Cumhurbaşkanı Erdoğan, hafta sonu yaptığı bir konuşmada Anayasa değişikliğinden bahsederken muhalefeti Reşat Nuri Gültekin’in romanından uyarlanan Yaprak Dökümü dizisinin unutulmaz repliğiyle eleştirdi. “Muhalefet ‘Aman Ali Rıza Bey ağzımızın tadı kaçmasın’ modunda son derece konforlu bir alanda siyasetçilik oynuyor” dedi. Bunca zamandır Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın hemen her konuşmasını dinlemiş bir gazeteci olarak, bu ifadelerin aynı dizideki replik gibi yılların unutulmayanları arasına gireceğini rahatlıkla söyleyebilirim. Hafta sonuna damgasını vuran bir açıklaması daha var Cumhurbaşkanı’nın. “En büyük caniler, insanların umudunu öldürenler veya buna teşebbüs edenlerdir. Yaşadığımız geçici sıkıntıları, sanki dünya yıkılmış biz de altında kalmışız edasıyla anlatanların gayesi asla milletimizin derdiyle dertlenmek değildi” dedi.
★★★
Muhalefeti hedef tahtasına oturtan iki açıklamayı da birlikte değerlendirmekte fayda var. Ya Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Ali Rıza Bey’den haberi var ama ülkece bizim halimizden pek haberi yok... Ya da Erdoğan (ve tabii metin yazarları) olanı biteni gayet iyi biliyor ama bile isteye zamanı büker gibi gerçeği büküyor. İki seçenekten hangisi daha kötü, hangisi bize daha büyük haksızlık inanın bilemedim.
★★★
Ağzımızın tadı nasıl derseniz, bozulacak bir yanı kalmadı zaten... Yıllardır “kekremsi” bir tat var ağzımızda. TDK’ya göre “kekre” acımtırak, ekşimsi ve buruk olarak tanımlanıyor. Tam böyleyiz. Acı, ekşi, buruk. Tarihimizin en uzun ekonomik krizinin içindeyiz. Üstelik tünelin ucundaki ışığı da göremiyoruz. Pazar günü Kartal’da emeklilerin eylemi vardı. Bir hanımefendi “Torunlarımın yanına gitmeye utanıyorum” dedi, uzattığımız SÖZCÜ TV mikrofonuna. “Giderken yanımda bir şeyler götürmem gerekiyor, harçlık vermem gerekiyor, veremiyorum, bu yüzden de daha ne kadar az gidebilirim hesabı yapıyorum” diye devam etti. ANKA Haber Ajansı’nın Artvin’de mikrofon uzattığı yaşlı bir amcamız ise kameraya altı delik ayakkabısını gösterdi. “Ayakkabıma bak, elbiseme bak, kendimden utanıyorum” diye konuştu. Aynı günde, birbirinden 1300 kilometre uzaklıktaki 2 kişi benzer cümleleri kurdu, sanki utanmaları gereken kendileriymiş gibi. İzmir’de ise zengin olmanın hayalini bile tek başına kuramaz haldeydi emekli. Tam biletin fiyatı 600 lira olunca 2-3 kişi danaya girer gibi piyango bileti almaya başladı. “Ekonominin sorumlusu benim, ben” diyen Cumhurbaşkanı Erdoğan ise aynı saatlerde dünya yıkılmış, altında kalmışız gibi davranmayın diye muhalefeti eleştiriyordu. Sahi dünyanın yıkılması bizim de tonlarca ağırlığın altında kalmamız için daha ne olması gerekiyor ki?
Sizce yılın kelimesi gerçekten ne?
Dünyada sözlüklerin ve dil derneklerinin bir geleneği vardır. Her sene o yıla damgasını vuran kelimeyi seçerler. Oxford Sözlüğü Donald Trump’ın ilk kez başkanlığı kazandığı 2016’da yılın kelimesini “post-truth” yani “gerçek-ötesi” seçmişti. Buna göre, gerçeğin ne olduğu önemli değil, bireyler kararlarını onlara “anlatılanlar” ve inandıkları üzerinden veriyor. Öyle ki, ABD’nin ünlü Washington Post Gazetesi 2019’da yaptığı bir araştırmada Trump’ın görevde olduğu süre boyunca günde 23 yalan söylediğini iddia etmişti. Ülkeyi gerçeklik üzerinden değil, anlattıkları, kendi çizdiği hayal dünyası üzerinden yönetiyordu. 2. kez seçimleri kazanması da bu yöntemin “tuttuğunun” önemli bir göstergesi. Oxford Sözlüğü öyle nokta atışı bir karar vermişti ki, aradan geçen bunca zamanda gerçek-ötesi kavramını çok daha fazla kullanır hale geldik. Dünyanın dört bir yanında hâlâ tam da bunu yaşıyoruz...
★★★
Aynı gelenekten devam eden TDK da her yıl halk oylaması ile yılın kelimesini seçiyor. Bu senenin kelimesi/kavramı “kalabalık yalnızlık” oldu. İnsanların giderek daha yalnız hissettiği belirtildi, sosyal medyadaki beğeni sayılarına verilen önem eleştirildi. Oylamadaki diğer seçenekler ise merhamet, yabancılaşma, algoritma, yapay zeka, dijital yorgunluk ve yozlaşmaydı! Size sorayım... Bu seçeneklere baktığınızda sizin en dikkatinizi çeken hangisi? Sizce gerçekten de yıla damgasını vuran, kalabalıklar içinde hissettiğimiz yalnızlık mı? Yoksa buna sıra gelene kadar “yıkılan dünyada altında kaldıklarımız”, “güvenemediklerimiz” ama “güvenemediklerimizin açıkladıkları üzerinden bizlere reva görülenler” mi? Yine size sorayım... Bu oylamanın sonucuna güveniyor musunuz? Yoksa zaten TDK’nın yaptığı bir anketi sorguluyor olmak bile, tam da hangi kelimenin yıla damgasını vurduğunu göstermez mi? Yanıtlar sizde...