Sanırım 2010 yılının ilk aylarıydı...
Bir yandan Ergenekon, diğer yandan taze taze servis edilmiş Balyoz kumpasının fırtınalar estirdiği zamanlardan geçiyorduk... Başını Taraf ve Zaman gazetelerinin çektiği iktidar ve FETÖ medyası akıl almaz iddiaları sürekli manşete taşıyor, köşe yazarlarının kalemlerinden ise adeta kan damlıyordu...
Tam da o günlerde TV 8’in Ankara Temsilcisi Sedat Yazıcıoğlu gündemdeki konuları tartışmak üzere programına davet etti, kabul ettim. Diğer konuk ise Taraf gazetesi yazarı Rasim Ozan Kütahyalı’ydı... Program esnasında ben bu davaların düzmece olduğunu, kumpasın yalnızca Türk Ordusu’na değil, Türkiye Cumhuriyeti’ne de karşı yapıldığını anlatırken Mümtazer Türköne isimli Zaman gazetesi yazarı telefonla bağlandı. Sedat’ın sorduğu soruya yanıt vermek yerine, doğruca bana hitap ederek aynen şöyle dedi:
-Sen de darbecisin!.. Sen de içeri gireceksin!..
Hiç böyle bir terbiyesizlik beklemediğim için şaşırdım, yanıtlamak için harekete geçmeye kalmadan, Kütahyalı gayet sert bir şekilde söze karıştı ve benim de şaşkınlıkla dinlediğim şu sözleri söyledi:
-Kendine gel Türköne, bu ne cüret, bu ne terbiyesizlik, ne biçim konuşuyorsun!..
Ben, Rasim Ozan’ı müdahale edip susturduktan sonra bu profesör kılıklı muhtereme şu yanıtı verdiğimi anımsıyorum:
-Ben senin hangi “milliyetçilik” kapılarından, hangi tarikat kapılarına yamandığını çok iyi biliyorum. Yüreğin yetiyorsa stüdyoya gel...
Türköne telefonu kapatmayı tercih etti!.. Ardından yaşanan süreçte bu kişi, tam anlamıyla bir “cellat” rolü üstlendi... İnfaz etmediği kişi, kurum kalmadı. Yıllar sonra ise “darbeci” suçlamasıyla tutuklandı!.. Bir takım yazarlar pek üzüldüklerini yazarken ben şöyle bir mesaj attım:
-Ekrem Dumanlı, Mehmet Baransu, Mümtazer Türköne gibileri benim gözümde gazeteci sıfatına layık değildir!..

“Bu cemaate düşmanlık cehalet gerektirir!”

Kimdi peki bu Mümtazer Türköne?..
Gençliğinde sıkı bir ülkücüydü. Türklük, Kızılelma, milliyetçilik üzerine zamanın dergilerine yazdığı yazıları arşivlerde bulabilirsiniz... Uzun yıllar sonra Tansu Çiller’in danışmanı olarak ortaya çıktı... Milliyetçilik damarını hâlâ muhafaza ediyordu ancak yanına muhafazakarlığı da ekleyerek... Susurluk çetesinin ortalığa döküldüğü süreçte Çiller’e tavsiye ettiği iddia edilen ve onun tarafından kullanılan şu cümle ile hatırlandı hep:
-Vatan için kurşun atan da yiyen de şereflidir!..
Aradan yine yıllar geçti. Çiller ve diğerleri tarihe karıştı. Bu muhteremin yeni kapısı ise Zaman gazetesi olmuştu. Bağlandığı gazetenin önderi Fethullah ile iktidarın arasının pek iyi olduğu, “o yollarda birlikte yüründüğü” yıllardı!.. Ehh doğal olarak her iki, tarafı da koruyup, kollayan, gözeten yazılar zamanıydı!.. O da öyle yaptı zaten. Bu arada eşi de Cemaat’in kontenjanından AKP milletvekili seçilmişti..
Türköne en büyük yararlılığı Ergenekon, Balyoz, Casusluk kumpasları esnasında gösterdi. Yazdığı yazıları okurken yüzüm onun adına kızarır, utanırdım... Yurtseverlere, TSK’ya olan nefretini en acımasız, en ahlak dışı sözcükleri kullanarak anlatmaktan adeta zevk alıyordu... Örneğin “ordu lağvedilmelidir” diye yazıyordu... Yetinmiyor, haklarında doğru dürüst delil bile olmayan, olanların da sahte olduğuna dair bilirkişi raporları havada uçuşurken, “darbeciler yağlı kazığa oturtulmalı” diyebiliyordu...
2011 seçimlerinde eşinin yerine AKP milletvekili olmaya soyundu ancak listeye dahi alınmadı!.. İşte bu tarih onun için dönüm noktası oldu; AKP’den soğumaya, Cemaat’i iyice sahiplenmeye başladı. 2012 7 Şubat’ında MİT müsteşarının ifadeye çağrılması ile birlikte su yüzüne çıkan ayrışmada safını iyice seçti ve iktidarı Cemaat cephesinden en ağır suçlayan yazar olarak öne çıktı...
O kadar çok yazısı var ki, hangi birini örnek göstereceğimi şaşırdım... Örneğin, 3 Aralık 2013’te şöyle yazıyordu:
-Bu cemaati düşman olarak görmek cahillik gerektirir!..
Çatışma büyüdükçe kalemi keskinleşen muhteremin 20 Şubat 2014’te ortaya attığı iddia ise şöyleydi:
-Hizmet hareketi (yani Cemaat) Erdoğan’ın otoriter rejimine karşı duran, direnen son kaledir!..
Son kale darbe girişimi ile çöktükten sonra ise Türköne bir kaç gün “darbeyi paralel yapının yapmadığını” ileri süren “denemeler” yazdı... Olmayınca “keşke olmasaydı” türünden yazılar çiziktirdi, yine tutmadı!.. Sonunda önce gözaltına alındı ardından da tutuklandı. İfadesindeki o çarpıcı sözcüğü gördüğümde tıpkı yıllar önce yazılarını okurken olduğu gibi utandığımı hissettim. Tek sözcük her şeyi anlatıyordu:
-Pişmanım!..
Cemaat’in gücünü arkasında hissederken çalakalem yazdıklarını, söylediklerini, o güç arkasından çekilince külliyen inkar ediyor, hatta “velinimetine” hakaretler yağdırıyordu... işte o ifadeden bazı örnekler:
-Fethullah Gülen örgütü ile herhangi bir bağlantım yoktur... Zaman gazetesinin onun kontrolünde olduğunu biliyorum. Kendisini tanıyorum. 2006-2011 yıllarında yalnızca iki kez görüştüm... En son darbe olayından sonra ben de hayal kırıklığı yaşadım. Ve o camia ile birlikte olduğumdan ötürü pişman oldum... darbecilerin idam edilmesi ve en ağır ceza ile cezalandırılmasının caydırıcılık manasında önemli olduğunu düşünüyorum...
Burası sözün bittiği, insan olma vasfının sona erdiği yer maalesef... Belki de söylenebilecek tek bir şey kalıyor:
-Tanrı böyle mürit vereceğine onurlu, haysiyetli düşman nasip etsin!..