“Türk devleti halk idaresi olan cumhuriyetle idare olunur bir devlettir. Türk devleti laiktir.” “Memnuniyetle tekrar görüyorum ki laik cumhuriyet esasında beraberiz. Benim siyasi hayatta bir taraflı olarak daima aradığım ve arayacağım temel budur.” (Atatürk, 1930)


Cumhuriyetimizin 99. yılını büyük bir coşkuyla kutladık. Cumhuriyetimiz 99 yıl sonra bugün pek çok sorunla karşı karşıyadır. 60-70 yıllık yanlış politikalar, bitip tükenmek bilmeyen Cumhuriyet düşmanlığı, karşı devrimci geri dönüş çabaları nedeniyle Cumhuriyetimiz çok kan kaybetmiştir. Ancak asla umutsuz değiliz, olmamalıyız. Çünkü Cumhuriyetimizin temeli çok sağlamdır. Cumhuriyetimizin yarattığı çağdaş değişim ve dönüşüm çok köklüdür. Cumhuriyetimizin kazanımları toplum tarafından benimsenmiştir. Türkiye’mizi, tarihin karanlık çağlarına geri döndürmek isteyen köhnemiş, çürümüş zihniyetlerin Cumhuriyet birikimi karşısında hiçbir şansı yoktur.



BİZİM CUMHURİYETİMİZ

Bizim Cumhuriyetimizin temelinde “tam bağımsızlık”, “ulusal egemenlik” ve “çağdaş uygarlık” vardır. Cumhuriyetimizin en önemli özelliği ise laikliğidir. Atatürk’ün ifadesiyle “Cumhuriyetimizin karakteri laiktir.”

Tam bağımsızlık için önce Kurtuluş Savaşı kazanılmış, sonra Lozan’da kapitülasyonlar kaldırılmıştır. Böylece Osmanlı’nın siyaset, ekonomi,  hukuk, eğitim, kültür vb. alanlarındaki tüm bağımlılıklarına son verilerek tam bağımsızlık sağlanmıştır.

Cumhuriyetimiz, kendini “Allah’ın yeryüzündeki gölgesi” olarak gören yüzlerce yıllık, artık köhnemiş sultan/halife düzenine son vermiş, kayıtlı ve şartlı millet egemenliği, yani meşrutiyet yerine, “kayıtsız şartsız millet egemenliğini” gerçekleştirmiştir.

Atatürk, 1920’de üzerine padişah gölgesi düşmeyen TBMM’yi açarak, “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” diyen 1921 Anayasası’nı kabul ederek, 1922’de saltanatı, 1924’te halifeliği kaldırarak, 1923’te halkı siyasal katılıma alıştıracak bir siyasal parti (CHP’yi) kurarak ve 1930-1934’te kadınlara siyasal haklar vererek Türkiye’de demokrasinin altyapısını hazırlamıştır. Türkiye’de demokrasiye giden yolu cumhuriyet açmıştır.

Cumhuriyetimiz ümmetten “millet”, kuldan “birey” yaratmıştır. Osmanlı’da padişahın önünde “tebaa” olan halk, Cumhuriyet’te hukuk önünde “yurttaş” olmuştur. Cumhuriyetimiz yurttaşları arasında “fırsat eşitliği” yaratmıştır. Atatürk’ün tabiriyle “Cumhuriyet imkân demektir.” Cumhuriyetin yarattığı bu “fırsat eşitliği” ve “imkân” sayesindedir ki Anadolu’nun herhangi bir köyünde doğan hiçbir ayrıcalık sahibi olmayan sıradan halk çocukları Türkiye Cumhuriyeti’nde en üst makamlara kadar yükselebilmişler, bakan, başbakan, cumhurbaşkanı olabilmişlerdir.

Cumhuriyetimiz “Türk Milletini” tanımlarken etnik köken, din ve mezhep bağını değil, “vatandaşlık bağını” esas almıştır. 1924 Anayasası’nın 88maddesi tam olarak şöyledir: “Türkiye’de din ve ırk ayırdedilmeksizin vatandaşlık bakımından herkese ‘Türk’ denir.”

Cumhuriyetimizin kültür kökleri Türk tarihi ve Türk dilidir. Cumhuriyetimiz bir taraftan bizi, Osmanlı döneminde kopuk olduğumuz tarihimizle buluşturmuş, köklerimize bağlamıştır; diğer taraftan yüzyıllar boyunca Arapça ve Farsçanın baskısı altında yok olmaya yüz tutan Türkçemizi kurtarmıştır.

