Son oniki saat içinde şahit olduğum olayların, ruhumda bıraktığı duyguyu tahlil etmeye çalıştım. Kızgınlık, öfke, korku, endişe, sıkıntı, üzüntü, keder... Bunlardan hangisiydi? Belki hepsinin bir karışımıydı. Karar veremedim. Gözüm televizyon ekranında, zihnim ise 80 yıla yaklaşan ömrümün geriye doğru taramasıyla meşguldü.
Bedelini canıyla ödeyen Talat Aydemir başkaldırısını hatırladım. Birden içimdeki hissin derin bir utanma olduğunu idrak ettim. 2016 yılında dünyanın en büyük 20 ekonomisinden birine sahip, bin yıllık geçmişi olan ülkem aptal bir darbe girişimi ile karşı karşıyaydı.
Darbeciler de bu ülkenin insanıydı. Dış bir tehdite maruz kalsak, canım bu kadar yanmayacaktı. Ne akla hizmet ve ne ümit ederek böyle bir işe kalkışmışlardı diye düşündüm.
Bulduğum cevap, darbecilerin büyük bir korku ve pişmanlık içinde “desparatos” yani ümitsiz savaşçı haline geldikleri oldu. Demek ki bir kabus görüyorlardı. Algılamalarına göre içine düştükleri çukurdan çıkma ihtimalleri o kadar küçüktü ki, başarı ihtimali bu kadar zayıf bir alternatifi kendileri için bir kurtuluş yolu olarak denemeye karar vemişlerdi. Daha da kötüsü, rütbeleri icabı kendilerine itaat etme zorunda olan astlarını ve zavallı Mehmetçikleri bu maceralarına alet etmeleridir.
Darbenin hesabı görülürken bu hususun ihmal edilmemesi gerekir.
Ulusumuzun en büyük şansı, darbenin “başarıya (?)” ulaşamamış olmasıdır. Eskaza başarılı olup, hükümeti devirselerdi, ülkemizin hangi meselesini, mevcut hükümetten veya onun demokratik alternatifinden daha iyi çözeceklerdi? PKK terörünü mü, Güneydoğu’da sulh ve sükunun yeniden tesisini mi, dış ilişkileri mi, sığınmacılar sorununu mu, ekonominin orta gelir tuzağından çıkışı problemini mi, hangisini?
Kendim sordum kendim yanıtlayayım. Hiçbirini.
Onlar sadece kendi sorunlarını çözebileceklerini sandılar. Daha beter bir hale düştüler. Ülkeye hiç bir faydaları olmayacaktı.
Bu şerden, bir de fayda hasıl olmuştur. “Potansiyel darbeciler” kendi kendilerini açığa çıkarmıştır. Ayıklanmaları kolaylaşmıştır. Televizyonda yayınlanan korsan darbe bildirgesinde “laiklik” vurgusu yapmıştır. Kökten laik bir vatandaş olarak laik Türklere, onların bu tuzağına düşmemeleri gerektiğine dikkat çekmek istiyorum.
Kuzu postuna bürünmüş kurtların amacı, tedbiri elden bırakmış saftorik kuzuları yemektir. Aman dikkat!
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın laik yaşam tarzına karşı aldığı tavır ve hukuk dışı otoriter davranışları bir çok insanı, bu arada Batılı devlet adamlarını ve Batı ülkelerinin halklarını ciddi şekilde rahatsız etmektedir. Hatta Türkiye, Erdoğan’dan nasıl kurtulur diye senaryolar yazılmaktadır.
Hemen ve hiçbir tereddüte mahal bırakmadan söyleyeyim, bunun çaresi askeri darbe değildir. Hele hele böylesi ne idüğü belirsiz, doktrini olmayan, halkın en küçük bir desteğini almamış “milletin jetiyle, milletin meclisini bombalayacak kadar” vahşi ve kalleş girişimler hiç değildir.
Dünya, bugün Irak’ta Saddam’ı ve Libya’da Kaddafi’yi özler hale gelmiş, Suriye’de Esat’la yola devam alternatifi ehveni şer olmuştur. Erdoğan’dan kurtulalım derken, o’nu mumla arar hale gelebiliriz.
Son söz Çörçil’den
Son söz: Demokrasi, en iyi değil, sakıncası en az olan rejimdir.