Dünyanın tüm toplumlarının bir değişimden geçtiği kesin. Bir hayal kırıklığı, insan denen varlığın yolculuğunun varacağı yer konusunda bir tedirginlik mevcut artık iyi filmlerin içinde. Çünkü duyarlı sinemacılar bunu dert edinmekteler. Kimileri bir umut yolculuğuna çıkarıyorlar karakterlerini bu filmlerde, kimileri tabloyu çizip bırakıyor, kimileri de siz alın ya da almayın küçük bir mutluluk kapısını aralayıveriyorlar.

“American Honey” önce bir tablo çiziyor önümüzde. Bir minibüs dolusu genç insanın birtakım dergileri satıp komisyonlarını kazanmak amacıyla yaptıkları uzun bir yolculuğun hikayesini anlatıyor görünürde. Grubun lideri Krystal en çok kendisinin kazandığı bir sistemle vasıfsız tanımlarına yakın gençlerden bir satış ekibi kurmuş. Kızlı erkekli grup yol boyunca dinledikleri çeşitli müziklerle motive olup uğradıkları şehirlerdeki çeşitli muhitlerde dergi satmaya yollanmaktalar. Üvey baba tacizinden ve yoksulluktan bıkmış olan Star adlı genç kız da bir markette rastladığı bu gruba katılıverir. Zaten grubun en yetenekli satıcısı Jake’den de etkilenmiştir.

american_honey_1

Festivallerde izlenip beğenilen dikkat çekici filmi “Fish Tank”in İngiliz yönetmeni Andrea Arnold’un Amerikan gençliğine bakış yönelttiği filmi çok iyi bir sinematografiyle ama sinir bozucu sahnelerle dolu. Sinir bozucu olmasının nedeni hayattaki ideallerine çok da emek harcamadan ulaşmaya çalışan bir gençlik profiliyle bizi buluşturması ve onların peşinde üç saate yakın bir süre boyunca takılmamızı sağlaması. Sıkıcı olduğu söylenemez açıkçası, bu kadar genç insanın arasında aynı minibüste ve enerjisi yüksek şarkılarla yolculuk ettiriyor sizi de film. Star ve yarım yamalak bir aşk ilişkisi yaşadığı Jake’in arasında olanlar bir yan hikaye olarak sürüyor. Ama asıl mesele Star ve arkadaşlarının Amerika’nın çeşitli kesimlerine yaptıkları bu yolculuğun ta kendisi. Bütün duraklar Amerikan toplumu hakkında birşeyler anlatıyor aslında; Zengin tabakanın ergen çocuklarının da durumu pek parlak görünmüyor mesela, petrol kuyularında çalışan ya da hayvan taşımacılığı yapan kamyoncular da küçücük hayatlarında sıkışıp kalmışlar, paralı kart kovboylar da karikatür gibi tipler... Yani anlayacağınız bu amaçsız, en büyük zevki partilemek ve ot içmek olan gençlerin alabilecekleri alternatif yollar da pek matah yerlere varabilecek gibi görünmüyor. Star aradığı tatmini bu grubun içinde pek bulamıyor bir süre sonra. İçlerinde olsa da sık sık onlardan ayrı hareket ediyor. Sürüden ayrılmaya çalışıyor. Onlardan daha cesur kararlar alıyor ve farklı insan ve durumlarla karşılaşıyor. Paraya ihtiyacı olsa da henüz ruhunu satmamış, duygularına diğerlerinden daha çok kulak veren biri. Jake ile düzgün bir hayata kapağı atmak istiyor bir gün. Ama bunun gerçekleşmesi imkansız olmasa da pek kolay değil.
Kapitalist markalar tarafından kuşatılmış şehirler birbirlerine benzemekteler ve umut hiçbir yerde yok gibi. Star’ın ısrarla Jake’in peşinden gitmesi, onu kendine odaklamaya çalışması ve finalde suyla arınma çabası onu diğerlerinden daha da ayırıyor. Ama Amerika’nın görünen yüzünün altında kalmış bu küçük grubun içinde bir insanın istediği yalın hayata erişebilmesi o kadar zor ki...