Cumhuriyetimiz “naslara” dayanan “dinsel hukuk” yerine, insan aklının ve insanlık birikiminin eseri “pozitif hukuku” benimsemiştir. Cumhuriyetimiz dinsel kanunlar yerine dünyevi kanunları kabul etmiştir.

Cumhuriyetimizin temelinde akıl ve bilim vardır. Cumhuriyetimizin kurucu önderi Atatürk’ün ifadesiyle; “Dünyada her şey için; maddiyat için, maneviyat için, hayat için, başarı için en hakiki mürşit (yol gösterici) ilimdir, fendir. İlim ve fennin dışında mürşit aramak gaflettir, cehalettir, sapkınlıktır.” (Atatürk, 22 Eylül 1924, Samsun)

Cumhuriyetimiz her bakımdan aydınlanmacıdır. Cumhuriyetin en yaygın aydınlanma kurumları okullardır. Cumhuriyet aydınlanmasının temelinde “çağdaş eğitim” vardır. Cumhuriyetin çağdaş eğitim anlayışı akılcı, bilimsel, laik, ulusal ve karma eğitimdir.

Cumhuriyetimizin yönü, Atatürk’ün ifadesiyle “muasır medeniyete”, yani “çağdaş uygarlığa” dönüktür. Cumhuriyetimiz resim, heykel, tiyatro gibi güzel sanatlarda ilerlemeyi gerekli görmüştür: Cumhuriyetimiz toplumun giyinişiyle, görünüşüyle, düşünüşüyle, yaşayışıyla, eserleriyle her bakımdan çağdaşlaşmasını esas almıştır.

Cumhuriyetimiz, yüzyıllardır tüm dünyada hakları gasp edilen kadına, insanlık onuruna yakışır haklar vermiştir. Türk kadınının “medeni” ve “siyasi” tüm hakları Cumhuriyetin eseridir. İsmet İnönü’nün deyişiyle Cumhuriyet Devrimi, “kadını kurtaran devrimdir.”

Cumhuriyetimiz ekonomik bağımsızlığı ve ulusal kalkınmayı esas almıştır. Bunun için önce Lozan’da Osmanlı’dan kalma kapitülasyonlar kaldırılarak ekonomik bağımsızlık sağlanmış, sonra mümkün olduğunca az dış borç alınarak, daha çok yerli kaynaklara dayanılarak ekonomik kalkınma gerçekleştirilmiştir.

Cumhuriyetimiz, saldırgan, fetihçi değil, barışseverdir. Atatürk’ün “yurtta sulh, cihanda sulh” sözü Cumhuriyetimizin evrensel ilkelerinden biridir. Cumhuriyetimiz ülkemizi, tarihimizin en uzun süreli, -şimdilik 99 yıllık- kesintisiz bir barış dönemine kavuşturmuştur.

Cumhuriyet Atatürk’ün Eseridir


Atatürk Nutuk’ta, “Anadolu’ya çıkarken millet egemenliğine dayanan tam bağımsız yeni bir devlet kurmayı amaçladığını” söylüyor.

Gerçekten de Atatürk, Kurtuluş Savaşı boyunca her önemli adımında “milli iradeye” dayanmış, “milli iradeye” vurgu yapmıştır. “Milli iradeyi etkin, milli kuvvetleri hâkim kılmak esastır” diyen Erzurum Kongresi kararından, “Milletin istiklalini yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır” diyen Amasya Genelgesi kararına, TBMM açılır açılmaz dile getirdiği “Meclisin üstünde hiçbir güç ve kuvvet yoktur” kararından, 1921 Anayasası’ndaki “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” kararına kadar her fırsatta “milli iradeden” söz etmiştir. 1919’da Sivas’ta kurduğu gazetenin adı “İrade-i Milliye”, Ankara’da kurduğu gazetenin adı “Hakimiyeti Milliye”dir.

Atatürk, Ankara Palas’da bir baloda.


