görüyorum ve bundan dolayı çok mutlu bir hayatım var. Şöyle baktığın zaman, derslerde Charlie Chaplin’i soruyorum, dünya sinemasının, komedinin kurucularından biri ama kimse tanımıyor, Muhsin Ertuğrul; modern Türk Tiyatrosu’nun kurucusu, hocam, sınav sorusu sordum: “Muhsin Ertuğrul kimdir?”, “Tiyatro sahibi” diye cevap aldım, unutulur, unutulmalar faklıdır. Bu bizi yönetenlerin hepsi  5 gün sonra, 10 gün sonra, yahut da 10 yıl sonra unutulur gider, Atatürk unutulmaz, dünyadaki  7-8 ülkenin bayrağına ay-yıldız koydurmuş fikirleri olan bir lider.

FATİH’İN TÜRBESİNE GİRER ONA TEŞEKKÜR EDERİM!


Fatih Sultan Mehmet daha 21 yaşındayken dünyanın en güzel şehrini bize armağan etmiş. Doğma büyüme oralıyım, ne zaman Fatih Camii’ne gitsem ilk girdiğim yer Fatih’in türbesidir; “Sana teşekküre geldim, bu güzel şehri bize armağan ettin” diye dua ederim. Onun için, biraz yükselip de aşağıya baktığında ne kadar önemsiz olduğunu görüyorsun, bak önemli ile değerli farklıdır, insanlar beni değerli görüyorlarsa ne mutlu bana ama bunca önemli adamın arasında ben neredeyim. Bunu büyük bir samimiyetle söylüyorum, tevazu olsun diye değil.

MUSTAFA KEMAL’E VE İNÖNÜ’YE İFTİRA ATARKEN ÖNCE CEKETİMİZİ İLİKLEMEMİZ LAZIM!


■ “Her sabah Atatürk okurum” diyor ve onun dinle ilişkisinden söz ediyorsunuz. Burada anlatır mısınız?

İsmet Paşa Türkiye’nin 2’inci adamıydı, Mustafa Kemal’in de en yakın arkadaşı. İnönü’nün kızı Özden Hanım arkadaşımdır. Çankaya’da evinde oturuyoruz, orası şimdi müze biliyorsunuz, “Gel sana babamın odasını göstereyim” dedi, Mevhibe Hanımla birlikte odaları, ona “dinsiz, inançsız” diye neler yakıştırdılar, yatağının başucunda yeni harflerle yazılmış bir çerçeve gördüm; “Allah’ın dediği olur”. Adamlara iftira atarken biraz ceketimizi iliklememiz lazım. Mustafa Kemal, Sofya’da ataşe, gencecik bir subay, Dersaadet’e, İstanbul’a mektup yazıyor; “Benim bazı ihtiyaçlarım var, bir sandalye, 2 koltuk, bir evrak dolabı, bir portatif yatak ve bir seccade istiyor, anlatabiliyor muyum. Şimdi sen bunlara “2 ayyaş” de, sonra, o zaman insanlar senin de yaptıklarını yakinen bilmek isterler. Başkalarına bu tip pislik atmak çok kolaydır, at atabildiğin kadar, ben artık ne söylendiğinden çok kimin söylediğine bakarım, kim söylüyor bu lafı? Bir adam vardı, “Fesli” miydi neydi, Atatürk’e laflar ediyordu, şimdi bu adamın söylediklerinin muteber olması düşünülebilir mi? Ankara’da bir üniversitede konferans veriyorum, bir öğrenci kalktı “Hocam siz bir Kemalist olarak..” dedi. Ben Kemalist filan değilim dedim, “Sanatçı olarak” dedi, “Yok oğlum, bunlar bizi kesmez, bizimkisi sevda dedim, sevda. Biliyor musun onun ne olduğunu, sevda başka bir şeydir. Bunların yıpratma adına yapamayacağı şey yoktur, mesela Ayasofya’da adamın biri kalktı Atatürk’e hakaret etti, orada bu ülkeyi yönetenler oturuyor, birinden ses çıkmadı, işte bunların gün gelir hesabı sorulur.

