Direksiyondasın.
İşine gidiyorsun.
Ya da evine dönüyorsun.
Canhıraş bir ses duyuyorsun.
Siren sesi...
Dikiz aynana bakıyorsun.
Ambulans geliyor.
Kenara yanaşıyorsun hemen.
Yol veriyorsun.
vaaaiiiiİİİİUUUUuuuvvv

*

Ses azar azar yaklaşıyor.
Tam yanındayken en yüksek...
Azala azala uzaklaşıyor.
Gözden kayboluyor.
Duymuyorsun artık.

*

Yaklaşırken telaşlanıyorsun.
Tam yanından geçerken üzülüyorsun, vah vah filan diye düşünüyorsun.
Uzaklaşınca unutuyorsun.
Bi saniye sonra hatırlamıyorsun bile.

*

Bi bakıyoruz mesela...
Ambulans geliyor, bağıra bağıra.
Suruç patlamış.
Sirenler manşetlerde çınlıyor.
O an kahroluyoruz ama...
Geçip gidiveriyor.
Gözden kayboluyor.

*

Sonra bi bakıyoruz, Ankara garı patlamış, gençlere kıymışlar, onun ambulansı geçiyor. Bi bakıyoruz, merasim sokak patlamış, askeri servis aracını uçurmuşlar. Bi bakıyoruz, Kızılay’da evine gitmek için otobüs bekleyenleri katletmişler. Bi bakıyoruz, Sultanahmet ambulansı geçiyor, bi bakıyoruz, Taksim ambulansı geçiyor, içinde paramparça turistler.

*

Her defasında yüksele yüksele yaklaşıyor siren sesi, tam yanımızdan geçerken hüzünleniyoruz, sonra görüş alanımızdan çıkıveriyor.

*

Ambulanslar farklı ama... Kendi ordusunu, kendi polisini, kendi yargısını kendi elleriyle imha eden, diplomasinin d’sinden bile anlamadığı için dünyanın bütün devletleriyle papaz olan, hastalıklı egosuyla koskoca devleti aciz, bitkin, hasta adam haline getiren, cahilliğiyle koskoca milleti çaresizliğe umutsuzluğa karamsarlığa sürükleyen... Senelerdir bas bas bağıran siren, hep aynı siren!

*

Vezneciler ambulansı geçerken yazıyorum maalesef bu satırları...

*

Kenara çekil.
Geçsin.
İstifini bozma, devam et.
Durmak yok, yola devam...
Bu olsa gerek.