Atatürk, Kurtuluş Savaşı’nda iki farklı odağa karşı iki farklı mücadeleyi eş zamanlı olarak yürütmüştü. Bir taraftan işgalci emperyalizme karşı ulusal bağımsızlık mücadelesi, diğer taraftan saraya karşı ulusal egemenlik mücadelesi vermiştir. Atatürk, Nutuk’ta, Kurtuluş Savaşı yıllarında iki fikrin savaştığını şöyle anlatıyor:

“Saltanat devrinden Cumhuriyet devrine geçebilmek için, herkesin bildiği gibi bir geçiş devresi yaşadık. Bu devirde iki fikir ve görüş, birbiriyle mütemadiyen mücadele etti. O fikirlerden biri saltanat devrinin devam ettirilmesiydi. Bu fikrin taraftarları belli idi. Diğer fikir, saltanat idaresine son vererek cumhuriyet idaresi kurmaktı. Bu bizim fikrimizdi. Biz fikrimizi açık söylemekte mahzur görüyorduk. Ancak görüşümüzün uygulanma kabiliyetini saklı tutup münasip zamanda tatbik edebilmek için saltanat taraftarlarının fikirlerini uygulama sahasından uzaklaştırmak mecburiyetinde idik. Yeni kanunlar yapıldıkça, bilhassa Anayasa yapılırken saltanat taraftarları padişah ve halifenin hak ve yetkilerinin belirtilmesinde ısrar ederlerdi. Biz bunun zamanı gelmediğini veya lüzumlu olmadığını bildirerek meselenin o yönünü söylemeden geçmekte fayda görüyorduk.”

Atatürk, her ne kadar Nutuk’ta, saltanat taraftarlarına karşı cumhuriyet için mücadele edenlerden “biz” diye söz etse de bu mücadelede onun yanında pek fazla kişi yoktu. Emperyalizme karşı “bağımsızlık” mücadelesinde Atatürk’ün yanında duran silah arkadaşları bile saraya karşı ulusal egemenlik mücadelesi cumhuriyete doğru evrildikçe onu yalnız bırakmışlar, hatta ona cephe almışlardı. Atatürk bu gerçeği yine Nutuk’ta şöyle ifade ediyor:

“Milli Mücadele’ye beraber başlayan yolculardan bazıları, milli hayatın bugünkü Cumhuriyet ve Cumhuriyet Kanunlarına kadar gelen gelişmelerde kendi fikri ve ruhi yeteneklerinin kavrama sınırı bittikçe bana karşı direnişe ve muhalefete geçmişlerdir. (...) Ben milletin vicdanında ve geleceğinde hissettiğim büyük gelişme yeteneğini bir milli sır gibi vicdanımda taşıyarak yavaş yavaş bütün toplumumuza uygulamak mecburiyetinde idim.”

Görüldüğü gibi Atatürk, cumhuriyet ve Cumhuriyet Kanunlarını yakın arkadaşlarının bile muhalefeti nedeniyle “vicdanında milli bir sır” olarak saklamıştı. Atatürk, zamanı gelmeden “vicdanındaki milli sırrı” açığa vurmadan adım adım ülkeyi Cumhuriyete taşımıştı.

1920’lerin Türkiye’sinde “cumhuriyet” yaygın kabul gürmüş bir siyasal düşünce değildi. Yüzde 10’u bile okur-yazar olmayan, yüzde 85’i köylerde yaşayan bir din-tarım toplumu durumundaki Türkiye’de geniş kitleler cumhuriyetin anlamını bilmezken, cumhuriyeti “Bolşevizm” veya “dinsizlik, zındıklık” sanan kitleler de vardı. İstanbul’daki saray hükümetinin, Kuvayı Milliyecileri “Bolşevik”, “dinsiz, zındık” ilan ettiği bir ortamda Atatürk çok doğal olarak “cumhuriyet” ifadesini kullanmadan, “milli irade” ve “hâkimiyeti milliye” kavramlarını kullanarak ülkeyi cumhuriyete taşımayı tercih etmişti.

Atatürk’e kulak verelim:

“Devlet idaresini, cumhuriyetten bahsetmeksizin ‘milli egemenlik’ esasları dairesinde, her an cumhuriyete doğru yürüyen biçimde şekillendirmeye çalışıyorduk. Büyük Millet Meclisi’nden daha büyük makam olmadığını aşılamada ısrar ederek, saltanat ve hilafet makamları olmaksızın, devleti idare etmenin mümkün olduğunu ispat etmek lüzumlu idi...”

Atatürk, Türkiye’yi cumhuriyete taşırken çok dikkatli, çok akılcı, çok stratejik davranmak zorundaydı. Zamansız bir adımı her şeyi mahvedebilirdi. Üstelik Atatürk’ün kafasındaki cumhuriyet, laik bir cumhuriyetti. Cumhuriyeti ilan etmenin çok zor olduğu koşullarda “laik cumhuriyeti” ilan etmek neredeyse olanaksızdı.

Atatürk’ün Laik Cumhuriyet Kararı


Atatürk, başından itibaren cumhuriyetin “laik” olmasını istiyordu. Ancak dönemin koşullarında birdenbire “Laik Cumhuriyet” hedefine ulaşmak kolay değildi. Bunun için önce cumhuriyeti ilan etmeyi sonra o cumhuriyeti laikleştirmeyi amaçlıyordu. Mantıklı olan buydu.

Atatürk, 1921 ve 1924 Anayasaları hazırlanırken aslında bu anayasaların mümkün mertebe laik nitelikte olmasını istemiş, ancak dönemin koşullarında bunu başaramamıştı. 20 Ocak 1921 Anayasası’nın 7. maddesi ve 21 Nisan 1924 Anayasası’nın 26. maddesi “şeriat hükümlerinin yürütülmesinden” söz ediyordu. Atatürk, bu maddenin anayasaya konulmaması için çok mücadele ettiğini Nutuk’ta şöyle ifade ediyor:

“Efendiler, ilk anayasayı hazırlayanlara bizzat başkanlık ediyordum. Yapmakla olduğumuz kanunla ‘şeriat hükümleri’ tabirinin bir münasebeti olmadığını anlatmaya çok çalışıldı. Fakat bu tabirden kendi zanlarınca bambaşka mana tasavvur edenleri ikna etmek mümkün olmadı.”

Atatürk, yeni anayasanın 2. maddesinin başında yer alan “Türkiye Devleti’nin dini, dini İslam’dır” maddesinin de anayasada olmaması gerektiğini, ancak dönemin koşulları gereği anayasada bu maddeye yer vermek zorunda kaldıklarını belirtiyor.

“Cumhuriyetin ilanından sonra da yeni anayasa yapılırken laik hükümet tabirinden dinsizlik manası çıkarmaya eğilimli ve vesileci olanlara fırsat vermemek maksadıyla kanunun ikinci maddesini manasız kılan bir tabirin (anayasaya) girişine müsamaha olunmuştur. Kanunun gerek 2. ve gerek 26. maddelerinde gereksiz görünen ve yeni Türkiye Devleti’nin ve cumhuriyet idaremizin çağdaş karakteriyle uyuşmayan tabirler, inkılap ve Cumhuriyetin o zaman için sakıncalı görmediği tavizlerdir. Millet anayasamızdan bu fazlalıkları ilk münasip zamanda kaldırmalıdır.”

Burada çok açıkça görüldüğü gibi Atatürk’ün kafasındaki cumhuriyet, başından beri laik cumhuriyettir. Dönemin koşulları nedeniyle cumhuriyetin laik nitelik kazanması için biraz beklemek gerekmiştir. Atatürk’ün tabiriyle “İlk müsait zamanda anayasadaki fazlalıklar kaldırılmış” ve cumhuriyet laik nitelik kazanmıştır.

1924 Anayasası’nın 2. maddesindeki “Türkiye Devleti’nin dini, dini İslamdır” cümlesi ile 26. maddesindeki “Şeriat hükümlerinin Büyük Millet Meclisi tarafından yürütüleceğini” belirten cümle 10 Nisan 1928’de anayasadan çıkarıldı. Böylece Cumhuriyet laik nitelik kazandı. 5 Şubat 1937’de de Anayasa’nın 2. maddesi “Türkiye Devleti cumhuriyetçi, milliyetçi, halkçı, devletçi, laik ve inkılapçıdır. Resmi dili Türkçedir. Başkenti Ankara şehridir” şeklinde düzenlendi. Böylece Cumhuriyetin laikliği anayasal güvence altına alındı.

Sonuç olarak, Türkiye’de tam bağımsızlığın, ulusal egemenliğin, demokrasinin, ulus bilincinin, fırsat eşitliğinin,  özgürlüklerin, kadın haklarının, pozitif hukukun, kültür-sanatın, akılcı ve bilimsel eğitimin, çağdaş yaşamın güvencesi laik cumhuriyettir.

Türkiye’yi ikinci yüzyıla taşıyacak vizyon, Atatürk’ün laik cumhuriyet vizyonudur.