Sevgili okurlarım,
Seçimlere 2 gün kala HDP’nin Diyarbakır mitinginde patlayan bombalar, 4 kişinin ölümüne, 414 yurttaşımızın da yaralanmasına neden olmuştu.
Provokasyonun amacı, çok sayıda insanımızın ölmesiyle galeyana gelecek halkı sokağa dökmek, Türk-Kürt kavgasının fitilini ateşleyip, kaos ortamı yaratmaktı.
Oluşacak korkunç ortamda da güven sağlanamayacağı için seçimleri iptal ettirmekti.
Neyse ki miting alanındaki onbinler tahrike kapılmadı ve korkulan olmadı.
Bombaları patlattığı öne sürülen IŞİD bağlantılı Orhan G. adlı sanık da yakalanarak tutuklandı.
* * *
Bu kısa hatırlatmayı yaptıktan sonra dikkatlerinizi, inanılmaz bir ihmalin ipuçlarıyla dolu şu gazetecilik başarısına çekiyorum:
“Bombalı saldırının faili Orhan G., 2 Haziran’da Diyarbakır-Sur”daki bir otelin 208 numaralı odasına yerleşti. Resepsiyona nüfus cüzdanını verdi. Otel müşterileri hakkında genel bilgi taraması yapan Diyarbakır Emniyeti, Orhan G.’nin asker kaçağı olduğunu belirledi. Bunun üzerine Sur İlçe Emniyet Müdürlüğü’ne yazı yazılarak hemen işlem yapılması istendi. 3 Haziran sabahı 05.00’te otele gelen polisler, Orhan G.’yi uyandırıp hazırladıkları tutanağı imzalattılar. Sonra da en yakın askerlik şubesine gitmesini söyleyip otelden ayrıldılar.” (Dünkü Hürriyet’ten Arda Akın’ın haberi)
* * *
Korkunç ihmalin ayrıntılarına gelince...
19 Haziran günü, bu köşede Radikal’den İdris Emen’in “yılın gazetecisi” seçilmesi gerektiğini yazdım.
Çünkü Emen, yıllardır sanık Orhan G.’nin izini sürüyordu.
Patlamadan sonra da sanığın memleketi Adıyaman’a giderek, ailesiyle müthiş bir röportaj yapmıştı.
Sanığın babasına bir dokunmuş, bin ah işitmişti.
Baba o “ah”ların bir bölümünde şunları söylemişti:
“2014’te Ekim ayının başlarında oğlumun hal ve hareketlerinden şüphelendim. Zira farklı insanlarla takılıyordu. Suriye’ye gideceğini tahmin ederek Adıyaman Emniyet Müdürlüğü’ne başvurdum. Oğlum, ifadesi alındıktan sonra serbest bırakıldı. Ama sorgusunun ardından bir anda ortadan kayboldu. Onunla birlikte hareket edenlerden biri, geride bir mektup bırakmıştı. Mektupta Suriye’ye gittikleri yazılıydı. Aynı gün yine Emniyet’e başvurdum. Ancak bir sonuç alamadım. Araştırmalarımız sonucunda, Suriye’ye gidip gelen arkadaşının oğlumu ve üç kişiyi yanına alarak, Suriye’ye götürdüğünü öğrendik.”
* * *
Durun daha bitmedi.
Baba “ah”larını sürdürüyor:
“Çocukları Suriye’ye giden aileler olarak bir araya gelip ‘ne yapabiliriz?’ diye konuştuk. AKP Adıyaman 5. Olağan İl Kongresi’nin yapılacağını ve Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun katılacağını duyduk. Üç aile Davutoğlu ile görüşmeye karar verdik. Aralık ayında eşim Başbakan’la görüşmeyi başarıp, oğlumun geri getirilmesi için yardım istedi. Eşimle beraber iki kadın daha Davutoğlu’yla görüştü. Görüşmeden sonra tekrar ifademiz alındı. Davutoğlu ile görüştükten üç-dört ay sonra Emniyet, oğlumun IŞİD’e katıldığı bilgisini verdi!..’’
* * *
Devletin yardım elini uzatmamasına üzerine baba her türlü tehlikeyi göze alarak Tel Abyad’a gitmeye karar vermiş ama ne hikmetse, IŞİD’çiler için kevgir işlevi gören sınırdan, oğlunu kurtarmaya çalışan baba geçememiş!..
