Sevgili okurlarım, Türkiye geçtiğimiz Pazar günü mutlu bir güne uyandı... Oğul Bilal Erdoğan bir nutuk attı ve “Ben ekonomistim” dedi.

Ne olduğunu bilmiyorduk...

Ve böylesine önemli bir müjdeyi doğrusunu isterseniz yıllardan beri bekliyorduk.

Bilal kimdir, neyin nesidir, necidir? Sorularını kendi kendimize her zaman sorup duruyorduk.

Şimdi rahatız.

Demek ki elimizde yeni bir eleman var.

Babası şu veya bu nedenle bir yerde tökezlerse onun yerini alacak bir yedek oyuncumuz...

Genç, pırıl pırıl bir yetenek.

★★★

Babası da bundan bir süre önce nutuk atarken ekonomist olduğunu söylemişti. 

Dün yeni bir açıklama daha yaptı, Marmara Üniversitesi (Ticaret okulu) 1981 yılı mezunu olduğunu söyledi.

Onur duyuyormuş.

Bir ailede baba oğul iki ekonomist...

Doğrusu çok gurur verici bir hadise!

O ikisiyle ne kadar övünsek azdır.

Darısı memleketteki bütün ailelerin başına. Amin.

Bu güzel ve sevindirici çifte ekonomist haberinden sonra gelelim günümüze...

★★★

Sevgili okurlarım, Narin cinayetinden bu yana bir ay geçmek üzere.

Sonuç sıfıra sıfır elde var sıfır.

Küçük bir köy var.

Uzaktan bakınca sessiz ve kendi halinde bir köy.

Meğer içinde ne dümenler dönermiş. 

Günün birinde orada küçük bir kız çocuğu öldürülüyor ve işler cinayetten sonra iyice sarpa sarıyor, karışıyor.

Bir sürü sahte ihbar geliyor, ifadeler alınıyor, birileri gözaltına alınıyor, bazıları tutuklanıyor ama işin gerçeğine ulaşmak bir türlü mümkün olmuyor.

Köyde haftalardan beri geçerli bir tek ‘yasa’ var. Belki geçmişte de öyle idi:

Mafya’nın özellikle cinayetlerden sonra geçerli olan Omerta yasası:

“Bildiklerini, gördüklerini ve yaşadıklarını hiç kimseye hiçbir zaman anlatmayacaksın. Aksi takdirde senin de sonun ölümdür.”

★★★

Köyde bir aydan beri korkunç bir sessizlik hakim. Kimse konuşmuyor, bildiklerini anlatmıyor.

Bildiğimiz kadarını söyleyeyim, gerek güvenlik güçlerimiz ve gerekse yargımız bu işin üstesinden (şimdilik) gelebilmiş değil.

Karşılarına çıkarılan neredeyse herkes önceden doldurulmuş, korkutulmuş.

Piyasaya ve yargı dahil ifade alanların karşısına bir sürü yalan yanlış söylentiler çıkarılıyor. Olay amacından saptırılıyor.

Anneler, babalar, amcalar, kardeşler ve ötekiler dahil her şüphelinin ifadesi sonrasında ortaya yeni ve şaşırtıcı bazı durumlar çıkmış oluyor.

★★★

Ortalıkta ilginç bir durum daha var...

Narin’in köydeki mezarı neredeyse türbeye dönüşmek üzere!

Mezar şimdiden dışarıdan gelen ziyaretçilerle dolup taşıyor.

Toprağın üzeri onların getirdiği çiçekler, oyuncaklar ve okul önlüğü dahil çeşitli nesnelerle dolu.

Mezarın başında topluca dualar ediliyor.

Dün sabah televizyonda izledik, bu faaliyetler sonrasında Diyarbakır Valiliği de boş durmamış ve Narin’in mezarını yaptırmaya karar vermiş.

Yol yapılacakmış, park yapılacakmış.

İş makineleri çalışıyordu!

★★★

Biz Türkiye’de nice cinayetlere tanık olduk...

En karmaşık ve çözülmesi en zor olanlar dahil.

Hele adli vakalarda pek çoğunun suçluları yakalandı ve çözüldü.

Peki, bu son cinayette neler oluyor, niçin çözülemiyor?

Karşımızda profesyonel, deneyimli, jandarmayı oyuna getirip hedeften saptıracak çapta katiller ya da örgütler olmadığı kesin.

O halde ne oluyor?

Jandarma mı deneyimsiz kaldı acaba?

Devletin bildiği birtakım gerçekler mi gizleniyor?              

Ya da işin içine particilik, siyaset, bölgecilik, aşiret işleri falan girmiş olmasın!

★★★

Bu gibi karanlık işlerde kamuoyunun da bir sabır derecesi vardır.

Bu cinayetin üzerinden şimdi bir ay geçmiş olacak ve dedim ya, şu anda vaziyet sıfıra sıfır elde var sıfır!..

Eğer bu tempoda giderse konu bir süre sonra unutulacak ve elimizde sadece köyde türbe benzeri küçük bir mezar kalmış olacak!

Sıradan vatandaş kimliğimizle düşünüyoruz, kafalarda yer bulan soruların hiçbirine yanıt verilmesi söz konusu olmuyor.

O halde soruşturmada bir eksiklik mi var?

Jandarma bu konuda yetersiz mi kaldı?

Eğer öyleyse, soruşturma görevi niçin Türkiye’nin deneyimli polislerine, cinayet dedektiflerine verilmedi?

★★★

Elimiz mahkûm, bir süre daha bekleyeceğiz. Başka çare yok...

Sonra bir bakacağız ki konu yavaş yavaş unutulmuş, belleklerden silinip gitmiş.

Yanılmayı dilerim.