SEÇİME ŞURADA 5 AY KALDI, SANDIK DOĞRUYU SÖYLEYECEK, EN UFAK ŞÜPHEM YOK!


■ Toplum da son yıllar içinde “yandaş olanlar, olmayanlar” şeklinde bir ayırıma uğradı. Yandaş sanatçılar ve olmayanlar arasında ne gibi farklılıklar yaşandı? Siz yasaklanırken tüm imkanlar onların önüne serildi diye düşündün mü?

Beni 20 yıl televizyonlara çıkarmadılar ama böyle olsa bile gün gelir devran döner, bize de derler ki “20 yılda seni unutturmaya çalıştılar ama bak etrafında hala gencecik öğrencilerin, dostların, gazeteci arkadaşların, bu toplumun da hala aynı filmin 30’uncu defa oynadığı halde seyircileri var, çok şükür işte daha ne olabilir? Benim gibi bir sanatçı için bunlar şükredilecek şeylerdir, bunların böyle yapmış olmasının vebali bana değil, onlara ait. Bu ülkeyi yöneten kişi bana “Sanatçı müsveddesi” dedi, ben “cumhurbaşkanı müsveddesi” desem başıma dert alırım, böyle haksızlık olur mu? O herkese “haddini bil” diyebiliyor, başkası ona “haddini bil” deyince eve polis geliyor, böyle bir şey olabilir mi? Ama bu sistem kalmaz, döner dolaşır onları bulur, onun için aklı başında, mutedil, öyle gideceğiz, zaten şurada seçime 5 ay kalmış, sandık bize doğruyu söyleyecek, bundan en ufak şüphem yok.

■ Kitabında “Hollandalı veya Danimarkalıysan biliyorsun ki arkanda devletin var, burada öyle değil, insana atmadıkları leke yok, ne zaman tutuklanacağın belli değil” diyorsun.

Doğru, kapın çaldığı zaman sütçü mü geliyor, polis mi bilmiyorsun. Olur mu öyle şey, kızım aynı zamanda Hollanda vatandaşı, abimin kızı İsveç vatandaşı (çift vatandaşlık), bu sıkıntılı dönemde gelmedikleri için sitem edemiyorum. Elif’le her gün görüntülü konuşuyoruz, “Baba bize eldiven verdiler, kurbağaların çiftleşme zamanıymış, caddede karşıdan karşıya geçerken ezilmesinler diye o eldivenlerle alıp teslim ediyoruz” dedi.

HAYVAN SEVMEYENDEN İNSANI SEVMESİNİ BEKLEYEMEZSİN


Bizde ise şimdi kedileri, köpekleri toplayıp vahşice öldürüyorlar ve iktidardan teşvik görüyorlar.

Evet, maalesef, bizim arabalarımızda hep mama vardır, ormanlara yol kenarlarına mama bırakırız. Bu hayvanları Allah yarattı, bunlar dedikodu yapmaz, koltuk ihtirasları yoktur, kimsenin arkasından konuşmazlar, önüne mamasını ver, sana dost olsun, zarar verilmemiş hayvan kimseye zarar vermez. Zaten hayvan sevmeyen bir insandan insanı sevmesini de bekleyemezsin.

TAKSİM GEZİ’Sİ EN KORKTUKLARI ŞEY, ÇÜNKÜ BİR HALK HAREKETİDİR


Marmaris’te yanmış ormana Elif’le ağaç diktik, ben ağladım, iki çocuk oynarken kibrit çakmış orman yanmış ama çoğu zamanda rant arazileri için yaptılar bunu. Gelelim Gezi Parkı’na, oradaki ağaçları sökeceksin de ne olacak? Taksim Gezi’si en korktukları şey, çünkü bir halk hareketidir, onun için bu kadar ağır cezalar vermişlerdir. Hatta bir ara, ben uzaktaydım (gülüyor) Gezi olayından geç haberim oldu, gazetede Tarık Akan’la benim adımız çıktı “Gezi hareketini organize edenler” diye, Gezi hareketinin organize edilmeye ihtiyacı yok ki, kendi kendine gelişti. Memet Ali Taksim’de oturuyordu, fırladı “Benim mahallemdeki ağaçları kesmeyin” diye.

