Mithat Paşa Davası, tarihin kaydettiği en alçakça, en düzmece yargılamalardan biriydi...
27 Haziran 1881 tarihinde başladı, 29 Haziran 1881 tarihinde sonuçlandı... Yenilikçilerin lideri Mithat Paşa yargılanırken, onun en büyük rakiplerinden, gelenekçilerin önderi Adliye Nazırı Cevdet Paşa Mahkeme Başkanı Ali Sururi’nin hemen arkasında oturuyordu!..
Sanıkların avukat tutmasına izin verilmedi... Duruşma gazetelere sözde açıktı, ancak yazılan haberler sansürden geçmek zorundaydı!..
-Bu aşağılık mahkeme işte bu kadar tarafsız, bu kadar adaletliydi!..
Mithat Paşa’nın iddianame ile ilgili o müthiş sözlerini dünkü yazımda anlatmıştım. Paşa bundan sonra iddianamede 93 yalan ve yanlış olduğunu ve bunların görüşülmesini istedi. Mahkeme ne yaptı dersiniz? Bu isteği reddetti tabii!..
Diğer sanıklar ifadelerinin büyük işkenceler altında, lağımlara sokularak, aç susuz bırakılarak alındığını söylemek istediler ancak susturuldular... Tanıklardan biri, Abdülaziz’in hekimbaşısı Dr. Marko Paşa, cinayeti Boğaz’ın karşı yakasından gördüğünü sadece bileklerinde değil, kalbi üzerinde de yara olduğunu bile söyledi... “Neden bu durumu ölüm raporunda belirtmediniz?” sorusu karşısında ise apışıp kaldı.
Yabancı doktorların da katıldığı otopsi raporunda, oybirliğiyle Abdülaziz’in intihar ettiği yazılıydı. Ancak beş yıl sonra bu belge bile ortada yoktu!.. Sonunda saptanan senaryo, düzmece belge ve sahtekar tanıklar marifetiyle karar açıklandı:
-İdam!..
Birinci Meşrutiyetin mimarı, Hürriyet Kahramanı Mithat Paşa “Cumhuriyetçi fikirleri” nedeniyle bu sona layık görüldüğünün bilincindeydi... savunmasına başlarken söylediği şu sözler bir tokat niteliğindeydi:
-Cenab-ı Hakk’a şükrediyorum, böyle bir mahkemeye hırsızlık, yolsuzluk, rüşvet ve ülkede fesat çıkarmak gibi bir suçla getirilmedim. Buraya gelişimin nedeni milletime ve vatana sevgimdir!..

Taif’te ölüm!..

Mithat Paşa idam edilmedi...
Abdülhamid, içeride olabilecek karışıklıkları göz önüne alarak, idam cezasını “sonsuz sürgün” cezasına çevirdi. Yer olarak da Suudi Arabistan’ın Taif kentini seçti; dönülmesi en az mümkün olan bir cehenneme!.. Bir gemiye bindirilip yola çıkarıldı ama Boğaz’dan dışarı çıkmadı gemi; tam 48 saat Kızkulesi önünde bekledi. Daha sonra yola devam etti. Kimse bu işe bir anlam verememişti, padişahın yakınındakiler bunu kendisine sorduklarında şu yanıtı verecekti:
-Mithat Paşa’nın uğruna kendisini feda ettiği millet, bakalım onun için ne yapacak, Paşa’yı kurtarmaya çalışacak mı diye merak ettim de, bunu anlamak için beklettim!..
İşin aslı Abdülhamid korktuğu için bekletmişti gemiyi; bir kalkışma, bir büyük gösteri, bir karışıklık olursa Mithat Paşa karşılığında kendisini kurtarmak için... Ancak bir kişi bile çıkmamıştı!.. Mithat Paşa, Taif’te de Abdülhamid’in nefretinden kurtulamadı; 2 yıl 10 ay sonra hücresinde cellatlar tarafından boynu kırılarak öldürüldü!..
-Bu vurdum duymazlık, bu korkaklık koca millete 30 yıllık bir “İstibdat Rejimi” olarak yansıyacaktı!..
Osmanlı münevverlerinin ağır baskılar altında bunaldığı, bir çoğunun çareyi kaçmakta bulduğu ya da sürgüne gönderildiği, sansürün, devlet terörünün, ispiyonculuğun baş tacı edildiği, halkın yoksulluk ve her türden baskı altında ezildiği bir despotluk dönemi yaşanacaktı!..Padişah Abdülhamit Batı’ya karşı dengeci-fırsatçı, Doğu’ya karşı ise en koyusundan İslamcı politikalar izleyerek geçirdi bu 30 yıllık despotluk dönemini...
-O dönemde “Kızıl Sultan” unvanına layık görüldü!..

