Bu dahi beyin, dünyanın gidişatını değiştirmeyi başardı. 6 Haziran 1944 Normandiya Çıkarması, Turing olmasaydı mümkün olmazdı. Nazi denizaltılarına karşı savaşı kaybetmekte olan Royal Navy, son anda Turing sayesinde galip geldi. Algoritmanın ustası İngiliz Turing ,1942 yılında Almanların Enigmasını (bilmecesini) delmeyi başardı ve muammayı çözdü: Nazilerin ulaşılması mümkün olmayan şifreli makinesini kırmayı ve sistemi ele geçirmeyi becerdi ve ilk modern bilgisayarı keşfetti. Sinemada, sekiz dalda aday olan, İmitation Games (Enigma) filminde Alan Turing’i Benedict Cumberbatch canlandırmıştı. Bu efsane, tiyatro sahnesinde, Benoit Soles’un kaleme aldığı tekstle hayat buldu. Turing karakterini sahnede canlandırabilmek için tam tamına yirmi iki kilo zayıflayan Benoit Soles, oyunculuğuyla parlıyor; otistik, kekeme, eşcinsel, acı çeken, zulüm gören, enerjisi yüksek bu dahiyi oynarken döktürüyor. Bu bilim adamı, çektiği eziyetlere dayanamayarak, zehirli bir elmayı ısırarak, hayatına son verir. Bu elma, Apple’ın logosu olmasıyla çok manidar... Acaba Apple, Turing’den etkilenerek mi logosuna elmayı uygun gördü? Aynı zamanda da Turing’in, Pamuk Prenses çizgi film karakterine olan düşkünlüğü ve takıntısı da bir tesadüf mü? Mit hala esrarını sürdürüyor... Turing bir matematik dehasıydı, ama aynı zamanda, için için kıvranan yaralı bir ruhtu. Benoit Soles, Turing’in bu insani yanını büyük bir duyarlılık ve dakiklikle ortaya çıkarmak istedi: Yalnızlığını, çektiği acıları, uğradığı haksızlıkları, gençlik aşkını kaybettikten sonra yaşadığı dramı, zaaflarını, kırılganlıklarını... Hikayesine gelince: Manchester. 1952 kışı. Londra’da Kings College ve Manchester Üniversitesi’nde matematik profesörü olan Turing, evinde vuku bulan bir hırsızlık olayı üzerine, karakola şikayet etmeye gider... Sıra dışı görünümü dolayısıyla, Komiser Ross onu önce pek ciddiye almaz... Hırsızlığı, Turing’in yatıp kalktığı bir barmen olan Arnold Murray’ın yaptığını hemen anlar. 1952 yılında, İngiltere’de eşcinsellik suç unsuru sayılmakta ve cezalandırılmaktadır.... Ama Turing’in karakola gitmesi, İngiliz gizli servislerinin gözünden kaçmaz... Alan Turing birçok gizli bilgiyi barındıran biridir... Soles, flash- back’lerle, bu bilim adamının yaşamını aktarmaya başlıyor. Okulda başarılı bir öğrenciyken aşık olduğu Cristopher’in ölümüyle yaşadığı travma... Yapay zeka üstüne bıkıp usanmadan yaptığı araştırmalar... Matematik ve rakamlarla yaşamın esrarını çözmek için çabaları... (Belki de, düşünen bir makine icat ederek büyük aşkı Christopher’in reenkarnasyonunu gerçekleştirmeyi hayal ediyordu). Ve İngiliz gizli servisleri, Alman Enigması’nın kodlarını ve mesajlarını çözmesi için onu işe alırlar. Gecesini gündüzüne katarak yaptığı çalışmalar sonuca ulaşır. Almanların gizli savaş planlarının şifrelerini çözer ve İngiliz servislerine bildirmeye başlar; ama İngilizler, Turing’in ilk bildirimlerini test etmek için Almanların saldırılarını durdurmazlar ve bu saldırılarda yine yüzlerce asker hayatını kaybeder; bunlardan birinin de Komiser Ross’un erkek kardeşi olduğunu anlarız. İngilizler, Turing’e bu görevin çok gizli olduğunu ve hiçbir zaman kimseyle paylaşmaması gerektiğini ve bilgilerini her zaman gizlemesi gerektiğini sıkı sıkı tembihlerler. Öyle ki Turing, ta 1952 yılına, karakola düşene kadar gizli olarak yürüttüğü ve Almanların yenilgisiyle sona eren macerasını saklamış ve bu büyük sırrını kimseyle paylaşmamıştı. Enigmayı kırmak için gösterdiği olağanüstü azimden, tabiatın kodlarını çözmek için verdiği delice mücadeleye Turing, farklı, alışılmışın dışında, ilgi uyandıran ve empati duyulan bir bilim insanı... “Düşünen Makineyi" icat eden, yapay zeka ve bilgisayarların başlangıç tohumlarını eken bir dahi. Ama maalesef, Turing, salt eşcinsel olduğu için yargılanıp hüküm giyer. Eşcinsel olduğu için kimyasal kısırlaştırmaya tabi tutulur ve mahkum olmasından iki yıl sonra, 41 yaşında siyanürlü bir elmayı ısırarak intihar eder. 1950 yıllarında İngiltere’de kanunen yasak olan eşcinsellik, ancak 2013 yılında Kraliçe Elisabeth’in kararıyla suç unsuru olmaktan çıkar ve bu yasayla Turing af edilmiş olur ve saygınlığını kazanır. Ne yazık ki Turing savaş sonrası İngilteresi’nin katı kurallarının kurbanı olmuştur. Soğuk Savaş dolayısıyla 1952 yılında savaş sırları ifşa edilemiyordu, bu yasak da ancak 1974’de kalkar. Turing aydınlanmış, duyarlı, esprili bir Rain Man adeta... Benoit Soles, karakterini keskin vurgularla yorumluyor. Matematik denklemleriyle, insan ilişkilerinden daha iyi başa çıkan Turing, ince ve yıkıcı nüktesi ile otizmine maraton sporu yaparak meydan okuyor (olimpiyat şampiyonu ile arasında on dakika fark var). Şifreleri çözerken koşuyor... Özel hayatındaki dramlarla başa çıkmak için koşuyor... Görevini gizli tutması gerektiği için de şöhreti hiç tadamıyor... Vatanını kurtarmış olan bu kahraman hep gizli yaşamış, sırrını kalbine gömmüş, hep susmuş, yalnızlığıyla bir başına, hakimlerin adi bir suçluymuş gibi mahkum etmesiyle cehennemin en dibine düşüyor. Benoit Soles’un karşısında Amaury Crayencour, dört farklı karakteri rahat ve akıcı bir şekilde sektirmeden yorumluyor. Hayranlık uyandıran bir ikili. Oyunu Benoit Petitgirard sahneye koydu. Akıllı, dingin, nefes nefese, duyarlı bir reji. Bir nebze delilik katılmış, şiirsel bir gösteri. Sahne tasarımında, matematik denklemleriyle doldurulmuş video ekranları zekice düşünülmüş. Bu devasa ekran, zamanın üstünden atlıyor; bir anda arşiv ve denklemlerle kaplanıyor. Reji akıcı, ritmik, etkili. İki yüzlü, riyakar ve zalim bir sosyal toplumla savaşabilecek donanımdan yoksun Turing’in hikayesi çok dokunaklı. Saygın, cesur, müstesna zekasıyla Turing’in gerçek hayat öyküsü başarılı bir tarihi uyarlama. Bir saat yirmi dakika boyunca nefes almadan seyrettiğim bu oyun filminden daha büyülü... İşte tiyatronun sihiri...