■ Memet Ali Alabora hâlâ ülkeye dönemedi.

Dönecek, dönecek, seçime az kaldı. Ben onu dizide oynatacağım İnşallah.



■ Kitabınızda Kenya’da yaşayan Masai kabilesinden söz ediyorsunuz ve bir kurallarından dolayı onlara olan hayranlığınızı belirtiyorsunuz, ilginç bir bölüm.

Tabii, reisleri de arkadaşımdır. O kuralda “Eğer komşun açsa sen tok yatamazsın” diyor ve onlar bunu uyguluyor, ilkel bir kabile ama düşünceleri ilkel değil. Reis oğlunu Oxford’da okutmuş, babası ölünce döndü kabilenin başına geçti. Hepsi ava veya meyve toplamaya çıkamıyor, topladıkları tahta çanakları reisin kapısına koyuyorlar –bende o çanaklar da var, Reis’in hatıra olarak verdiği asası da var- üleşim kapları var, reis doludan alıyor boş olana koyuyor, bütün kapları çadır nüfusuna göre eşitliyor, kimsenin aç kalması söz konusu olmuyor.

■ Bu ilkel kabilede eşitlik, haklar Türkiye’den ileriymiş.

Haksızlığa, bazıları doyarken diğerlerinin aç kalmasına izin vermiyorlar, o bakımdan haklısınız.

HER ŞEHİT HABERİNDE AĞLARIM!


■ Gökmen Ulu’nun yönettiği Müjdat Gezen Belgeseli’nin bir şarkısı var; Meltem Taşkıran’ın yaptığı “Komikler Ağlamaz”. Komikler gerçekten ağlamaz mı?

Komikler Ağlamaz, Aziz Nesin’in benim bir kitabıma koyduğu isimdir, bende anısı var. Ağlamaz olur mu, ağlamak tıpkı gülmek gibi insani bir şeydir. Zaten anamız ağlıyor, Müjdat niye ağlamasın? Her gün haber bültenine bakıp orada bir, iki şehidimiz gittiği zaman ben ağlıyorum. Biz burada geçici gözyaşı döküyoruz, onların karısı, çocuğu, annesi, babası, ailesinin bundan sonra yaşayacaklarına, onların gözyaşına benzer mi? 23 yaşında gencecik teğmen veya uzatmalı, uzman çavuş, astsubay bir anda gitti. Gencecik, hayatın baharında. Bakıyorsun gencecik kadınları öldürüyorlar, kadınlara şiddetin doruk noktası son 15 yılda yaşanmıştır, böyle bir kaba şiddeti ben Cumhuriyet tarihinde hiç görmedim. Eski yıllarda Sarıyer’de bir genç kız öldürüldü, 3 yıl süreyle her gün gazetelerde manşet oldu, şimdi basit bir vakaymış gibi veriliyor, inanılır gibi değil. Dün haberlerde üniversiteli gençlerle röportaj yapılıyor; “Yılbaşında ne eğlencesi, eğlenecek para mı var, memleketimize gidecek yol paramız yok” diyorlar. Hemen okula telefon açtım “Her yeri süsleyin, ne gerekiyorsa yiyecekleri alın, yılbaşı eğlencesi yapılsın, çocuklar kutlasınlar” dedim.

BENİM KONSERVATUVARIMDA EĞİTİM, YEMEK, BEDAVA, DEVLET BUNU YAPAMIYOR, NEDEN?


