Her büyük madenci kazasından sonra bir iki gün “ah-vah” ediliyor, tepki gösteriliyor, siyasiler “ağız dalaşına” giriyor ve sonra bir başka katliama kadar vahşet unutuluyor!

Başörtüsü  (ya da etnik kimlik) gibi kültürel meseleleri konuşmaya harcanan zamanın binde birini -dünyanın en zor mesleği- maden işçilerinin ağır sorunlarına ayırmıyoruz!

İşçi cinayetlerinden hepimiz sorumluyuz. Köklü çözüm bulmak zorundayız.

Bunun önceliklerinden biri, örgütlülük/güçlü sendikacılık...

Türkiye’de sendikaların güçsüzlüğü ve iktidar ile işveren gölgesindeki sarı sendikacılık sürdükçe işçilerin “kader kurbanlığı” sürmeye devam edecektir!

Tarihimizin en hürriyetçi 1961 Anayasası, geniş olarak tanınmış sendikal haklar- özgürlükler verse de, iki yıl sonra 1963’te çıkarılan 274 ve 275 sayılı kanunlarla -grev haklarının kısaltılması gibi- hepsi geri alındı!

Neredeyse tüm iktidarlar işçilerin gücünden çekindi. Örneğin, Maden İş Sendikası’nın 1963 yılındaki 36 günlük Kavel Fabrikası grevi veya 1968 yılındaki Alpagut Kömür İşletmesi direnişi gibi işçilerin hak mücadeleleri boğuldu.

CHP-AP işbirliğiyle çalışma yaşamını ve temel sendikalar mevzuatını düzenleyen yasa tasarısına karşı 7 bin 500 işçinin katılımıyla İstanbul’un dört yanında 15-16 Haziran 1970’de yürüyüş yapanlardan yedi işçi hayatını kaybetti. 4 bin 300 işçi işten atıldı.

Evet, iktidarlar kafasını kaldıran işçileri hep ezdi. Sendikaları kontrol altında tuttu. Ve işin içine kimler girmedi ki:

Türk-İş’in 1952 yılında kuruluşunda ve sonraki ilişkilerinde (Irving Brown, Morris Paladino, Emanuel Bogg gibi) CIA görevlileri vardı. Para verilmesinin, aylarca süren yurtdışı eğitimlerinin tek amacı vardı:

Sayıları giderek artan işçileri kontrol altında tutmak ve kendi politik amaçları için kullanmak. Örneğin: Türk-İş’in o dönem düzenlediği Ankara’daki “Komünizmi Telin Mitingi” bu ilişkiler sonucuydu. Pankartın birinde şu yazılıydı: İnsanlık idealinin bekçisi NATO’yu destekliyoruz.

Başta Maden- İş olmak üzere beş sendika, (Türk-İş’in, milli kuruluş olmaktan çıkıp CIA stratejisine uygun faaliyet yürütmesini protesto edip) 1967’de yeni konfederasyon kurdu: DİSK. (Ki zamanla DİSK üyesi üç sendika başkanı da ABD’ye gidip aylarca ‘eğitim’ aldı!)

Keza:

Hak- İş gibi yeni konfederasyonlar kurularak işçi sınıfının gücü parçalatıldı. Bir sektörlerde benzer sendikalar kuruldu. Örneğin, Türk Maden İş, Genel Maden- İş, Bağımsız Maden-İş, Devrimci Maden-İş,  İlerici Maden-İş, Yeraltı Maden-İş...

Bu parçalanmışlık bile yeterli bulunmadı:

12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 askeri darbeleri işçi haklarını biçti.

Sendikalar güçsüzleştirildi, etkisizleştirildi.

Sendikacılık nimeti bol, takım elbiseli profesyonel mesleğe dönüştürüldü. Sendikalar, -yatırım fonları, otelcilik gibi- şirket işletmeye başladı!

Mücadele salt “ne kadar para vereceksiniz” anlayışına indirgendi. İşçi sağlığı- işyeri güvenliği sözleşmelerde pek yer almadı bile...

Bu arada Özallı yıllar/neoliberalizm ile başlayan sendikasızlık ve taşeron sistemi tüm sektörleri sardı!

Topraksız/ mülksüz- işsiz kalan, geçim zorluğu/ ekmek teknesi nedeniyle madene inmek zorunda kalan işçiler verilene razı oldu hep...

Yıl, 1991. Elli bin kişinin katıldığı Zonguldak’taki tarihin en büyük madenci yürüyüşü bile bu bozuk düzeni değiştiremedi. Madencilerin (AKP’li Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Ömer Dinçer’in dediği gibi) “güzel ölümleri” sürmeye devam etti/ edecek...

Ne yapmak lazım?

Yarına bırakalım...