İktisadın temeli “arz ve talep” kanunudur. Bunu bilmek için iktisat tahsil etmeye hatta okuma yazma bilmeye bile gerek yoktur. Bu kanun yaşayarak öğrenilir. Peki bu kanun ne der? Çok şey der; ama ben önce herkesin uyguladığı bir hükmünü hatırlatayım: “Arzı azalan ürünün fiyatı artar” der. Bu ürün, ekmek peynir gibi fiziki mal da çöp toplamak veya otobüs sürmek gibi bir hizmet de olabilir. Asla unutmayın! “Her fiyat bir gelir, her gelir bir fiyattır.” Birilerinin geliri artacaksa, mutlaka bir şeylerin de fiyatı artacaktır. Verimlilik artırılırsa, fiyat artmadan da gelir artabilir. Ancak, sebep-sonuç bağlantıları “diğer şartlar sabit kalmak şartıyla” saptanır. Arz ve talep kanunu, “piyasa fiyatı” arz ve talep miktarlarının eşitlendiği noktada oluşur der. Eğer devletler, firmalar, karteller, sendikalar veya mafya “fiyatın/ücretin” bu noktada oluşmasına izin vermezse, ekonomide çarpıklıklar oluşur. Kıt kaynaklar yanlış tahsis edilir. Atın önüne et, itin önüne ot konur. Sadece, milli gelirin emek ile sermaye arasında değil “ücret gelirlerinin emekçiler arasında dağılımında da” adaletsizlik ortaya çıkar. Adam Smith, fiyat mekanizmasına, ekonomiyi yöneten “görünmez el” demiştir. Fiyatın, ekonominin düzenleyicisi olduğuna veya olması gerektiğine inanmayanlar “görünmez el görünür olamaz, çünkü böyle bir el yoktur” diye dalga geçer. Bu arkadaşların çok haklı oldukları bir nokta var: Arz ve talebi eşitleyen “piyasa fiyatı” idealize edilen teorik bir kavramdır. Çünkü, sanayicisinden çiftçisine; bankacısından, işçi sendikasına; ünvanlı mesleklisinden, musluk tamircine kadar herkes, “rant yaratmak” için arzı kısıtlayarak sattığının fiyatının yüksek, talebi baskılayarak aldığının fiyatının düşük oluşmasına çalışır.
TOPLU PAZARLIK-TOPLU SÖZLEŞME
Fiyatın/ücretin, arz ve talebi denkleştiren noktada teşekkül etmesi birçok koşula bağlıdır. Bunların başında da piyasada “çok alıcı-çok satıcı” bulunması gelir. Benim gözlemime göre bu koşul “kestane kebabı sektörü” dışında bulunmaz. İkinci önemi koşul, alıcı ile satıcının pazarlık güçlerinin denk olmasıdır. Tek bir işçinin, emek fiyatı (ücret) pazarlık gücü, herhangi bir işverenden düşüktür. Pazarlıkta güç dengesi sağlansın ki; emek fiyatı (ücretler) doğru noktada teşekkül etsin diye, bireysel pazarlık gücü olmayan işçilere “toplu pazarlık” hakkı (imtiyaz diye okuyun) tanınmıştır. Bunun yaptırım aracı da grevdir. Bu imtiyaz, esasında serbest piyasa ilkelerine aykırıdır. Çünkü sendikalaşma emeğin kartelleşmesidir. Bir nevi tekel yaratmaktır. Dolayısıyla hak değildir. Sendikalaşma, iki tarafı keskin bir bıçaktır. Bazen ücretlerin doğru bazen de yanlış düzeyde oluşmasına sebep olur. Sanayi dış rekabet gücünü kaybeder. İstihdam yurt dışına kayar. Koparabildiğin kadar kopar davranışı, hür sendikacılığa hayat hakkı veren piyasa ekonomisine hasar verir. Enflasyonu körükler. Piyasa ekonomisine inanmayanlar ise vicdanen çok rahattır.
BELEDİYE İŞÇİLERİNİN İŞVERENİ BELEDİYE BAŞKANI DEĞİL KENT HALKIDIR
Marxist kurama göre “firmanın kârı, işçiye eksik ödenen ücret”tir. Aynı özdeşlikle firmanın zararı da “işçiye ödenen fazla ücret”tir. Zırva ama devam edelim: Öyleyse toplu pazarlık “kâr bölüşme” çekişmesidir. Soru: Belediye işçileri sendikası, hangi firmanın kârını bölüşmek istiyor? Grevlerin çoğu sendikaların aralarındaki “kim daha fazla zam alır” rekabetinden doğmaktadır. İzmir Belediye grevi Yılmaz Özdil’in, TV’de İpek Özbey’e anlattıkları sayesinde kangren olmadan bitti. Hayırlı olsun.
SON SÖZ: Hür sendikacılık, sorumlu sendikacılıktır.