Biz onlara eğitimi bedava veriyoruz, kurulduğu günden beri konservatuvarımız ücretsizdir, yemek ücretsizdir, kurslar var, oradan aldığımız paralarla döner sermaye okulu döndürüyoruz, konservatuvara sınavla girmiş öğrencilerimize yol parası, yemek, tatlı, su ve eğitim bedavadır ama oradan yetişen çocuklar da yüzümüzü ağartıyorlar. Ben kendi bünyemden eğitimi, yemeği bedava verebiliyorum, devlet veremiyor, neden? Parası yok, çok para gitti çünkü çok, çok!

AYAĞIMA ZİNCİR VURULDUĞU GÜN BİLE UMUDUMU KAYBETMEDİM


■ Gençlerin çoğu gelecek umudunu kaybettiği için yurt dışına kaçıyor, bu imkanı olmayan gençlere yeni yıl için ne söylemek istersiniz? Sizin de zor zamanlarınız oldu ama ümidinizi kaybetmediniz.

Hiç kaybetmedim, ayağıma zincir vurulduğu gün bile Nasreddin Hoca gibi baktım dünyaya. Nasıl olsa bu zinciri de bir gün çıkartacaklar dedim, çıkarttılar. Hazirana kadar dişlerini sıksınlar, seçimden sonra kısa bir süre sıkıntı çekeceğiz, ondan sonra her şey düzelecek. İnsan değişir ve değiştirir, zannediyor musun ki hayat bundan sonra da bu kadar sıkıcı olacak, olur mu öyle şey? Eskiden Türkiye’de “mutlu musunuz” diye anket yapıyorlardı, “mutluyum” diyenlerin sayısı çok yüksek çıkıyordu, şimdi gençlerin yüzüne göz bebeklerine baktığın zaman anlıyorsun. Her gittiğim toplantıda gençlere derim ki “Siz umutsuz olduğunuz zaman ülke batar, en umutlu olması gereken kesim gençlerdir, çünkü bu ülkeyi siz yöneteceksiniz”. Umut gençlerin en büyük gıdasıdır, umutsuz olmak diye bir şey söz konusu olamaz.

■ Meşhur “İlke” şiirinde “İlkelerin olacak, seni satın alamayacaklar” diyorsunuz ama buna uymayan, para için ilke, şeref, her değeri bir yana bırakan insanlarla hepimiz karşılaşıyoruz. Siz hayatınızda para için ruhunu satanlarla karşılaşmadınız mı?

Valla “Allah onlara akıl versin, vicdan versin” demekten başka yapacak bir şeyimiz yoktur, ben öyle davranmadım hayatım boyunca, bundan sonra da davranmam. Benjamin Franklin’in en sevdiğim lafıdır; “Para her şeyi yapar diyen para için her şeyi yapar.”


EŞİM LEYLA HAYATIMI DEĞİŞTİREN İNSANDIR!


■ Hayatınızdaki en önemli kişiler kızınız Elif ve eşiniz Leyla sanıyorum. Kızınızla röportajınız oldu, onu anlattınız, tanıyan herkesin çok sevdiği eşiniz Leyla hanımı nasıl anlatırsınız?

Leyla benim için yukardan indirilmiş bir şans, bir baht açıklığıdır. Hayatımı değiştiren insandır, hayatımda Leyla olmasaydı ben akşamları bir entel bara takılan, sabah ilk sigarayı yakıp arkasından öbür sigaraya geçen bohem biri olabilirdim. Benim hayatımda içki sigara olmadı, hiç sigara içmedim, merak da etmedim. Birçok arkadaşım sigara yüzünden hayatlarını erken kaybettiler. Leyla benim için bir şanstır, Allah’a şükrediyorum, demek ki ben sana iyi kulluk ettim ki sen de bana iyi bir kulunu gönderdin diyorum. Yeni yıl güzel olsun, yeni yılda herkesin sağlıklı ve mutlu olmasını dilerim, gerçekten yepyeni bir yıl olacak, herkes buna inansın!

Not: Sevgili okurlar, ben de yeni yılınızı en iyi dileklerle kutluyor, 2023’ün size ve ülkemize artık huzur, güven ve mutluluk getirmesini diliyorum