ANALİZ

Ankara’daki AKP’ye yakın kaynaklarımdan Hollanda rezaletinin yaşandığı gecenin perde arkasını öğrenip sizlerle paylaşmıştım.
Başbakan’ın Hollanda’nın “Bizde seçim var, 15’inden sonra gelsin sizin bakanlar” talebine olumlu cevap vermesinin ardından Hollanda ile nasıl ince bir planla sorun çıkarıldığının ayrıntılarını yazarken benim hiç aklıma gelmeyen, haber kaynaklarımın da gözünden kaçan bir nokta aslında “tek adam rejimine” zorlandığımız bu günlerde tam bir ibret belgesi niteliğinde.
O gece Başbakan’ın gelişmelerden hiç haberinin olmadığı açıkçası hiç aklıma gelmemişti.
Ama ne gariptir ki Başbakan her şeyden habersizmiş. Olayı duyup müdahale ettiğinde ise zaten her şey olup bitmiş.
Söylentilere göre Başbakan olayı herkesle birlikte öğrendikten sonra Hollanda’daki kadın bakanı arayıp “Ben Hollanda’ya gidilmeyecek demiştim, sen nasıl kalkıp gittin?” diye azarladığında kadın bakanın “Cumhurbaşkanı istedi” cevabıyla karşılaşmış.
Nitekim kadın bakan medyaya açıklama yaparken bu emri Cumhurbaşkanı’ndan aldığını dolaylı yoldan itiraf etmiş ve “Sayın Cumhurbaşkanı arayıp geri dönmemi istemeseydi ölene kadar orada kalır ve direnirdim” diye konuşmuştu.
Bu skandal referandumda evet diyecekler için ciddi bir uyarı olmalıdır.
Çünkü bu olay ülkenin yönetiminin tek bir kişiye bırakılmasının çok vahim sonuçlar doğuracak kararlar alınabileceğinin ibret verici bir belgesidir.
Hollanda’nın tavrı elbette eleştirilecektir ancak Türkiye’nin bu kadar büyük ve önemli bir krize yol açan eyleminin sadece bir kişinin kararı sonucu olmasının ne kadar vahim olduğunu görmemek mümkün değil.
Bugün asla savaş durumuna gelemeyeceğimiz bir ülkeye yönelik “tek kişilik karar” yarın kendimizi bir anda savaşın içinde bulacağımız bir komşu ülkeye yönelik de yapılabilir.
Düşünsenize ülkeyi hiçbir yargı denetimine tabii olmayan, dilediğini yapabilen ve asla hesap sorulamayan başkan bir gece vakti kimseye sormadan, diplomatik sonuçlarını hesaplamadan, ekonomiye vereceği zararı hiç umursamamadan bir bakanı arıyor ve bir yabancı ülkeye baskın yapması talimatı veriyor.
Böyle bir şey demokratik bir ülkede olabilir mi?
Üstelik bu kişi henüz tek başına her şeyi yapabilme yetkisine henüz kavuşmamış bile. Şeklen de olsa ülkeyi yöneten bir başbakan var. Eylemini yaparken nezaketen ona haber bile vermiyor.
Aynı davranışı yarın örneğin Yunanistan’a veya Bulgaristan’a ya da bir başka komşu ülkeye yapmayacağının bir garantisi var mı?
Yine cumhurbaşkanı yine kimseye haber vermeden, başbakanı nezaketen haberdar etmeden İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı’nı arıyor ve “Rotterdam’la kardeş şehir sözleşmesini yırtıp atın” talimatı veriyor. O belediye başkanı da emri anında yerine getiriyor.
Yine başbakanı tamamen devreden çıkararak seçimden birincilikle çıkmış Hollanda Başbakanı’nın Binali Yıldırım’a yaptığı “birlikte bir yemek yiyelim” çağrısına onun adına “seçildin ama faydası yok, bizim için yok hükmündesin, bizim öyle bir başbakanımız yok” diyerek hakaret ediyor.
Bir kişinin duyguları, öfkesi ve kararları Türkiye’yi bütün dünyanın önünde küçük düşürüyor.
Tek kişilik rejiminin ne menem bir şey olduğunu herhalde daha iyi anlatmak mümkün olmaz değil mi? Neden hayır denmesi gerektiğini artık AKP’liler ve MHP Genel Merkezi de anlamalıdır.

KOMİK

Bizde kararları mahkemeler verirmiş


Alman Die Welt Gazetesi’nin Türkiye muhabiri Deniz Yücel tutuklandı biliyorsunuz. Suçu terör örgütüne yardım ve yataklık yapmak. Deniz Yücel Kürt sorunu ile ilgili haberler yaptığı, Kandil Dağı’na giderek örgüt liderleriyle röportaj yaptığı için terörist sayılıyor.
Sanki Kandil Dağı’na giden ilk gazeteciymiş gibi. Sanki İmralı’daki terör örgütü lideri Abdullah Öcalan’la röportaj yapmak için sıraya giren gazeteciler yokmuş gibi.
Merkel Türk hükümetine iki kez başvurarak “Muhabirimizi serbest bırakın” demiş.
Adalet Bakanı Bekir Bozdağ da Almanya’ya bir cevap mektubu yazmış ve “Bizde bu tür kararları siyasi iktidarlar değil mahkemeler verir. Biz de onlara karışamayız” demiş.
Tabii ki doğrusu bu.
Ancak Bozdağ bu mektubu bir gerçeği yansıtmak için değil, Türkiye’ye benzer talepleri nedeniyle verilen cevaplar nedeniyle böyle bir ifade kullanıyor.
Güya cinlik yaparak Almanya’ya laf sokuyor.
Ama komik oluyor.
Çünkü biz benzer taleplerimiz karşısında muhataplarımızdan gelen “Biz karar veremeyiz, bağımsız mahkemeler verir, onlara karışamayız” cevaplarını ciddiye almıyor ve bunu Türkiye düşmanlığına bağlıyoruz.
Sonra çok uyanığız ya, kendi söylemimizi unutup güya dalga geçmeye çalışıyoruz.
Komik olmuyoruz da ne oluyoruz?

DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER

Böyle bir vıcıklık devlet ciddiyetinde olmaz


Büyük bir kandırmaca hergün defalarca milletin gözü önüne sergileniyor.
Cumhurbaşkanı, Başbakan hergün kalabalıklara konuşuyor. Hepsinde “ey halkım evet oyu ver” deniliyor.
Ama o kalabalıkların toplanmasının amacı referandum propagandası dinlemek değil. O kalabalıklar sözde açılışlar ve temel atma törenleri için oraya getiriliyor.
Devletin parasıyla, devletin tüm kaynakları kullanılarak, bunun da ötesinde valilik emirleriyle okullar tatil edilip öğrenciler miting alanına taşınarak yapılıyor bu.
Üstüne bir de Ohal var. Evet’e serbest ama Hayır’a yasak olan Ohal koşulları.
Dün Başbakan yine sözde bir temel atma töreni için Gümüşhane’de Zigana Tüneli önündeydi. Yine “Duble yollar, köprüler, tüneller” dedikten sonra evet için destek istedi. Ama öyle kuru kuruya destek olmayacağını bildiği için tüneli yapan şu “milletin a’sına koymakla” ünlü işadamını yanına çağırarak “Haydi bir maaş ikramiye ver bakalım işçilerine” dedi. O da mecburen “tamam” dedi. Başbakan da “Kısa günün ticareti haydi kaptınız ikramiyeyi” diye halkı coşturdu.
Devlet işlerinin bu kadar vıcık biçimde yürütüldüğüne hiç tanık olmamıştık. Durun bakalım şu 30 günde daha neler göreceğiz.

CANIMI SIKAN ŞEYLER

Şu üniversiteleri düşürdükleri hale bakın


Üniversiteler bilimin ve özgür düşüncenin merkezidir.
Oysa Türkiye’deki siyasal iktidar üniversiteleri disiplinli birer yüksek liseye çevirdi.
Özgür düşünce, özgür öğrenci, özgür öğretim üyesi kavramları rafa kaldırıldı.
Bilimsel araştırma, bilimsel çalışma bitti. Tek tip öğrenci yaratıldı.
Üniversitelerin başına bilim adamları, öğretim üyeleri değil iktidara özellikle saraya biat etmiş isimler oturtuldu.
Şimdi bu zihniyetin çirkin yansımalarını yaşıyoruz.
CHP Genel Başkan Yardımcısı Selin Sayek Böke Boğaziçi Üniversitesi’nde konuşmaya davet ediliyor. Ancak yapılan seçimde sadece üç oy aldığı halde sırf saraya biat ettiğini kanıtladığı için göreve getirilen rektör Mehmet Özkan, Böke’nin konuşmasına izin vermiyor. Gerekçesi ise “OHAL döneminde siyasete izin vermemek.”
Şimdi bazı et kafalılar “Üniversitede siyaset olmaz tabii” diye ahkam kesebilir elbette, çünkü bilmezler özgür olması gereken üniversitelerin aynı zamanda siyasetin de merkezi olduğunu.
Bağımsız milletvekili Aylin Nazlıaka da Bilkent Üniversitesi’nde konuşturulmadı. Rektör Ege Yazgan “Çok büyük baskı altındayım” demiş. Kimin baskısı altında herkes biliyor tabii.
Üniversiteler hiçbir dönemde bu kadar kötü hale düşmemişti.

Bİ SORALIM BAKALIM

Hayır çıkarsa balkon konuşması olacak mı?


Ankara’daki AKP’ye yakın kaynaklarım sarayın referandum akşamı için büyük bir organizasyon hazırlığı içinde olduğunu haber verdiler.
Referandumdan evet çıkması halinde en az yüz bin kişinin sarayın önüne taşınacağını ve Cumhurbaşkanı’nın burada bir “balkon konuşması” yapacağını söylediler.
Evet çıkarsa mutlaka yapacaktır o konuşmayı.
Ama ben şunu sormak istiyorum. Hayır çıkarsa da balkon konuşması olacak mı?
Öyle ya, Cumhurbaşkanı ve AKP’liler, onlarla birlikte cümle yandaşlar referandumun bir “demokrasi şöleni” olduğunu halkın kararının en yüce karar olduğunu söylüyorlar sürekli.
Eğer Cumhurbaşkanı gerçekten söylediği gibi demokrasi ve hukuka bu kadar bağlıysa, halkın kararını en yüce karar olarak kabul ediyorsa hayır çıkması halinde de balkona çıkıp halka karşı konuşması gerekir.
İşte bunu yaparsa gerçekten bir lider olduğunu da kanıtlayacaktır.