Sevgili okuyucularım, yüzyıllar önce yaşamış ünlü bir şairimiz vardır. Fuzuli’yi hepiniz bilirsiniz. Kanuni döneminde Osmanlı sarayının hizmetine girer, emekli olur ve alacağı dokuz akçe maaş için günün birinde devlet dairesine işi düşer. Memurların yanına girer.
Vezir (günümüzün Bakanı) falan da oradadır. Hepsi Fuzuli’yi beklemektedir.
Vezir ve memurlar yere çökmüş, oturup nargile içmektedir.
İşini yapmak için Fuzuli’den rüşvet isterler.
Şairimiz ısrar eder, rica eder, istirham eder ama karşısında oturanlara kabul ettiremez.
Rüşvetçiler hiç oralı olmaz. Fuzuli olayı şöyle anlatır:
-Dedim: Ey arkadaşlar bu ne yanlış iştir, ne yüz asıklığıdır.
-Dediler: Bizim adetimiz böyledir.
-Dedim: Bakın ağalar, benim bu haklı işimi yapmazsanız siz sorumlu olursunuz.
-Dediler: Yok efendi, bu hesap ancak kıyamette sorulur.
-Dedim: Dünyada dahi hesap sorulur, haberin işitmişiz.
Memurlar dalga geçmeyi sürdürür:
-Dediler: Böyle bir şeyi biz de duyduk ama aslı astarı yoktur. Biz amirlerimizle anlaşmışız, bize bir şey olmaz.
* * *
Fuzuli şaşırır, mücadeleden vazgeçer ve “Şikayetname” isimli eserinde olayı anlattıktan sonra şu meşhur sözlerini yazar:
“Selam verdim, rüşvet değildir deyu almadılar. Hüküm (belge) gösterdim, faydasızdır diye iltifat etmediler. Gördüm ki sualime cevaptan başka nesne vermezler, çaresiz mücadeleyi terk ettim...”
Şimdi aynen Fuzuli dönemini yaşıyoruz. Rüşvet, vurgun, hortum, yolsuzluk gırla gidiyor. En tepedeki adamlar, oğulları ve yandaşlarıyla birlikte bu pisliğin içine gömülmüş durumda.
Balık baştan kokmuş.
En tepede bir iktidar var ki, hırsızlığı, yolsuzluğu ve rüşveti aklamak için bar bar bağırıyor, yapanları koruyup kolluyor.
Rüşvet paraları evlerinden fışkırırken hırsızlar pişkin ve onları koruyanlar zeytinyağı
gibi suyun üzerine çıkıyor.
* * *
Sevgili okuyucularım, 21. yüzyıl Türkiye’sinde ülkemizde tanık olduğumuz şu olaylara bir bakınız. İşin sadece bu boyutu bile yüz kızartıcıdır.
Kavga iki kesim arasında sürüp gidiyor.
Biri din ticaretine ve din sömürüsüne soyunan, vatandaşı Allah diyerek kandıran iktidar...
Öteki ise aynı yolun yolcusu olan Fethullah ekibi.
Allah peygamber sözleri, Kur’an ayetleri, dualar, beddualar, aralarındaki kavgada havada uçuşuyor.
Fethullah televizyona çıkıp ellerini kaldırıyor, iktidara karşı beddualar ediyor.
İktidar gazeteleri Tayyip’in elindeki Diyanet’in açıklamasını kullanarak Fethullah’a manşetten saldırıyor:
“Düşmanlara bile beddua edilmez. Diyanet’ten Fethullah Gülen’e ağır eleştiri: Peygamberimiz düşmanlarına bile beddua etmedi. Aksine onların hidayeti için dualar etti...”
Şu işe bakın ki, bu post kavgasına dur diyen yok.
Tayyip Pakistan yolunda uçaktaki gazetecilere konuştu, Fethullah’a posta koydu:
“Sıkıysa kime beddua ettiğini söylesin!”
Sana ediyor, anlamadın mı!
Ortalık vıcık vıcık, pislik diz boyu, rezillik sarmış ülkenin dört bir yanını...
Kendilerinin ve yakınların isimleri pisliğe bulaşan hükümet üyeleri istifa etmiyor. Başbakanlarından talimat bekliyorlarmış!
Bu nasıl iştir, nasıl devlet yönetimidir?
