Son 30 yıl içinde “ekonomisi kapitalist, devleti komünist” Çin, her alanda mucizevi bir gelişme gösterdi. Mucize, görenin kendini aciz hissetmesine sebep olan olağanüstü bir performans demektir. Çin mucizesi karşısında Amerika acze düşmüştü. Birinci döneminde Trump, Amerikalıları bu kompleksten kurtarmak için bir plan yaptı ve adını da “Amerika’yı Tekrar Büyük Yap” koydu. Ona göre ABD’nin geri kalmasının iki sebebi vardı. Birincisi yılda 900 milyar dolara varan cari açıktı. İkincisi de amorf büyüyen devletin yarattığı bütçe açığıydı. Trump, esas mesele cari açıktır ve “kök sebep” doların aşırı değerli olmasıdır dedi. Amerika’nın cari açığı vardı ama “döviz açığı” yoktu. Çünkü dolar, küresel talebi olan bir meta olmuştu. Amerika, cari açığını “dolar ihracatıyla” kapatıyordu. Bu açıdan bakılınca, ABD’nin “cari açık sorunu” yoktu. Ama kendi parasıyla olsa da 9 trilyon dolara çıkmış bir “dış borç sorunu” vardı. Trump, her an patlayabilecek bu borç sorununu alacaklı ülkelerle çözebilirdi. Onları “pazarlık masasına oturtmak için”, “uygulanamayacak” bir gümrük vergileri tarifesi yayınladı. Bu tarife uygulansa ABD’de enflasyon yükselecek, dünya ekonomisi de daralacaktı. Beklediği tepkiler gelince tarifenin uygulamasını 90 gün erteledim dedi. Rakiplerine gel gel yaptı. Bakalım bu numarası tutacak mı? Hafta içinde Antalya’da konuşan iktisat ve siyaset gurusu Jeffrey Sachs “Erteleme 90 günlük değildir. Liste iptal edilmiştir. Böylesi acayip kararları ancak ‘Miki Fare’ alır diyeceğim, ama bu da Miki Fare’ye hakaret olur” diyerek kendince dalgasını geçti.

DIŞ YARDIM DEĞİL DIŞ TİCARET İSTİYORUZ

“Rızkın, onda dokuzu ticarettedir” diye bir hadis olduğu rivayet edilir. Rızkın yüzde kaçının ticaretten geldiğini bilmiyorum ama milli gelir hesabında “alışveriş” olmadan “hasıla yaratılmış sayılmaz” kuralını biliyorum. Mesela, bir çiftçinin ürettiği ama satamadığı tarlada kalmış domates, çiftçiye gelir sağlamaz. Çiftçiye gelir getirmeyen domates de GSYH’ye katkı yapmaz. 20 yolcuyla yola çıkan 40 koltuklu otobüsün sahibi, 40 kişilik taşıma hizmeti üretmiştir ama sadece 20 kişiden para aldığı için, o seferin milli gelire katkısı 20 kişiliktir. Demek ki; rızk sadece üretmekle elde edilemiyor. Satmak da gerekiyor. Satışın artması, yeni üretim kapasitelerinin kurulmasını ekonomik kılarak milli servetin büyümesine de vesile olur. Ülkeler arasında, çok mal ve hizmet ihraç edip, bunlardan az ithal etme yarışı vardır. Bu yarış sonunda bazı ülkeler “fazla”, bazıları “açık” verir. Fazlası olanlar, bununla ithalat yapacaklarına, servet edinme yoluna gider. Birikimleriyle kıymetli objeler alır, yurt dışı varlıklara yatırım yapar veya “açığı olana” faizle borç verir. 1980’de Türk ekonomisinde dönüşümü başlatan Turgut Özal yabancı devlet adamlarına “No aid but trade” (Yardım değil ticaret istiyoruz) derken bunu kastediyordu.

BANCOR

İkinci Dünya Savaşı sonrasında küresel fakirlik oluşmuştu. Bu fakirlikten kurtulmak için uluslararası ticaretin artması şarttı. Ticaret ve finans bir paranın iki yüzü gibidir. Finansman olmadan ticaret olmaz. 1946’da büyük iktisatçı Lord Keynes, uluslararası ticareti geliştirecek küresel bir para birimi (Bancor) ve küresel bir “Ödemeler Merkezi” (International Clearing Union) kurulmasını önerdi. Ülkeler kendi paralarıyla dış ticaret yapmayacaktı. ABD, bizim dolar Bancor olsun, IMF de bu işleri yönetsin dedi. Keynes’in önerisinin ruhu, buhar oldu. Keynes’in tasarımının esası sadece açık değil, fazla vereni de negatif faizle cezalandırmaktı. Bu yüzden Bancor biriktirmek gayri iktisadi olacak ve fazla verenler zarardan kurtulmak için açık verenlerden mal alacaktı. Bugünkü dengesizliğin tohumları Bancor’dan vazgeçildiği gün toprağa atılmıştır.

SON SÖZ: Gerçek olmayan sorunun çözümü, gerçek sorun olur.