Eskiden şu mahalleler hepimizindi...
Eskiden; parklarımız çalınmamış, koruluklarımız kesilmemiş, şu çirkin aynalı kuleler, cam gökdelenler dikilmemişti...
Eskiden; bu şehirler bizimdi...

*

Eskiden; minarelerden sela sesi geldiğinde korkmazdık...
Eskiden; camiler ibadet içindi...

*

Eskiden; de kavgalarımız vardı ama kavgalarımız “Vatanı, bayrağı, cumhuriyeti, Atatürk’ü kim daha çok seviyor” diye sürüp giderdi...
Eskiden; inananlar ikiye, şehitler üçe, millet dörde bölünmemişti...
Eskiden; bir tek şehit bile manşet olurdu gazetelerde, adını hangi sokağa, hangi okula vereceğimizi bilemezdik...
Eskiden; acılar hepimizindi...

*

Eskiden; “paşa” denilince “Atatürk’ün askeri” olduğunu bilirdik...
Eskiden; yargıç gördüğümüzde “Nasılsa o var” derdik...
Eskiden; polis milletin polisiydi...
Eskilerin; ülkenin her valisi, her kaymakamı, her memuru bizimdi...

*

Eskiden; “dolar” denilince aklımıza ayakkabı kutuları, çikolata paketleri, elbise torbaları gelmezdi...
Eskiden; hırsız hırsızdı, hiçbir zaman hırsıza “Çalsın ama iş yapsın” denmezdi...
Eskiden; devlet adamları durmadan yalan söylemezdi...
Eskiden; eğitimli, donanımlı, bilgili insanlara saygı duyulur, gazetelerde, televizyonlarda konuştukları zaman bir millet kulak kesilir...
Soytarılara söz düşmezdi...

*

Eskiden; sokakta, durakta, kaldırımda, gülmeyi unutmamıştık...
Eskiden; sofralarda; kimin başına ne geldi, hangi felaketi yaşadı insanlar, nerede canı yandı kadınların-çocukların diye, lokmalar boğazlarımızda düğümlenmezdi...
Eskiden; her birimizin geleceğe ilişkin umutları vardı...
Eskiden; insanlar “Bu ülkeden kaçıp gitmek istiyorum” demezdi...
Eskiden; canımız yine sıkılırdı ama, iki duble rakı, kasetten bir şarkı, durduk yere bir çengi, çoğu dert üzülmeye değmezdi...

*

Evet, böyleydi eskiden...
Böyle giderse; bir gün bir köşe yazarı, köşesinde şöyle bir yazı yazar:
“Softaların peşine takılıp, aydınlık yollarını eskide bırakmışlardı... Bu topraklarda modern, laik, çağdaş bir Türkiye Cumhuriyeti vardı, eskiden...”