Sizin çocuklarınız tutuklanacak ama siz makamınızda oturmayı sürdüreceksiniz!
* * *
Tayyip-Fethullah kavgası başladıktan sonra hükümetimiz bazı önlemler aldı.
Fethullah ekibine yakın şirketlerin, bankaların ve patronların para hesaplarının incelenmesi!
Bu ekibin önemli isimlerinden biri olan Akın İpek, Koza Altın madenleri şirketlerinin sahibi.
Gazetesi Bugün, televizyon kanalları Bugün ve Kanaltürk’le, Tayyip iktidarına yıllar boyu en büyük desteği veren, İpek Üniversitesi’ni kuran önemli bir işadamı.
Akın İpek ve şirketleri birkaç gün önce Maliye Bakanlığı tarafından vergi incelemesine alındı.
Hükümet kesimi şimdi bunun “Rutin inceleme” olduğunu iddia edecek ama iş öyle değil.
Vergi incelemesinin ne olduğunu bilen bilir! Hükümet istiyorsa incelenen işadamına diz çöktürür ve onu mahveder.
Tayyip’in “Altın ağalığı” yapmakla suçladığı Akın İpek’in sonunu bu açıdan pek hayırlı görmüyorum.
* * *
Kavganın başlangıcında Fethullah ekibine “Bizden ne istediniz de vermedik” diye seslenen Tayyip, yarattığı canavarın altında şimdi boğuluyor.
Devleti, ama özellikle yargıyı ve polisi onlara teslim ederken, sonra olacakları aklına bile getirmiyordu. Şimdi bin pişman.
Şimdi yargıya hemen dokunamıyor da, polisi onlardan temizlemeye çalışıyor.
İş sadece bununla da kalmıyor. Adına Türk Hava Yolları denilen kuruluş, şimdi uçaklarına cemaat gazetelerini sokmuyor!
Bizim gazeteyi zaten hiç almadılar da, Zaman, Bugün, Today’s Zaman gibi Fethullah gazeteleri de artık yasaklı.
Oysa araları iyi iken bu gazetelerden binlercesini satın alıp uçaklarına doldurmaktan utanmazlardı.
Sözcü isteyen yolculara da personel hep aynı yalanı söylemek zorunda kalır:
“Ne yazık ki kalmadı efendim, Sabah verelim, Zaman, Star, Yeni Şafak verelim!”
İşte devletin nasıl yönetildiğinin birkaç somut örneği daha!
* * *
Sevgili okuyucularım, Türkiye hırsızlık, rüşvet, yolsuzluk ve namussuzluklarla çalkalanıyor. Ortalıkta kıyametler kopuyor.
Bütün bunlar olurken Çankaya’da oturmakta olan bir şahıs var.
Bay Abdullah Gül!
Bu şahıs anayasa uyarınca “Devletin başı.”
İyi de, bu kıyametler koparken kendisi neredeydi? Düne kadar bu konularda ağzını açıp konuştuğunu hiç duydunuz mu?
Duymadınız!
Söyleyeceği bir şey yok mu?
Herhalde yok!
Dün birkaç cümle söyleyip vaziyeti idare etmeye çalıştı ama yetmez.
Acaba Tayyip kendisine “Benden haber gelmeyince sakın ağzını açıp konuşma” mı dedi?
Kendisini Tayyip mi yönetiyor? Tayyip onun amiri mi?
* * *
Dünkü yazımda İçişleri Bakanı Muammer Güler’le ilgili olduğu söylenen bir olayı anlatmıştım. İstanbul’da bir Halkbank şubesinin yöneticileri, bazı banka müşterilerine ait paraları sahte imzalarla çekip buharlaştırıyor. Müşteriler bankayı savcılığa şikayet ediyor ve Ağır Ceza’da dava açılıyor. Onlardan biri de savcılık iddianamesinde açık adı verilmeyen, sadece M.G. diye değinilen biri. Banka hırsızları “M.G.”nin hesabındaki 908 bin lirayı yürütüyor ama bu arkadaş şikayetçi olmuyor!
Muammer Güler’e dünkü yazımda sormuştum, bu M.G. siz misiniz? O para sizin mi, değil mi? Sizinse, niçin şikayetçi olmadınız?
Aradan bir gün geçti, henüz yanıt gelmedi! Biraz daha beklemekte fayda olabilir!