american_honey_2

“American Honey” iyi çekilmiş ve ne amaçla yapılmış olursa olsun süresi hikayesinden uzun bir film. Zaman zaman hikayeye eşlik eden ve karakterlerin halini özetleyen müzikli kısımlar da uzatıyor biraz süreyi. Üstelik bir sürü bağımsız film klişesinden feragat ederek bu süreyi kısaltması ve yine de temasından uzaklaşmaması mümkünmüş.
Henüz ilk başrolünde Sasha Lane’in dikkat çekici bir performans gösterdiğini söylemeli. “Transformers” gibi filmlerle başilayıp bir ‘aydınlanma’ yaşamış gibi bağımsız filmlere kayan Shia LaBeouf’u ise hiçbir zaman keyifle izleyemedim doğrusu. Ama “American Honey”de kariyerinin en iyi performanslarından birini sergilediği kesin.

3,5 yıldız
American Honey
Yönetmen: Andrea Arnold
Oyuncular: Sasha Lane, Shia LaBeouf, Riley Keough
163 dakika, 18+

Adem ve Havva uzayda

120 yıl sürecek olan gezegenler arası bir seyahat, aslında bir göç. Gelecekte bir gün özel bir şirket dünyanın aşırı kalabalık halinden dolayı uzaktaki yeni bir gezegene taşınmak isteyenlere cazip bir hizmet satıyor. Yolcular Avalon adlı lüks uzay gemisinde (bir nevi transatlantik) 120 yıllık bir hiper uykuya dalacaklar ve varışa birkaç ay kala uyanıp yeni hayatlarına hazırlanacaklar. Ama belirsiz bir terslik sonucu dünyada tamircilik yapan Jim erken uyanır. Henüz 30 yıl geçmiştir ve beş bin uyuyan yolcunun içinde tek başınadır. Bir yıl boyunca her türlü lüksün içinde kısıtlı bir erişimle yalnız başına kalır. Kendisini tekrar uyutabilmek ya da başka bir çözüm için akla gelebilecek her yöntemi dener ama başaramaz. Tek arkadaşı robot bir barmendir! Bir gün uyuyanlar arasında güzel bir genç kadın dikkatini çeker. Jim, Aurora adlı bu gazeteci kadına aşık olur ve büyük bir ikilem yaşar. Onu da teknik bir arızanın sonucuymuş gibi göstererek uyandırmalı mıdır acaba?

uzay_yolculari_2

Aslında bu sorunun cevabını fragmanı izleyen hatta filmin afişine bile bakan herkes tahmin edebilir. Zaten bir noktadan sonra filmin tahmin edilebilirliği giderek artıyor. Filmin en büyük kusura da bu kolay tahmin edilebilirlik. En başta çok güzel tasarlanmış bir gemi ve gelecek tasviri var filmin. Sonrasında Jim’in yalnızlığı ve içine düştüğü bu 90 yıllık mahkumiyeti inandırıcı buluşlarla aktarılıyor. Gemi tasarımı ve teknolojisi Stanley Kubrick’in “2001: Bir Uzay Macerası”nı, Michael Sheen’in canlandırdığı cyborg barmen de yine Kubrick’in “The Shining”indeki barmeni anımsatmıyor değil bu arada. Aurora’nın hikayeye katılımının ardından yaşananlar da aksamıyor genellikle, romantizmin mayasının da iyi tutturulduğunu düşünüyorum. O koşullarda olabilecek şeyler yaşanıyor ikilinin arasında. Filmin ‘Robinson Crusoe’dan, ‘Adem ve Havva’ hikayesine; sonrasında da bir hayatta kalma mücadelesine geçişi de çok kolay tahmin edilebilir bir çizgide ilerliyor.. Belki de bu yüzden hikayenin final kısmı bir anda hızlanıyor ve bir aceleyle bitirilmiş hissi yaratılıyor.
Ama “Uzay Yolcuları”nın, yine de burada açık etmek istemediğim ilgi çekici sürprizleri de yok değil. Gelgelelim Chris Pratt ve Jennifer Lawrence da pırıl pırıl parlıyorlar. Özellikle de giderek daha olgun bir güzelliğe kavuşan ve her filminde yeteneğinden artık iyice emin olduğumuz Jennifer Lawrence...

3 yıldız
Uzay Yolcuları
Yönetmen: Morten Tyldum
Oyuncular: Chris Pratt, Jennifer Lawrence, Michael Sheen
116 dakika, 7+