Osmanlı’nın kaçınılmaz sona yürüdüğü yıllar!..

Abdülhamid’e toz kondurmayan, “Ulu Hakan” diyen, çok başarılı olarak niteleyen İslamcı çevreler örnek olarak topraklarını korumasını, ünlü Siyonist Teodor Hertz’in “Filistin toraklarını bize verin. Tüm dış borçlarınızı biz ödeyelim” teklifini reddetmesini gösterir, pek övünürler...
-Abdülhamit döneminde neler olmuştu gerçekte, bir bakalım!..
Ruslarla girişilen “93 Harbi” sonunda Sırbistan, Karadağ ve Romanya bağımsızlıklarını kazandı. Bağımsız bir Bulgar Prensliği kuruldu. Kars, Ardahan, Doğu Beyazıt ve Batum Rusya’ya verildi.
İngiltere 1878’de Osmanlı’yı açıkça tehdit ederek, “yalnızca stratejik ve askeri açıdan” kullanmak üzere Kıbrıs’a Birleşik Krallık bayrağını çekti!.. Osmanlı, 1. Dünya Savaşı’na Almanya tarafında katıldığında ise Kıbrıs’ı tümüyle ilhak kararı aldı ve bunu uyguladı!..
Fransa Tunus’u 1881 yılında işgal etti!. Osmanlı Devleti durumu protesto etti, o kadar!. Tunus 1956’da bağımsızlığını kazanana kadar, 78 yıl Fransız sömürgesi olarak kaldı!..
Yine 1881’de Abdülhamit’in imzasıyla “Düyun-u Umumiye” yani Borçlar İdaresi kuruldu. Bu kurum Osmanlı’nın gümrükleri dahil bir çok gelirine el koydu. Öyle ki bir süre sonra Osmanlı Devleti’nin tüm gelirlerinin yaklaşık üçte biri bu kurum tarafından tahsil edilmeye başlandı!.. Bu zilletten Lozan Antlaşması sayesinde Osmanlı’nın borçlarının bir bölümünü üstlenerek kurtulabildik!..
1882’de Mısır, İngiltere tarafından işgal edildi. Bir zaman sonra Filistin de aynı akıbete uğrayacaktı!..1885’te şarki Rumeli Bulgaristan tarafından ilhak edildi... Aynı yıl Habeş eyaleti İtalyanlar tarafından işgal edildi. Aynı yıllar Balkanlar’da isyanların yayıldığı, Ermeni isyan ve terör hareketlerinin yaşandığı yıllardı... Abdülhamid döneminde bugünkü Türkiye’nin iki katı toprak kaybedildi!..
İşte bugünkü iktidarın, TSK’nın elinden söküp alarak Sağlık Bakanlığı’na bağladığı askeri hastane GATA’ya ismini verdiği “Abdülhamid’in” kısa hikayesi böyle!.. Tarihi istediği gibi çarpıtabileceğini sananların unuttuğu ufak ayrıntı şudur:
-Arşivler bir tokat gibi yüzünüze çarpılabilir!..