Dinler, hayata rağmen yaşanacak bir değerler dizgesi olarak ortaya çıkmamıştır. Dönemlerinin kültürüyle hayatın içinden ve hayatla beraber bir yaklaşım içinde muhataplarıyla buluşurlar. Bunun idrakinde olamayanlar kutsadıkları beş-on fıkıh kuralını din zannederler. Ünlü tarihçimiz Prof. Dr. Halil İnalcık’ın ifadesiyle “İslam dini ile Araplığı ayıramayan, şalvar ile hurmayı dinin icabı sayan” bu kişiler, putperestliğe rahmet okuturlar. Şekli-kuralı-ritüeli amaç haline getirmek bir nevi putperestliktir. Mevlana’nın deyimiyle dişleri testere olmuş, önüne geleni kesip biçenler, yılbaşı kutlaması, saç sakal, kadın konusu veya birkaç ritüeli temele alıp esip gürlerler gürlemesine ve fakat haksızlık, adaletsizlik, düşüncede-bilimde geri kalmışlık, devlette liyakatsizlik, israf ve gösteriş vb. konulara gelince tek kelime etmezler.  Alparslan’ın Romen Diyojen’e karşı alicenaplığını, Kılıçarslan’ın Haçlılara karşı kabalıktan uzak yiğit çıkışını, tek Hristiyan ferdini incitmeyen ve Arslan Yürekli Rişar’ı hayretlere düşüren Selahaddin Eyyubi’nin nazik tutumunu, kendi insanına/yekdiğerine göstermekten aciz bu siyasallaşmış zihnin günümüz gençliğine ve dünyaya “işte biz buyuz-böyleyiz” diyebileceği ne var?

Dinler, son tahlilde maddi ve manevi sefalete karşı çıkışın adresleridir. Üç dinin peygamberinin mücadelesi de bu zeminde gerçekleşmiştir. Dinler, bu fonksiyonel yapılarını kaybettiklerinde, toplumsal yapıdaki dengesizliklerin ortaya çıkardığı mağduriyetlerin sığınakları haline gelirler. Verilen fetvaları hatırlayın; ihmalin, beceriksizliğin, fakirliğin adı kader oluverir. Nitekim Marx’ın “Din, baskı altında ezilen yaratığın iç çekişidir; kalpsiz bir dünyanın kalbi ve ruhsuz koşulların ruhudur. Halkın afyonudur” sözü, siyasal-dindar bilinç eliyle hayata geçirilmiştir.

DEĞİŞEN BİR ŞEY YOK

Gerçeklikten uzak, zamanın ihtiyaçlarına cevap veremeyen her kaide her hüküm her yaklaşım taassubu katılaştırır. Taassubun olduğu yerde ise çürüme ve kokuşma başlar. İnsanları, Allah ile aldatanlar kol gezer. 1968’de kaleme aldığı makalesinde “Sahtekâr mürşitlerle dolandırıcı şeyhler ve dervişler alayı yumruk ve tehdit vaveylaları arasında yol almaktadır” diyen Prof. Dr. Nurettin Topçu’nun “Yarın ki Türkiye” eserinde yaptığı eleştiri geçerliliği hala korumaktadır. Şöyle der Topçu:

“Ortada bir ihanet var. Bu din adamlarının ihanetidir. Otuz beş milyon insan, aydınlığa küskün yaşar; sanata çevrilmiş el, hak için isyana çevrilmiş ruh, ebediyete çevrilmiş iman nedir bilmeden, hiçbir çağın tahammül edemeyeceği geri bir hayat dekoru arasında tembellikle, fitne ve dedikodu ile beş on cansız kaidenin esiri, ihtiyar öküzünden daha ölü bir halde yaşarken, ruhsuz şehirde tesbih ve sakalla otomobili bir araya getirdiğine müftehir (övünen), zenginlerin bendesi-minnettarı, ses sanatkarlığıyla Kur’an ticareti yapan, duası huzurlara hakaret, ibadeti kupkuru, ruhsuz, hayatsız bir yığın hareket olan pek çok din adamları bu mukaddes davaya ihanet etmişlerdir.

Bu felaket, bu ihanet başa geldi. Bütün bunlar olacaktı. Zira garpta rönesans yapılırken ve onun felsefe alemindeki mümessili Descartes “Hür olmayan düşünce düşünce değildir” derken, bir Hırvat devşirmesi olan Kuyucu Murat Paşa, yüz bin Türk’ün kafasını keserek kuyulara dolduruyordu. Luther, Wittenberg kilisesinin kapısına doksan beş maddelik beyannamesini astığı zaman biz bâb-ı içtihadı ( içtihat kapısı) kapıyorduk. Jean-Jaguesk Rousseau tabiatın aşkında Allah’a götüren yolu ararken, biz inkılap diye Lale Devri’ni yaşıyorduk.”

Değişen bir şey yok. Yozlaşma katmerleşti. Nurettin Topçu’nun altmış yıl önce, din istismarına neden olan din adamlarına sorduğu sorular bugün de ayniyle vâki: “Alışveriş yerinde din adamının ne işi var? Devlet politikasına radyoda Kuran nasıl alet ediliyor? Dua yapılan kürsüde soytarı bezirgânların işi ne? Kitap ticaretinde din âlimi ne arıyor? Eklenecek soru çok; vebal ise çok büyük. “Sizler Kitabı okuduğunuz halde insanlara iyiliği emredip kendinizi unutuyor musunuz?” (Bakara/44) der Kur’an. Kutsal kitabın uyarısı daha da sert: “Vay halinize ey din bilginleri, Ferisiler, iki yüzlüler! Göklerin egemenliğinin kapısını insanların yüzüne kapatıyorsunuz, ne kendiniz içeri giriyor ne de girmek isteyenleri bırakıyorsunuz.” Matta 23/13-14

(11 Ocak, Çarşamba, saat 16.00’da, ABBTV’de, büyük başarılara imza atmış Prof. Dr. Canan Karatay ile Canan Karatay’ı ve sağlığımızı konuşacağız. Bekleriz.)