İdris Emen’in röportajını okumaya ve “ah”ları dinlemeye devam ediyoruz:
“Oğlum gittikten sonra bizi iki kez telefonla aradı. Ben kendisiyle sadece bir kez görüştüm. Nerede olduğunu sordum cevap vermedi! Sadece; ‘Bana duacı olun’ demekle yetinip telefonu kapattı. Beni arayan numarayı geri aradığımda Arapça konuşan biri çıktı. Arapça bilen bir arkadaşımla numarayı tekrar aradık. Telefonu açan kişi Tel Abyad’da olduklarını söyledi. Oğlumu geri getirmek için Akçakale sınırına gittim. Bir süre orada kalıp izini sürdüm. Ancak bir şey bulamadım. Oradan Tel Abyad’a gitmek istedim. Sınırı geçemediğim için Adıyaman’a geri geldim. Pazar günü bizi telefonla arayıp oğlumun Gaziantep’te yakalandığını söylediler. İfademiz alındığı sırada, Diyarbakır mitingindeki saldırıdan haberdar olduk.’’
* * *
Sanığın babası, oğlunu IŞİD’in elinden kurtarabilmek için akla gelen her çabayı gösterdiğini, ancak yetkililerin duruma seyirci kalmakta ısrar ettiğini öne sürüyor:
“Alevi ve Kürt olduğumuz için hedef gösteriliyoruz. Ancak aile olarak oğlumuzun böyle bir şey yapacağını bilmiyorduk. Bu olayın yaşanması bizi ve ailemizi son derece üzdü. Oğlumun Suriye’ye gitmemesi ve Suriye’den geri getirilmesi için elimizden gelen her şeyi yaptık. Bu saldırıyı lanetliyoruz. Ölen ve yaralananların tümü benim evladımdır. Ölenlere rahmet, yaralılara acil şifalar diliyorum...”
* * *
Acı gerçek işte budur sevgili okurlarım.
1- Orhan G.’nin babası, oğlu daha Suriye’ye gitmeden, yani IŞİD’e katılmadan davranışlarından şüphelenip emniyete haber vermiş ve yardım istemiş. Ne yazık ki beklediği ilgiyi görememiş!
2- Oğlu Suriye’ye geçtikten sonra yine polise başvurmuş. Ama yine seyirci kalınmış!
3- Aile çırpınırken Orhan’ın annesi Başbakan Davutoğlu’na ulaşıp oğlunu kurtarması için yalvarmış. Peki Başbakan kurtarabilmiş mi? Ne gezer!.. Birkaç ay sonra gönderilen bir yazıyla oğullarının Suriye”de, IŞİD saflarında olduğu bildirilmekle yetinilmiş! O kadar!..
4- Zavallı baba yine durmamış, Tel Abyad’da bulunduğunu belirlediği oğlunu alıp getirebilmek için Akçakale’ye kadar gitmiş. Ama IŞİD’çi olmadığı için karşıya geçememiş!..
* * *
Sevgili okurlarım,
Koskoca Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ne hallere düşürüldüğünü görüyor musunuz?
Onca başvurudan ve Başbakan Davutoğlu’nun talimatıyla gönderilen yazıdan sonra her yerde aranması gereken Orhan G., provokasyondan 3 gün önce göstere göstere Diyarbakır’a geliyor ve kimliğini gizleme ihtiyacını bile duymadan otelde kalıyor.
Kimlik araştırması yapan polis ise -ne hikmetse- IŞİD’le bağlantılı olduğunu gösteren sayfalar dolusu bilgi ve belgeyi görmüyor. Sadece askerlik durumuyla ilgili tutanak imzalatıp sanığı serbest bırakıyor.
Sanık da gidip bombaları patlatıyor.
* * *
Vah ki vah!..
Devletteki bu çöküş karşısında bunca deneyime sahip bir gazeteci olarak ne diyeceğimi bilemiyorum.
Sadece çok ürktüğümü ve tüylerimin ürperdiğini yazmakla yetiniyorum.
Tüyler ürperten korkunç ihmal!..
Uğur Dündar
Yayınlanma: